yesilcam.gen.tr’den Ekrem Bora Anısına Klip

Türk sinemasıyla ilgili geniş ve farklı bilgiler barındıran yesilcam.gen.tr web sitesinin editörü Erhan Işık, 01 Nisan Pazar günü kaybettiğimiz sinemamızın efsane aktörlerinden Ekrem Bora anısına klip hazırladı. 04 Mart 1934 tarihinde Ankara’da doğan Ekrem Bora, Yıldız Dergisi’nin açtığı yarışma sonucunda sinemaya başlamıştı. Ünlü oyuncunun hatırlanan filmleri arasında Şafak Bekçileri, Suçlular Aramızda, Kumsaldaki İzler, Unutulmayanlar, Tapılacak Kadın, Sürtük, Dikkat Kan Aranıyor, Mazi Kalbimde Yaradır, Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu gibi filmler var.

  • Klibi izlemek için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    yesilcam.gen.tr’den Ekrem Bora Anısına Klip yazısına devam et
  • Lambdaistanbul, LGBTT Dayanışma Derneği Üyeleri Benim Çocuğum Belgeseli İçin Konser Organize Ediyor

    Yönetmenliğini belgeselci ve akademisyen Can Candan’ın üstlendiği Benim Çocuğum (My Child) isimli belgesel film için kamera karşısına geçen LİSTAG’lı aileler çekim bütçesindeki açığı kapatmak amacıyla bir kampanya başlattılar. Çocukları lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel veya travesti olan ailelerin hedefi toplayacakları desteklerle filmi bitirmek. Toplumda, ebeveyn, aile ve aktivist olmanın zorluklarını yaşayan aileleri konu alan belgesele destek vermek isteyen Lambdaistanbul, LGBTT Dayanışma Derneği üyeleri konser organize ediyor. Konser 06 Nisan’da İstanbul Live’de gerçekleşiyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Antrakt Sinema Matineleri’nde İkinci Dönem ve Yeni Programlar

    Antrakt Sinema Matineleri’nin 14 Ocak 2012′de başlayan, Sinema ve Televizyon Oyunculuğu, Senaryo Yazım Tekniği, Yapım, Temel Sinema Eğitimi konularında uyguladığı birinci dönemi 04 Mart 2012 tarihinde başarı ile tamamlandı. Katılımcılar katıldıkları oturumlar sonucunda kendi özgün senaryolarını ortaya çıkarmayı başardılar. Antrakt Sinema Matineleri, 14 Nisan 2012 – 03 Haziran 2012 tarihleri arasında uygulanacak ikinci dönem programı ile bu oturum yılını tamamlamayı hedefliyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Antrakt Sinema Matineleri’nde İkinci Dönem ve Yeni Programlar yazısına devam et
  • Haber Çalışanları Mesleki Kısa Film Çekti

    Muhabir, kameraman ve teknik ekip hem kamera önüne hem de kamera arkasına geçti. Ortaya mesleki eleştiri filmi çıktı. Medyanın kendi içerisinde ketum tutumunu eleştiren filme Staryer adı verildi.
    Yönetmen ve senarist koltuğuna oturan Serhat Doğan’a diğer muhabir arkadaşları, kameramanlar ve teknik ekip destek oldu. Siyah beyaz çekilen filmde medya çalışanlarının dışında pek kimsenin bilmediği komik olaylar bir stajyerin gözünden anlatılıyor. Kısa filmin çekimleri tamamlandı, montaj aşaması ise sürüyor. (Haber: Yeliz Bozkurt)

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Haber Çalışanları Mesleki Kısa Film Çekti yazısına devam et
  • Arka Pencere Dergisi, Uygunsuz İşler Yapıyor

    Arka Pencere Dergisi, 127. sayısında, kapağına Marilyn Monroe’yu yerleştiriyor. SİYAD Başkanı Tunca Arslan, köşesinde yeniden FIPRESCI Başkan Yardımcısı görevine seçilen Alin Taşçıyan ve SİYAD – FIPRESCI ilişkisini yazdı. Vizyon filmleri eleştirileri arasında Titanların Öfkesi, Şansa Bak, Pamuk Prenses’in Maceraları, Büyük Mucize ve Kaos: Örümcek Ağı yer alıyor.
    İlginç toplamlara yer veren Ölüm Kararı köşesinde, Arka Pencere Dergisi Yayın Kurulu üyelerinin seçimleriyle, 31. İstanbul Film Festivali’nde kaçırılmaması gereken 11 film bir araya getiriliyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Arka Pencere Dergisi, Uygunsuz İşler Yapıyor yazısına devam et
  • Hadi Al Götür Beni Hâlâ Benimmişler Gibi, Evime Yurduma…

    Yönetmenliğini Metin Avdaç’ın üstlendiği Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali belgeseli geçtiğimiz günlerde galasını yaptı.

    Bu kez bahtı açık olsun!

    Usta kalemin hayatını, yaklaşık iki saatlik zaman diliminde, oldukça kapsamlı bir şekilde perdeye taşıyan film yalnızca Sabahattin Ali’ye değil bu ülkenin tüm kayıplarına adandı.

    Takip edenlerin TRT En İyi Belgesel Ödüllü Kara Altından Altın Mikrofon’a (T.P.A.O. Batman Orkestrası) filminden de hatırlayacağı Metin Avdaç, sadibey.com için Gizem Ertürk’ün sorularını yanıtladı.

    Merhaba sevgili Metin Avdaç, çalışmalarınızı başından beri takip etmiş ve zaman zaman da dahil olmuş biri olarak yönetmenlik yetinizin bu filmde oldukça geliştiğini görüyorum. Konuya hâkimiyetiniz, akış, anlatıcılık bu filminizde daha oturmuş gibi görünüyor… Bu konuda siz ne söylemek istersiniz?

    Çok teşekkürler öncelikle konuk ettiğiniz için. Evet, daha iyi plânlar, kadrajlar oluşturmaya başladım bu film ile… Bir proje üretirken bir adım daha ileri atmak önemli… Bu kendi açınızdan gelişmiş olduğunuzu gösterir ve elbette izleyiciyi de düşüneceksin, sizden yenilik bekler. Bu filmde de eksik ve yanlışlığımızı görebiliyoruz. Bunun nedeni de teknik malzeme ve personel eksikliğinden kaynaklanıyor. Bunları oluşturan neden de bütçenin yetersizliği. İmkânsızlıklara rağmen en iyi şekilde “Sabah Yıldızı” belgesel filmini yapmaya çalıştım.

    Sabah Yıldızı’nın hikâyesine dönecek olursak, Sabahattin Ali’nin hayatını belgeleme fikri nasıl çıktı ortaya?

    2010 yılında Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin etkinliğinden İstanbul’a dönerken yolculuk sırasında fikir ortaya çıktı. Bir fotoğrafçı abimizle dönüş yolunda, yolculuk sırasında edebiyat ve sinemadan bahsederken birden aklıma Sabahattin Ali geldi. Ve Sabahattin Ali’nin televizyon harici yapılmış belgeseli yoktu. Yolculuk sırasında kararımı verdim ve hızlı bir şekilde araştırma ve çekimlere başladım. Kısaca fikir böyle ortaya çıktı.

    Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali ve arkadaşlarıyla tanışmak sizi nasıl etkiledi? Üzerinden uzun yıllar geçmiş olsa o hüzün ve duygusallık hiç geçmemiş gibi. Neler yaşadınız çekimler sırasında?

    Filiz Ali ile tanışmamız Ayvalık’ta oldu. Orada genç müzisyenlerin eğitimleri için kurmuş olduğu müzik akademisinde görüştük. İlk karşılaşmamızda bir garip haldeydim. Sabahattin Ali’nin kızı ile tanışmak anlatılmayacak bir duygu… Halet Çambel, R. Nuri İleri, Bella Eskenazzi ve öğrencisi Mustafa Tanrıkul’dan Sabahattin Ali’yi dinlemek… Onlara dokunduğumda sanki Sabahattin Ali’nin bedenine dokunma gibi bir his doğdu. Sabahattin Ali’nin aşık olduğu Ayşe Sıtkı’ya yazmış olduğu mektuplara dokunmak, anlatılmaz bir duygu. Çekimler sırasında anladım ki Sabahattin Ali bu ülkede anlatılmak istenmemiş. Sabahattin Ali ismini yüzeysel bırakmışlar toplum içerisinde. Özellikle hep vurguluyorum bu ülkenin eğitimcilerinden pek azı biliyor. Sabahattin Ali’nin şiirlerinden bestelenmiş şarkıları biliyorlar, edebiyatçı ve siyasal kimliğini bilmiyorlar. Eğitimciler bu insanları bilmiyorsa toplumun nerede olduğunu görebiliriz. Sabahattin Ali’nin isminden korkup da, kendi el yazısıyla yazmış olduğu ismini kitaplardan kesip çıkarmışlar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim görevlileri. Çok utandım insanlığımdan. Ne acı şey, insanın isminden korkuyorlar. O dönemin görevlilerine zavallı diyorum.

    Sabahattin Ali’nin sizin için anlamı nedir? Hayata bakışı mı, siyasi duruşumu mu, kalemi mi sizi en çok etkileyen?

    Sabahattin Ali benim için, bu ülkenin insanının aydınlanmasını, özgürlüğünü ve ülkenin bağımsızlığını istediği için katledilmiş bir kahraman. Sabahattin Ali’nin edebiyatçı yönü ve siyasal duruşu iki yönü de etkilemiştir beni. Sabahattin Ali’nin cesur yazıları çok etkilemiştir. Bugün bu kadar sert yazıları yazacak pek yazar göremiyorum. Cesur kalemi vardı.

    En sevdiğiniz Sabahattin Ali öyküsü nedir mesela?

    Birçok eserini severim. Etkilendiğim eserlerinden söz edersem, “Değirmen”. O öyküde aşktaki eşitliği görüyorsunuz. Bir çingene delikanlısıyla, bir Yörük kızın aşkı anlatılır. Kızın bir kolu yoktur, bu yüzden çingene delikanlısına aşkını ifade edemez. Çingene delikanlısı “Çingene” oluşundan dolayı eziklik hisseder. Ve kıza kavuşmak için kolunu değirmende çarklar arasına koyar ve kolunu kaybeder. İşte aşkta ben böyle eşitliği görüyorum. Sabahattin Ali bu öyküyü Edremit’teki mahallesindeki değirmenden, çingenelerden esinlenerek yazmıştır. Belgeselin başlarında değirmenden bazı kalıntıları görürüz.

    Bu belgeselin oldukça uzun bir süreçte ve zorluklarla tamamlandığını biliyorum. Bundan sonraki süreçte belgeseli neler bekliyor? Meselâ vizyona girme ihtimalinden bahsetmiştiniz, bence de kesinlikle bu film vizyonda seyirciyle buluşmalı. Çünkü Sabahattin Ali’yi hiç tanımayan insanların bile bu filmden çıktıktan sonra bir kitapçıya gidip birkaç Sabahattin Ali kitabı soracağına, bir iki satır okuyacağına, bu büyük kalemle tanışma fırsatı yakalayacağına eminim…

    Kesinlikle bu filmi izleyen Sabahattin Ali’yi daha çok tanımak isteyecektir. Gerçekten çok zor koşullarda çektim. Az da olsa destek verenler oldu. Buradan destek verenlere teşekkürlerimi iletiyorum. Belgesel filmi 35 mm.ye aktarıp Türkiye sinemalarında gösterme mücadelesine gireceğim. Yurtiçi ve yurtdışı film festivallerine göndereceğim. Bakanlığa başvuracağım, destek isteyeceğim. Belki bir kampanya başlatacağım filmin 35 mm.ye aktarılması için, çünkü bunu yapacak ekonomik gücüm yok! Dileğim sonbaharda film vizyona girer.

    Belgesel, Sabahattin Ali’ye adanmış gibi görünse de aslında özgürlük yolunda hayatını kaybeden tüm insanlara, faili meçhul cinayetlere ve Cumartesi annelerine de ait. Filmi izleyenler de bunu görecektir. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

    Sabahattin Ali 1948 yılında öldürüldüğünde 41 yaşındaydı. Bu ülkenin bağımsızlığını, aydınlanmasını isteyen birçok insan gibi katledildi. Hepsi genç, enerji dolu insanlardı… TBMM tutanaklarında onyedibin insan faili meçhule kurban gitmiş. Bu resmi kayıtlar. Ya olmayanlar… Hâlâ bu insanların bir mezarı yok! Çok acı değil mi? Cumartesi annelerini es geçemezdim bu filmde. Onların acısına bir nebze ortak olmak istedim. Ateş düştüğü yeri yakar. Evet filmi özgürlük yolunda hayatını kaybedenlere adadım. Yeter artık diyorum, ölümler olmasın. Barış ve özgürlük istiyoruz. Geçen gün okuduğum haberde 103 yılda 103 gazeteci ve yazar öldürülmüş. Ne yazık, utanmalıyız. İşte bu yüzden bu filmi yaptım. Birileri artık ders alır umarım.

    Siz bir projeyi yaparken başka bir projenin de hesaplarını, plânlarını yaparsınız kafanızda… Bundan sonrası için de eminim bir şeyler vardır aklınızda…

    Gizem, iyi tanımışsın beni. Evet var. Yıllardır hayalini kurduğum biraz otobiyografi, biraz kurmaca bir film için öykü yazımı içindeyim. Kısmet olursa 2013 sonu “motor” diyeceğiz. Ondan öncesi şimdilik bir şey yok.

    Çok teşekkür ediyor, bu anlamlı ve cesur iş için sizi ve ekibinizi kutluyorum.

    Ben teşekkür ederim, ekip arkadaşlarım adına da.

    NOT: Yazı Başlığı: Teoman – Çoban Yıldızı

    (10 Nisan 2012)

    Gizem Ertürk

    Jake ve Jill, Hollywood’un En Kötü Filmi Seçildi

    Adam Sandler’in başrolünü oynadığı Jack ve Jill filmi, Amerikan sinemasının en kötülerine verilen Ahududu Ödülleri’nin (Razzie Award) hepsini kazanarak rekor kırdı. Filmde hem aile babası Jack’i hem de Jack’in belâlı ikiz kızkardeşi Jill’i canlandıran Sandler, En Kötü Erkek ve En Kötü Kadın Oyuncu Ödüllerine lâyık görüldü. Sandler, aynı zamanda En Kötü Çift ve En Kötü Senaryo Yazarı ödüllerini de aldı. Film, Razzie’nin 32 yıllık tarihinde bütün ödülleri toplayan tek film oldu. Daha önce Oscar ödüllerinden önce dağıtılan Ahududu Ödülleri, bu yıl 01 Nisan 2012 Pazar günü sahiplerini buldu. (Haber: Serpil Boydak.)

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.