Bir Ormana Ağıt

Seferihisar 23 Ağustos saat 15 30.

Gökyüzü simsiyah. Yine aynı korku, yine aynı keder yine aynı nefret.

Yanıyoruz… Saatler boyunca, neredeyse bir tam gün boyunca. 1.400 hektar kadar 10 bin ağaç kadar sayısını bilmediğimiz onbinlerce zavallı hayvancıklar kadar yanıyoruz. Hangi kalp bu kadar yangını taşıyabilir, hangi kararmış kalp bu denli büyük bir yangını başlatabilir.

Bilmiyoruz, bilmeyeceğiz, öğrenemeyeceğiz de… Her seferinde olduğu gibi yine yangın sonrası suskunluğa bürünecek her yan ve herkes. Yine simsiyah yüzlerle susacağız ya da susturulacağız. Yine yangın yerleri gibi öleceğiz.

Çünkü sistemli bir oyunun parçası her şey. Bu bir sabotaj.

22 Ağustos’ta denenip başarılı olamayan 23 Ağustos’ta da garanti olsun diye iki farklı yerden ve özellikle rüzgârlı bir havada başlatılan bir cehennem emsali.

Failleri yine bulunamayacak ama bir kaç yıl sonra buralarda yükselen yaşam alanlarının, otellerin ya da yazlık sitelerin kurucularından kimse hesap sormayacak. Çünkü unutmuş olacağız ya da unutmuş rolü yapacağız değme oyunculara taş çıkaran rol yapma yeteneğiyle.

Gariban bir çobana verilmiş üç kuruş para karşılığında olup bitti her şey belki.

Belki kafamızın basmadığı başka bir dümen var ortada. Anlıyamıyoruz çünkü anlamladıramıyoruz. Bu denli büyük bir zalimliğin gerekçesini çözemiyor dimağımız. Akıl kârı değil çünkü bu, başka şeylerin kârı.

Gelecek için kurulmuş hain bir düzenin sebep olacağı geleceksizliği, gelecek için kurulmuş kalleş bir plânın sebep olacağı yok oluşu hangi beyin çözebilir ki?

Bu denli büyük bir saçmalığın da son derece klişe ve basit bir açıklaması olacak sonunda elbette. Yol kenarına atılan bir izmarit filân… değil mi?

Yine kimse hesap sormayacak belki de hesap sorması gereken kişilerdir hesap sorulacak işleri yapanlar. Öyleyse yazıklar olsun.

İnsan vicdanı içinde hem cennet hem de cehennemi barındırırmış.

Dilerim sizin vicdanınızdaki cehenneminiz yaktığınız ağaçların ateşiyle, öldürdüğünüz hayvanların hayaletiyle dolu olur.

Ve sen, yangını başlatan üçüncü tekil şahıs!

Bir zamanlar sen de bir çocuktun, bir zamanlar inanıyorum ki bir ağaca sarılıp onun kokusunu içine çektin, bir zamanlar sen de babanın ağaçlara kurduğu ip salıncakla göklere uçtun, mutluluk göğsünden taştı. Şimdi nasıl kıydın onlara?

Niye büyüdün lânet olsun!

Neden kapkarasın şimdi?

(24 Ağustos 2011)

Çağan Irmak

Çocukça Çizgi Film Yarışması

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi mimarlığın toplumla buluşması kapsamında çocuklara mimarlık, çevre ve kent kültürünün anlatılması, çocukların kent kültürü ve mimarlıkla iletişimlerinin kurulması hedefiyle Çocukça Çizgi Film Yarışması düzenliyor. Tüm canlandırma tekniklerine açık olan yarışmaya katılacak filmlerin çocuklara yönelik üretilmiş olmaları ve daha önce yayımlanmamış olmaları gerekiyor. Son teslim tarihi 09 Eylül 2011 olan yarışmada dereceye giren filmlerin gala gösterimi ve ödül töreni 30 Eylül 2011 tarihinde Ankara’da gerçekleştirilecek. Yarışmaya katılanların ad, soyad, açık adres, telefon ve faks numaraları ile e-posta adresi bilgilerinin olduğu katılım formlarını doldurmuş olmaları gerekiyor.

  • Basın Bülteni
  • Ayrıntılı bilgi için tıklayınız: 1 / 2
  • Yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Çocukça Çizgi Film Yarışması yazısına devam et
  • Sinemanın En Güzel Kiralık Katili

    Kolombiyalı: İntikam Meleği (Colombiana)
    Yönetmen: Olivier Megaton
    Senaryo: Luc Besson-Robert Mark Kamen
    Müzik: Nathaniel Mechaly
    Görüntü: Romain Lacourbas
    Oyuncular: Zoe Saldana (Cataleya), Amanda Stenberg (Çocuk Cataleya), Cliff Curtis (Emilio), Lennie James (Ajan Ross), Jordi Molla (Marco), Beto Benites (Don Luis), Michael Vartan (Danny), Callum Blue (Richard), Jesse Borrego (Fabio)
    Yapım: EuropaCorp-TF 1 (2011)

    Fransız yönetmen Olivier Megaton’un Luc Besson’la ikinci işbirliği olan “Kolombiyalı: İntikam Meleği”, gösterişli aksiyon sahneleriyle dolu kanlı bir şiddet filmi.

    Film, 1992 yılında Kolombiya’nın başkenti Bogota’da açılıyor. Fabio, CIA’in korumasındaki uyuşturucu baronu Don Luis’e bilgisayar disketleri veriyor. Don Luis, Fabio ve ailesini yok etmek için Marco’yu gönderiyor peşinden. Fabio, küçük kızı Cataleya’ya bir cip ve bazı adresler veriyor. Bunlar küçük kızı, Şikago’daki amcası Emilio’ya götürüyor. Anne ve babası, Don Luis tarafından yok edilen Cataleya hemen bir katil olmak istiyor. Ama amcası ilk önce okuması gerektiğini söylüyor. Hangi işi yaparsanız yapın, o işin metotları ve psikolojisi var çünkü. Hikâye 15 yıl sonraya, 2007 yılına gidiyor. Cataleya büyümüş ve usta bir kiralık katil şimdi. Peşinde de FBI var. Öldürdüğü yirmi kadar insanın vücuduna rujuyla Kolombiya’nın ünlü çiçeği “kataleya orkidesi”nin resmini çiziyor hep. Hiç iz bırakmayan Cataleya, bu resimlerle birilerine mesaj mı yolluyor? FBI ajanı Ross, rastlantıyla bu çizgilerin orkide olduğunu öğrendikten sonra Cataleya’ya adım adım yaklaşıyor. Cataleya’nın bir de ressam sevgilisi Danny var. Sonuçta o da bir insan ve karşı cinse ihtiyaç duyuyor işte. Aslında Cataleya için her şey bahane ve bütün yollar Don Luis’e çıkıyor.

    “Leon” ruhu…

    “Colombiana – Kolombiyalı: İntikam Meleği” filmini seyrederken, Luc Besson’un 1994 yapımı “Leon – Sevginin Gücü”nü hatırlıyorsunuz. Mathilda, Cataleya olmuş sanki. Cataleya’da Mathilda’yı görüyorsunuz. “Sevginin Gücü”nde Mathilda’nın büyüdüğünü göremeyen seyirci, “Kolombiyalı: İntikam Meleği”nin Cataleyasında bunu görüyor ve nasıl bir ölüm makinesine dönüştüğüne tanık oluyor. Mathida’yla Cataleya’nın hayatta ortak noktaları var. İkisinin de ailesi mafya tarafından yok ediliyor. Mathilda’yı kiralık katil Leon, Cataleya’yı da uzaklardaki, Amerika’daki amcası Emilio himayesine alıyor. “Kolombiyalı: İntikam Meleği”nin senaristi ve yapımcısının Besson olduğunu hatırlatalım. Filmin başlarında yansıyan Bogota görüntüleri yer yer inandırıcı. Düzlüklerde alabildiğine uzanan gecekondulardaki yoksulluk fark ediliyor. Yönetmen, Bogota görüntülerini Mexico City’nin kenar mahallelerinde çekmiş. Bogota’yı gerçekten çağrıştırıyor. Uyuşturucu baronları, sokakları dar Bogota’da şiddetlerini herkese yöneltebiliyorlar. Şehre baktığınızda korkuyu alıyorsunuz. Bu anlarda perdeye yansıyan renk tonları, sarıyla kahverenginin karışımı gibi. Bu renk tonları Amerika’da da öne çıkıyor. Ama, tonlar biraz daha koyu ve gölgeler de daha önde.

    Filmin tüm giriş bölümü, hapishane sahneleri ve kanlı final bölümü seyirciye gerçek anlamda heyecanlı macera duygusu yaşatıyor. 1965 doğumlu yönetmen Olivier Megaton’un adı da çok ilginç. Gerçek adı Olivier Fontana olan yönetmen, “Megaton” adını, Hiroşima’ya atılan atom bombasından yirmi yıl sonra doğduğu için sinema kariyerinde kullanmaya başlamış. Olivier Megaton, bu aksiyon yüklü şiddet filminin ruhunu Cataleya’nın ruhuyla buluşturmuş. Cataleya dünyayı nasıl görüyorsa mekânlar da öyle yansıyor perdeye. Yani belirlediğimiz ışık ve renk tonlarıyla. Bu filmin kamerasının ve kurgusunun çok hareketli olmasında yönetmenin önceki filmlerinin katkısı da var. Yönetmen Megaton’un, 2008’de Besson’la ilk şibirliği olan “Transporter 3 – Taşıyıcı 3” aksiyon-suç filmi gösterişliydi. 1978’de doğmuş Porto Rikolu Zoe Saldana, gerçekten bu filmin lokomotifi. O, “cataleya orkidesi” gibi. Bu oyuncu, Tamra Davis’in 2002 yapımı “Crossroads – Dönüm Noktası” filmiyle adı buralarda da yavaş yavaş anılmaya başlandı. Gore Verbinski’nin 2003 yapımı “Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl – Karayip Korsanları: Siyah İncinin Lâneti”nde Anamaria’yı canlandırmıştı. Ama, en önemlisi James Cameron’ın 2009 yapımı “Avatar” filmindeki “Neytiri”ye ruhunu katmasıydı.

    (26 Ağustos 2011)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com

    Mutluluk Garantili Jim Carrey

    Babamın Penguenleri (Mr. Popper’s Penguins)
    Yönetmen: Mark Waters
    Roman: Richard-Florence Atwater
    Senaryo: Sean Anders-John Morris-Jared Stern
    Görüntü: Florian Ballhaus
    Oyuncular: Jim Carrey (Tom Popper), Carla Gucino (Amanda), Angela Lansburry (Bayan Van Gundy), Madeline Carroll (Janie), Clark Gregg (Nat), Maxwell Perry Cotton (Billy), Ophelia Lovibond (Pippi)
    Yapım: Fox (2011)

    Amerikalı yönetmen Mark Waters’ın yönettiği “Babamın Penguenleri”, New Yorklu Tom’a miras kalan penguenleriyle tatlı maceralarını anlatıyor. Bu penguenler Şarlo’nun filmlerine de bayılıyorlar.

    Film, Richard ve Florence Atwater’ın 1938’de yayımladıkları aynı adlı çocuk romanından uyarlandı. “Mr. Popper’s Penguins – Babamın Penguenleri”, günümüz New York’una uyarlanmış. Film, küçük Tom’un hep uzaklarda, hayvanlarla olan babasıyla sürekli telsiz iletişimi üzerine açılıyor. Hikâye otuz yıl sonraya gittiğinde yine baba yok ortada. Tom kocaman adam olmuş. 15 yıl evli kalmış. İki çocuğu, Janie ve Billy olmuş. Hatta karısı Amanda’dan boşanmış. Emlâk şirketinde çalışan Tom Popper’ın son işi Central Park’ın içindeki tek özel mülkiyet “Yeşil Taverna”yı almak. Orasının Tom için özel hatıraları da var. Çünkü arada bir gördüğü babasıyla orada ailecek yemekler yemişler. Ama, kapitalizm var ve iş iştir. Eski eşinden olan çocuklarını ziyaret ettikten sonra geniş dairesine dönen Tom hayatının sürpriziyle karşılaşıyor. Küçük sandıktan bir penguen çıkıyor. Dondurulmuş zannettiği penguen hayata dönüyor ve muhteşem macerayı da yaşatmaya başlıyor perdede. Hayat devam ederken, “Yeşil Taverna”nın sahibi Selma Van Gundy’yi tavernayı satması için ikna turlarına da başlıyor. Bayan Van Gundy, bir muhafazakâr ve aile değerlerine önem veriyor. Tom, Güney Kutbu’ndaki ölen babasının kadim dostlarını arıyor penguenden kurtulmak için. Yanlış anlamalardan yeni penguenler de Tom’un dairesine misafir oluyorlar. Aslında bu sevimli yaratıklar, Tom’un hayatına anlam katarken çocuklarıyla da iletişimini geliştirmesine yardımcı oluyor. Öncelikle büyüme bunalımları yaşayan kızı Janie’yle. Hatta eski karısıyla yeni bir aşkı bile yaşatabilir mi bu penguenler? Filmdeki penguenlerle beraber tiplemeler de çok iyi ve eğlendirici.

    Yaşasın Şarlo…

    1964 yılında Michigan’da doğan Amerikalı yönetmen Mark Waters, 1997 yılında “The House of Yes – Lanetli Sevgili” filmiyle yönetmenliğe başladı. 2001’de “Head Over Heels – Sırılsıklam Aşık”, 2003’te “Freaky Friday – Çılgın Cuma”, 2004’te “Mean Girls – Kötü Kızlar”, 2005’te “Just Like Heaven – Cennet Gibi”, “The Spiderwick Chronicles – Spiderwick Günceleri” ve 2009’da “Ghosts of Girlfriends Past – Hayalet Sevgililerim” filmleri ülkemizde gösterim şansı buldu. Yönetmen Waters’ın tüm filmleri buralara gelmiş oldu “Babamın Penguenleri”yle beraber. Filmdeki en güzel şeylerden biri Charlie Chaplin’e selâm gönderilmesi. Güney Kutbu’nun bu penguenleri, kendileri gibi yürüyen Şarlo’nun filmlerine bayılıyorlar. Ama, bu yer onların yeri mi? Devreye hayvanat bahçesi de giriyor ve kazanan mutluluk oluyor sonunda elbette. 1962 doğumlu Kanadalı Jim Carrey, sinemada seyircileri hep mutlu etmiş bir oyuncu. Peter Weir’in 1998 yapımı “Truman Show”, Milos Forman’ın 1999 yapımı “Man on the Moon – Ay’daki Adam”, Michel Gondry’nin 2004 yapımı “Eternal Sunshine of the Spotless Mind – Sil Baştan” ve Joel Schumacher’in 2007 yapımı “The Number 23 – 23 Numara”filmlerinde dramatik oyunculuğunu da gösterme fırsatını bulmuştu. Carrey’nin hâlâ en çok güldüğümüz, Tom Shadyac’ın 1997’de yönettiği “Liar Liar – Yalancı Yalancı” filmi. “Babamın Penguenleri”, ailecek mutlu olunacak filmlerden.

    (Bu yazı 26 Ağustos 2011 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayınlanmıştır.)

    (26 Ağustos 2011)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com

    Tabiat Ananın İnsanlığa Cezası

    Yeryüzündeki Son Aşk (Perfect Sense)
    Yönetmen: David Mackenzie
    Senaryo: Kim Fupz Aakeson
    Müzik: Max Richter
    Görüntü: Giles Nuttgens
    Oyuncular: Ewan McGregor (Michael), Eva Green (Susan), Connie Nielsen (Abla), Stephen Dillane (Samuel), Ewen Bremner (James)
    Yapım: BBC Films-Sigma Films-Zentropa (2011)

    İskoç yönetmen David Mackenzie’nin karamsar fütüristik filmi “Yeryüzündeki Son Aşk”, nerden geldiği bilinmeyen bir salgın virüs insanların duyularını tek tek yok ediyor.

    İskoçya’da 1966 yılında doğan yönetmen David Mackenzie, 2003 yapımı “Young Adam – Tutku Nehri”nde, karanlık kasvet yüklü atmosferiyle suç ve erotizm fırtınası yaratmıştı perdede. “Tutku Nehri”, İngiliz yazar Alexander Trocchi’nin 1957’de yazdığı “Young Adam” romanından uyarlanmıştı. Trocchi (1925 – 1984), “beat kuşağı” yazarlarındandı. Mackenzie bu romanı, büyük yönetmen Jean Vigo’nun 1934 yapımı “L’Atalante – Geçip Giden Çatana” filminin ruhuyla bütünleştirmişti. Anarşist yönetmen Vigo, 1934’te daha 29 yaşındayken veremden ölmüştü. Mackenzie, perdede karanlık atmosfer yaratmaya tutkulu bir yönetmenlerden. Vigo gibi anarşist ruh taşımasa da, öncelikle gördüğümüz son filmi “Perfect Sense – Yeryüzündeki Son Aşk”la çoğu anda mahşeri fütüristik bir yapıt ortaya koymuş. Tabiat ana, yavaş yavaş insanlardaki beş duyu fenomenini yok ediyor bilinmeyen bir virüsle. Bu salgın insanlığı kuşatırken önde de bir aşk hikâyesi var. Şef aşçı Michael’la epidemiyolog Susan arasında. Sanki bu virüsle bu aşk birbirleriyle savaşıyor öznel anlamda. Geneldeyse insanlık mahvoluyor tüm hislerini kaybederken.

    Film, Michael’ın evinde açılıyor. Michael’la bir kadın, yataktalar. Sabah olmak üzere. Michael, yatakta biri varken uyuyamıyor ve kadınının gitmesini istiyor. Sonra hikâye, birbirlerine uzak Susan’la Michael’ın günlük hayatlarının yansımasıyla gelişiyor. Filmdeki kıyameti, bir kadının anlatımıyla anlamaya çalışıyor seyirci. Önce koku alma duyusu gitmeye başlıyor insanların. Bu duyu yok olmadan önce duygu patlaması yaşıyorlar. Ağlamaya başlayan insanlar, sanki suçluluk duygusu yaşıyorlar. Michael’ın şef aşçılık yaptığı restoran iyi iş yapıyor. Bu duyu gitmeye başlayınca müşteriler gelmez oluyor. Restoranın arka kapısında sürekli sigara içen Michael, dairesinin penceresinde sigara içen Susan’ı görüyor ve tanışıyorlar. Aşk da başlıyor aralarında.

    Tabiat ananın intikamı…

    Filmin senaryosunu, 1958’de Kopenhag’ta doğmuş Kim Fupz Aakeson yazmış. Aakeson, senaryolar yanında romanlar da yazıyor. Geride senarist olarak iyi yapıtlara imza atmasına rağmen, yaratıcılığını ortaya koyduğu filmler buralara pek uğramadı. Filmin senaryosu gerçekten iyi yazılmış ve kurgu da sağlam. Ses efektleri de mükemmel. Yönetmen, filminde sadece Glasgow’dan değil, başka kıtalardan da anlar yansıtıyor. Güney Amerika, Afrika ve Hindistan’dan. Duyularını kaybeden insanların trajedileri her yerden hikâyeye dahil oluyor. Tat alma duyusunu kaybeden insanlar, vahşi hayvanlar gibi yiyeyecekleri oburca midelerine indiriyorlar. Etleri bile çiğ çiğ yiyorlar. Duyma duyusunun yitirildiği anlarda o anı seyirci karakterlerle beraber yaşıyorlar. Sessizliğin sesi var bu anlarda. Duyma yetisini kaybetmek, duyguları da tüketiyor ve insanlar birbirlerine karşı sert davranıyorlar, kırıcı oluyorlar. Şehirler savaş alanına dönüşüyor. Sonra gelense körlük. Her yer kararıveriyor birden. Son fenomen dokunma duyusu hakkında bir şey hissettirmiyor yönetmen. Ama, günümüzün postmodern dünyasında insanlar birbirlerine dokunmaktan çekiniyorlar. Filmin hikâyesinin Glasgow’da geçmesi filme gotik bir atmosfer vermiş. Viktorya dönemi mimarisinin hâkim olduğu şehir, puslu havayla da buluşunca insana kuşatılmışlık duygusu veriyor. Glasgow’da Ortaçağ mimarisi de var. Bu şehre gittiğinizde elbette korkmuyorsunuz, sadece büyüleniyorsunuz. Sinemada virüs salgını üzerine epeyce film var. Francis Lawrence’ın 2007 yapımı “I am Legend – Ben Efsaneyim”, Danny Boyle’un 2002 yapımı “28 Days Later – 28 Gün Sonra”, Juan Carlos Fresnadillo’nun 2007 yapımı “28 Weeks Later – 28 Hafta Sonra”, Breck Eisner’ın 2010 yapımı “The Crazies – Salgın” hemen akla gelen filmler. Elbette, Portekizli yazar Jose Saramago’nun 1995’te yayımlanmış “Ensaio Sobre a Cegueira” romanından, yönetmen Fernando Meirelles tarafından 2008’de “Blindness – Körlük” adıyla sinemaya uyarlanan film de unutulmamalı. Bu roman, “Körlük” adıyla Can Yayınları’ndan çıkmıştı.

    (Bu yazı 26 Ağustos 2011 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayınlanmıştır.)

    (26 Ağustos 2011)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com

    Uzaylıların Şafağı

    Joe Cornish’in yönettiği ve Nick Frost, Jodie Whittaker, John Boyega ile Terry Notary’nin oynadığı Uzaylıların Şafağı (Attack The Block), 26 Ağustos 2011’de M3 Film dağıtımıyla Kalinos Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Uzaylıların Şafağı, genç bir sokak çetesini uzaydan gelen vahşi yaratıkların istilâsının karşısına yerleştiren hızlı, eğlenceli ve korkutucu bir aksiyon ‐ macera.
    Londra’daki bir mahalleyi bir bilimkurgu oyun alanın çeviriyor. Bir apartman blokunu kuşatma altında bir kaleye çeviriyor. Ve sokak çocuklarını da dünyayı kurtaran kahramanlara.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Erden Yazıyor
  • Diğer bağlantılara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Uzaylıların Şafağı yazısına devam et
  • Kral Yolu’nda Süper Babaanne

    Doğa Rutkay, Arda Esen, Murat Soydan ve Nilgün Belgün’ün rol aldığı sinemamızın ilk çocuk – macera filmi olma iddiasındaki Kral Yolu’nun çekimleri Mersin’in Erdemli ilçesinde devam ediyor. Kral Yolu’nun usta oyuncusu Nilgün Belgün “Geleceğimiz olan çocuklarımıza yönelik yapılan bu işte yer almaktan mutluluk duyuyorum” dedi. “Kral Yolu’nda modern, kendim gibi bir babaenneyi oynuyorum” şeklinde konuşan başarılı oyuncu Nilgün Belgün “Kral Yolu filminden sonra birçok çocuk filmi çekilecektir. Çocuklarımızın hayal dünyaları gelişsin istiyorum, çünkü pırıl pırıl çocuklarımız bunu hak ediyorlar” dedi.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Kral Yolu’nda Süper Babaanne yazısına devam et
  • Arka Pencere Dergisi Kanlı Topraklarda

    Arka Pencere Dergisi, 95. sayısında, kapağına Terrence Malick’in Kanlı Toprak’ını (Badlands) yerleştiriyor. Tunca Arslan, Trendeki Yabancı köşesinde, Muhsin Mahmelbeaf’ın romanını yazdı. Klâsik bir başyapıtın incelendiği Aşktan da Üstün köşesinde, Terrence Malick’in 1973 yapımı Kanlı Toprak’ı var.
    Vizyon filmleri eleştirileri arasında Suikast, Arabalar 2, Vampir Cehennemi ve Her Yerde Aşk yer alıyor. Sapık köşesiyle devam eden Arka Pencere Dergisi’nin 95. sayısı, her sayıda olduğu gibi bir Alfred Hitchcock alıntısıyla nihayete eriyor: “MacGuffin aslında hiçbir şey değildir.”

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Arka Pencere Dergisi Kanlı Topraklarda yazısına devam et
  • Çizmeli Kedi (Yönetmen: Chris Miller)

    Chris Miller’ın yönettiği ve Antonio Banderas, Salma Hayek, Zach Galifianakis ile Billy Bob Thornton’un seslendirdiği Çizmeli Kedi (Puss in Boots), 13 Ocak 2012’de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
    Adı dilden dile dolaşan meşhur Çizmeli Kedi, Shrek ile tanışmadan çok önce kasabasını kurtarmak için hayat okulundan mezun, çetin ceviz Kitty Yumuşakpati ve elebaşı Humpty Dumpty ile bir maceraya atılınca kahraman olur. Çizmeli Kedi ve ekibinin başarısız olduğunu görebilmek için her şeyi yapabilecek ünlü haydutlar Jack ile Jill ise işleri daha da karıştırır.

    Çizmeli Kedi (Yönetmen: Chris Miller) yazısına devam et

    18. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali Basınla Buluşuyor

    Son yıllarda yaptığı atılımlar ve Türk Sinemasına verdiği destekle dikkat çeken Uluslarararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin 18.si bu yıl 17 – 25 Eylül 2011 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Sinemanın kalbinin bir hafta süreyle Adana’da atacağı festival ile ilgili bilgi vermek üzere, Adana Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Zihni Aldırmaz, Festival Genel Koordinatörü Ozan Aksu ve Festival Sinema Programları Koordinatörü Kadir Beycioğlu’nun katılımıyla, 23 Ağustos 2011 Salı günü, saat 10:30’da İstanbul Hilton Oteli’nde bir basın toplantısı düzenlenecek.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    18. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali Basınla Buluşuyor yazısına devam et