Üniversiteyi Ankara’da okudum. İstanbul’a kısa süreli bir gelişimde, Tokat’ta liseyi birlikte okuduğumuz, sinemalara birlikte gittiğimiz, hemen hepsi üniversiteyi İstanbul’da okuyan arkadaşlarıma beni Yeşilçam’a götürmelerini söyledim. Yeşilçam’a geldik, kelimenin tam anlamı ile in cin top oynuyordu. Sonradan birçok kişiden dinlediğim sokağın o hareketli günleri bitmişti. Gerçi sinemamızda Yeşilçam döneminin 80’lerde bittiğini kabul ediyorum şimdi ama takvimlerin o günlere erişmediği, benim ziyaretim sırasında da “sokak” eski hızını, hareketliliğini kaybetmişti. Yalnız bir tek şey hâlâ hareketin nabzını tutuyordu: EMEK SİNEMASI.
Oraya ilk ne zaman girdim, ilk kez hangi filmi seyrettim, hatırlamıyorum. Yalnız Anadolu’da birçok yerde, Ankara’da birçok sinemaya girmiş çıkmışlığım vardı. Çok azında sinemanın doyumsuz zevkini almış, çoğunda ise sadece film seyretmiştim. Samsun’da, açılışında adı Emek olan sonra Konak’a değişen sinemada Cumartesi günleri, saat 18:00’de -adeta bir abonelik- keyifle film seyretmek unutulacak gibi değildi. Samsun’a geldiğim bir gün, teyzem ve eniştenim beni götürdüğü Antonioni’nin La Notte’sini, Cumarteyi izleyen Pazartesi günü saat 14:00’de tekrar izleyecektim. Tokat’ta tahta koltukları ile 600 kişilik Ali Sabri Sineması her ne kadar keyif bakımından diğerlerine erişemez ise de, iyisi ile kötüsü ile birçok filmi perdelerinde bize izletmişti. Bir tanesi unutamadığım bir filmdir: Lindsay Anderson’un This Sporting Life….
EMEK SİNEMASI’na dönersek, dediğim gibi önemli önemsiz birçok filmi ama film izlemenin keyfini çıkararak seyrettiğim yer, mekân… Filmler önemli değildi, filmlerin sunuluşu idi önemli olan. Girişi… koltuklarının rahatlığı, hepsinden önemlisi salonun sinema, film izleme mekânı oluşu… Şimdilerde, eskiden salon olan sinemaları, bölerek otobüse, minibüse benzeten zihniyet, -gerçi o salonun binasını yıkmadılar ama- salonların salonluğunun içine ettiler.
Emek Sineması’nda hiç tek başıma film izlemedim ama o otobüslerin, minibüslerin zaman zaman tek izleyicisi oldum. Emek Sineması’nın bu günleri görmemiş olmasına şükretmemiz mi gerekiyor? Keşke, Emek’in perdesine tekrar projeksiyon yansısa, o otobüs ve minibüsler de yolcusuz kalmasa. (Bu da bir dönem, geçer mi ?) Emek Sineması’nı kesip, biçmek değil niyetleri. Eski ama o güzel binaya dikmişler gözlerini. Biraz ses çıkarılmasa, eylem yapılmasa, Emek Sineması’nı hiç umursanmadan binaya yönelecekler ve daha önce olduğu gibi sonrada başka binalar girecek sıraya. Bırakın 30 – 40 yılı dört yıl sonra İstanbul gibi asırlık bir kente gelenler, bıraktıkları hiç bir şeyi bulamayacaklar. Bize devletin devamlılığından önce kentlerin devamlılığını öğrettiler. Oysa kentler, devletlerden önce de kenttiler.
Eskiden gazetelerden izlerdim, İstanbul’a geldiğimde ise bir çoğunu -eski / yeni, güzel / güzel olmayan, rahat / rahatsız, keyifli / keyifsiz- ziyaret ettim. Filmler seyrettiğim salonların bir çoğu artık eski biçimlerinde değil. Bazıları yavruladı / bölündü, bazılarının adı bile hatırlanmıyor. Ses dergilerinin birinde, yaşını başını almış Atıf Kaptan’ı (sakın “kim bu?” diye sormayın, soruyorsanız, benim yazılarımı okumayın) Beyoğlu’nda gezdirerek, gençliğinin sinemalarını -yerlerinin önünde – anlatıyorlardı fakat üzerinden bir ömür geçmişti. Ama Beyoğlu’nda bile sinemaların birer birer kaybolması için hiç de bir ömür geçmesi gerekmiyor şimdilerde… İşin garibi çoğunluk farkında değil bunun.
Yeşilçam Sokağı’na girip, yolu izlerken, 20 – 25 adım sonra Emek Sineması’nın ışıklarını görememek, camlarına veya iç kısmına konulmuş afişleri görememek, bırakın bunları, bunların hepsinin yerine giderek tozlanan, üzerlerine hiç âlâkasız yaftaların yapıştırıldığı, önü parmaklık da diyemeyeceğim bir şeylerle kapatılmış gibi yapılmış yeri -bizim (benim) için hâlâ Emek Sineması olan yeri- görmek, içimi sızlatıyor. Oysa bu günlerde özenilerek yapılmış bir sessiz / siyah – beyaz filmin de gösterime girdiği sinema alanında, taaa sessiz, siyah / beyaz filmlerden bugünlere kadar ne gelişmelere tanıklık etmiş ne filmler teknolojileri ile O’nun perdesine yansıdılar ve de yansımaya devam edeceklerdi. Binası şimdilik duruyor, sinemamızın elimizden alınması da çok zalimane bir olay, binanın yerinde durması ile avunmamalıyız.
(28 Ocak 2012)
Orhan Ünser