İşte Sözün -Gerçekten- Bittiği Noktadayız: Bir Eleştirmen Olarak Tamamen Acizim!

HABER AYNEN ŞU:

TRT Basın Müşaviri Birol Uzunay “Tosun Paşa”nın sansürlendiği iddiasıyla ilgili olarak Ramazan ayında TRT’nin yoğun yayın gündemine dikkat çekti. Yayın akışı sırasının bozulmaması için filmin kısaltılması gerektiğini vurgulayan Uzunay, “Diğer programın yayına girmesi için orada 20 – 25 dakikalık bir sürenin kısalması gerekiyordu. Tüm filmi yayımlayıp sadece hamam sahnesini kaldırsak bu sansür olurdu. Ancak bahsedilen şey, filmin genelindeki 25 dakikalık kısaltmada 30 saniyelik bir sahne” dedi. Birol Uzunay sözlerine, “Kesilen başka sahneler de var. Yani orada sansür yok kısaltma var. Yayın planını oturtmak için yapılan bir kısaltma bu” dedi.

Uzunay kısaltmalarla ilgili yapımcılarla bir anlaşma yapılıp yapılmadığı şeklindeki soruya da Uzunay, “Yayın hakkı ve bütün uygulamalar bize ait. Bu bütün kanallarda uygulanan bir yöntemdir. Bir sonraki programın vaktinde yayınlanabilmesi için böyle kısaltmalar yapılır” dedi.

Son cümleyi bir defa daha yazıyorum: BİR SONRAKİ PROGRAMIN VAKTİNDE YAYINLANABİLMESİ İÇİN BÖYLE KISALTMALAR (bir sinema eserinden bahsediyor)YAPILIR!

Bu son cümleyi “üç maymun”u oynayan, “kaygılı ve diken üstünde” Türk sinema sektörüne armağan ediyorum; tepe tepe kullanın!

Ben ise tamamen acizim; ne yazacağımı, hangi sözcükleri kullanacağımı bilemiyorum!

(11 Ağustos 2011)

Ali Ulvi Uyanık

ali.ulvi.uyanik@gmail.com

İstanbul Film Festivali Kapsamında Düzenlenen Köprüde Buluşmalar Film Geliştirme Atölyesi’nden İki Proje Saraybosna’dan Ödüllerle Döndü

İstanbul Film Festivali kapsamında düzenlenen Köprüde Buluşmalar 2011 Film Geliştirme Atölyesi’nden destek alan Mahmut Fazıl Coşkun’un Yozgat Blues projesi ve 2010 projelerinden Ali Aydın’ın Küf (Poşet) filmleri Saraybosna Film Festivali’nde dikkat çekici başarılar kazandılar. Cinelink bölümünde jüri tarafından birinci seçilen Yozgat Blues’un Eurimages’tan 30.000 Avro destek ödülü almasına karar verildi. Finans desteği arayan filmlerin değerlendirildiği Work in Progress bölümüne seçilen Küf (Poşet) filmi ise 80.000 Euro değerinde Post Prodüksiyon ödülü aldı.

  • Basın Bülteni: 1 / 2
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İstanbul Film Festivali Kapsamında Düzenlenen Köprüde Buluşmalar Film Geliştirme Atölyesi’nden İki Proje Saraybosna’dan Ödüllerle Döndü yazısına devam et
  • İlk Kez Yapılacak Olan Çocuk Macera Filmi Kral Yolu’nun Çekimleri Başlıyor

    Önemli atılımlar gösteren Türk sinemasına yeni bir boyut ekleniyor. İlk kez yapılacak olan çocuk macera filmi Kral Yolu’nun çekimleri 12 Ağustos 2011 tarihinde Mersin’de başlıyor.
    Yapımcılığı, geçtiğimiz yıl Nicolas Cage’in başrolünü oynadığı Hayalet Sürücü 2 adlı filmin Türkiye çekimlerini üstlenen Zoom Yapım tarafından gerçekleştirilecek filmin yönetmen koltuğunda Serli Seta Nişanyan oturuyor. Anne ve babası arkeolog olan küçük bir çocuğun dedesiyle birlikte İstanbul’da başlayıp Erdemli’de devam eden macerasını konu alan filmin başrollerinde Murat Soydan, Doğa Rutkay ve Arda Esen oynuyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Türk Sinemasının Enkazını Toparlayan Adam

    50 yılı aşkın bir süredir sinema sektörümüzün içinde yer alan ve akla hayâle gelebilecek her türlü teknik sorunu âdetâ kırmızı renkteki şu meşhur ‘İsviçre ordu çakıları’ gibi çözmesiyle tanınan bir ses ve görüntü sistemleri duayeni Erdoğan Bidav…

    Erdoğan Usta’nın son yıllardaki en öncelikli misyonu ise elde kalan 16 ve 35 mm’lik kopyaları hurdaya dönmüş durumdaki eski Türk filmlerini titiz bir onarım eşliğinde yok olmaktan kurtarıp, televizyonlarda yayımlanabilecek kıvama getirmek!

    Eski dönemlere ait olup, negatif ve pozitif kopyaları artık iyice yıpranmış durumdaki sinema filmlerinin restorasyonu, günümüzde artık yalnızca ABD ve Avrupa’da değil, Türkiye’de de rahatlıkla yapılagelen rutin bir işleme dönüşmüş durumda… Nitekim, ben de yakın geçmişte, özellikle bu konuda öncü bir rol üstlenen İstanbul merkezli şirketlerden VİPSAŞ A. Ş.’nin çalışmalarına ilişkin bazı haberler yapmıştım sinema sayfalarımızda…

    Sözgelimi, Türk sinemasının “Selvi Boylum Al Yazmalım”, “Çöpçüler Kralı”, “Kurbağalar” gibi artık klâsikleşmiş bazı önemli yapıtları son yıllarda hep VİPSAŞ’ta restore edildi ve izleyenlerin şaşkınlıkla karşıladıkları bir görsel-işitsel kaliteye kavuşturuldu. Ses kayıtları boğulmuş, her karesi çizik ve leke içinde kalmış, akışlarında hikâyenin bütünlüğünü bozan kopuklar ve rahatsız edici sıçramalar gözlenen daha pek çok film, VİPSAŞ’ın yaklaşık 1 milyon dolara ithâl ettiği çağdaş bir teknolojik altyapıyla âdetâ günümüzde çekilmişçesine berrak bir görünüme kavuşturuluyor.

    Bütün bunlar elbette ki çok güzel gelişmeler… Fakat, şu da unutulmasın ki restorasyon konusunda uzmanlaşan şirketler yorgun bir filmi “ameliyata yatıracakları” zaman, yapımcısından en öncelikle onun “master kaydı”nı talep ediyorlar. Yani, daha ilk çekildiği zaman kameradan çıkan orijinal negatifini… Dijital restorasyon işlemi ancak o zaman gerçek anlamda verimli olabiliyor çünkü… Bunun dışında, yapımcı şirket uzun yıllar boyunca Anadolu’yu kent kent dolaştığı için hurdaya dönmüş bir ikinci jenerasyon kopya teslim ettiğinde, restorasyon çalışmasını yürüten teknisyenlerin ellerinden de çok fazla bir şey gelmiyor. Yenileme operasyonuna temel oluşturan kopyanın durumu içler acısı olduğunda, ses ve görüntüde mucizevî bir düzelme beklemek abesle iştigâl…

    Pekiyi ya, restore edilmesi istenen yapıt, bırakın kameradan çıkan orijinal negatifini, dünya üzerinde doğru düzgün bir pozitif kopyası bile kalmamış, var olan son 16 ya da 35 mm’lik şeridi de perişan durumdaki çok eski tarihli bir Türk filmi ise ne oluyor?

    İşte, o zaman, Beyoğlu – İstiklâl Caddesi üzerindeki Sadri Alışık Sokak’ın derinliklerinde bulunan “Bidav Telesine” adlı küçücük bir dükkâna, o dükkânın içinde neredeyse tek partili Türkiye yıllarından kalma sinema makineleri, kameralar ve film şeritlerinin arasında sabırla boğuşup duran 73 yaşındaki bir adama başvuruyorsunuz. İlerlemiş yaşına rağmen, sıra işini yapmaya gelince inanılmaz zinde ve çevik olan bu güleç yüzlü er kişinin adı Erdoğan Bidav…

    Kendisi, benim de -bir sinema yazarı ve aynı zamanda bir amatör filmcilik meraklısı olarak- adını bu sektörde ta uzun yıllar öncesinde tıpkı bir “efsane” gibi dilden dile dolaşırken duyduğum, fakat yüz yüze tanışmamızın ancak geçen yıl nasip olabildiği gerçek bir ses ve görüntü teknolojileri duayeni…

    13 yaşlarında atıldığı çalışma hayatında, son 60 yıldır makinist çıraklığından başlayarak kesintisiz bir şekilde sinemayla yatıp sinemayla kalkmış olan Erdoğan ağabeyin yaptığı işi, gazete sayfalarının iki boyutlu yüzeyinde anlatmak o kadar zor ki aslında… Sizlere ancak dilim döndüğünce aktarabilirim bu çok özel adamın sinemamıza verdiği el emeği göz nuru hizmetleri… Girizgâhı kendi koleksiyonculuk serüvenimden güncel bir örnekle yapmak, belki de en doğrusu olacaktır.

    Bundan 7 – 8 ay önce, eBay adlı uluslararası müzayede sitesinden yaklaşık 2 – 3 dakika süreli ve oldukça nadide bir film şeridi satın aldım. Amerikalı bir koleksiyoncunun elinde bulunan bu kısa çekim, İstanbul kentinin 1910’da çekilmiş siyah – beyaz görüntülerini içermekteydi. Gelin görün ki benim film, dünyada artık ne kamerası, ne de gösterici makinesi kalmamış, sürükleme delikleri yanlarda değil şeridin tam orta yerinde gömülü olan arkaik bir model; Fransız Pathe şirketinin bir dönem yaygınlaştırdığı, sonrasında ise yok olup giden 9,5 mm formatındaydı. ABD’den kargoyla gelen küçük bobini nasıl izleyebileceğimi, bu kısacık çekimdeki eşsiz görüntüleri hangi yöntemle kurtarıp gün ışığına çıkartabileceğimi kara kara düşünürken, sektörde tanıdığım herkes, “Bu işi çözse çözse Erdoğan Bidav çözer” diyerek, Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki o mütevazı dükkânı işaret etti.

    Sesi ve görüntüsü yok olmanın eşiğine gelip kullanılamayacak kadar hurda olmuş, kendisini oynatabilecek herhangi bir mekanik sistem kalmamış ne kadar antika film varsa bunları ne yapıp edip modern video bantlara aktarabilmesiyle tanınan Erdoğan ağabey, kendisine duyulan o yüksek güveni benim işimde de boşa çıkartmadı ve ülke içinde tek bir göstericisi bile olmayan 9,5 mm’lik o tarihî “İstanbul filmi”ni bir yolunu bulup beyazperdenin üzerinde sağ salim oynattı; sonra da aynı görüntüleri “telesine” işlemiyle profesyonel bir kasete aktararak bana teslim etti. Bunun için ne ücret mi alarak? Yalnızca 100 TL!

    Aynı işlemi ABD’de, İngiltere’de ya da Fransa’da yaptırmaya kalkışsam canıma okuyacaklarını gayet iyi bildiğim için, böyle bir jest karşılığında kendisine duyduğum saygı ve minnettarlık daha da arttı.

    Yarım Yüzyılı Aşkın Bir Süredir Sinema Sektörünün Hizmetinde

    1938 doğumlu Erdoğan Bidav, Balkan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Eskişehir’de dünyaya gelmiş. Mesleğe radyo tamircisi olarak başlayan Erdoğan Usta’nın çocukluk ve gençlik yılları, babasının memuriyeti nedeniyle kent kent dolaşarak geçmiş. Adana’da önce Erkek Sanat Enstitüsü’nü, ardından da elektrik – elektronik üzerine diğer bazı destekleyici kursları başarıyla tamamladıktan sonra, 1960’larla birlikte yavaş yavaş sinema sektörüne yönelmiş. İlk aşamada sinema salonlarının ses sistemlerini kurmakla başlayan bu ilgi, daha sonra yine başka bir kurstan aldığı “sinema makinistliği” ehliyetiyle daha profesyonel bir boyut kazanmış. O tarihten itibaren de sinema teknolojilerine ilişkin olarak meslektaşlarını fersah fersah aşan düzeyde bir uzmanlık noktasına erişmiş. Sektörün eskilerinin de kabûl ettiği bu tespitim kesinlikle bir mübalâğa değil; öyle ki Erdoğan Usta’ya ormancı baltasıyla paramparça edilmiş bir sinema makinesi kalıntısı verin; bir hafta sonra yanına gittiğinizde onu eskisinden daha bakımlı ve sorunsuz şekilde film oynatır durumda bulabilirsiniz!

    İçi tıklım tıkış eski film şeritleri, her formattan film gösterim makineleri, antika film kameraları ve her ne ararsanız bulunan esaslı bir tamirat setiyle dolu dükkânında Bidav’ın meslekî hatıralarını dinlediğinizde, anlattığı şeylerin aslında Türk sinema tarihindeki çok önemli dönemeçlere işaret ettiğini fark ediyorsunuz. İlk renkli filmler, kömür ışıklı makinelerden lâmbalı makinelere ilk geçiş, ilk çift kanallı / stereo sesli filmler, ilk 70 mm’lik filmler, ilk Dolby Digital 5.1 ses sistemleri… Nitekim, üniversitelerin sinema – TV bölümlerinde okuyan gençler de onun hatıralarının Yeşilçam tarihine ışık tutan değerini keşfetmiş olacaklar ki dükkânı haftanın her günü genç sinemacı adayları ve kıdemli sinema tarihçilerini ağırlıyor. Sözgelimi, Türkiye’de yalnızca Beyoğlu – Emek Sineması’nda bulunan ve 1970’ler boyunca 10 – 15 tane önemli filmin gösteriminde kullanılan 70 mm’lik dillere destan geniş perde sinema makinesini, 1974 yılında bir İngiliz mühendisiyle birlikte o kurmuş. Bunun gibi, daha pek çok salonun sinema makinelerinin bakım ve onarımı, gelişen teknolojilere paralel olarak revize edilmesi, hükmünü uzun yıllar sürdüren tek kanallı / mono donanımların ardından Türkiye’deki ilk stereo ses çıkışlı, hemen ardından da Dolby Digital düzenekli salonların teknik dönüşümlerinde çoğu kez onun emeği var. Son yıllarda bu tür teknik hizmetler daha ziyade yurt dışı bağlantılı ekipler eliyle yürütüldüğü için, ağabeyimiz de çalışmalarında ağırlığı hurdaya dönmüş eski Türk filmlerinin derlenip toparlanmasına vermiş.

    Elinde sinema makinesine takılamayacak kadar hurda şeritler olan her kim varsa soluğu Beyoğlu’ndaki “Bidav Telesine”de alıyor ve Erdoğan Usta’dan filmini kurtarmasını istiyor. Onun ise böyle durumlarda yaptığı işlemler tek kelimeyle akıllara zarar… İki saatlik bir sinema filminin 3200 metre dolayında olduğunu göz önünde bulundurursak, filme ait makaraları tezgâhına takıyor ve neredeyse kare kare fiziksel inceleme yaparak sarıma başlıyor. Bu süreçte de şeridin üzerine yapışmış bant, leke, yabancı madde, yanı sıra sürükleme deliklerinde kırıklar, kötü yapıştırılmış noktalar, oynatımı bozabilecek her ne sorun varsa, gariban pantolonuna yama yapar gibi tek tek onararak ilerliyor. Sabırsız birini çatlatma potansiyeli yüksek olan bu işlemin aşırı yorgun filmlerde iki haftaya kadar yayıldığını da özellikle belirtelim. Ardından, onardığı üç kilometreyi aşkın şeridi üst üste bir kaç kez, üzerine bu iş için üretilmiş özel bir solüsyonun döktüğü narin yüzeyli bir bezle silip, filmi “video transfer”e uygun duruma getiriyor. Son aşamada ise kıra döke ilerleyen o filmi, bir kaydedici kamera ile bir gösterici makineden oluşan telesine sistemine bağlayıp dijital ortama aktarıyor. Artık geri döndürülmez nitelikteki fiziksel yıpranmalar ve kırıklar nedeniyle, transfer amaçlı oynatım da defalarca duraklayarak gerçekleştirilen son derece sıkıntılı bir işlem…

    Ondan bu tür “hayata döndürme operasyonları”nı talep eden belli başlı kuruluşlar ise ya eski Türk filmlerine ait toz toprak içindeki makaraları “kiloyla” satın almış, fakat bunları rahatça oynatabilecekleri video bantlara dönüştürmekte zorluk çeken televizyon kanalları, ya da depolarındaki eski filmleri VCD ve DVD formatında piyasaya sürerek o yapıtlardan yıllar sonra ek bir gelir elde etmeyi plânlayan Yeşilçam’ın kıdemli yapım şirketleri… Eldeki kopya ne kadar kötü durumda olursa olsun, Bidav’ın bugüne kadar “Yapamadım, pes ettim” dediği bir vak’a da çıkmamış.

    Geçtiğimiz Mayıs ayında, mesleğine verdiği 50 küsur yıllık emekleri nedeniyle Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Vakfı tarafından başkente davet edilerek, üniversitede düzenlenen bir törende “teşekkür belgesi”yle onurlandırıldığını öğreniyoruz Erdoğan Usta’nın… Duvarına asmış olduğu o belgeyi bize gururla gösteriyor.

    Günün birinde, gecenin bir yarısında televizyonun karşısında otururken, gözleriniz siyah – beyaz yıllardan kalma, görüntüleri çizik içinde, sesleri yalpalayan, fakat buna rağmen zamanın yıpratıcılığına elinden geldiğince direnerek akıp giden 1940’lar, 1950’ler ya da 60’lardan kalma yorgun görünümlü bir Türk filmine takılırsa, bilin ki o filmin sizlere ulaşmasında Erdoğan Usta’nın şahin gözleri ve mahir ellerinin de ciddi bir hakkı vardır. Klâsik dönem Türk sinemasının artık hiç bir bilgisayarın kurtaramayacağı kadar kötü durumdaki yâdigârlarını günümüzde bile iyi kötü hâlâ izleyebiliyorsak, bunun sebebi onun simgesel bir el hakkı karşılığında ortaya koyduğu hayranlık uyandırıcı sabrıdır.

    * * *

    Sinemacılıkta “telesine işlemi” nedir?

    Batı dillerindeki yazılışı “telecine” şeklinde olan bu işlem, 8, 16, 35, 70 mm ve IMAX formatlı sinema filmlerindeki ses ve görüntünün, televizyon gösterimleri için, herhangi bir kalite kaybına yol açılmadan, dijital yayıncılıkta kullanılan profesyonel video bantlara aktarılması anlamına geliyor. Bunun için de bir tarafında film gösterim makinesi, diğer tarafında ise profesyonel bir video kamera bulunan, her biri kendi yerlerine sabitlenmiş yekpare bir cihaz grubundan yararlanılır.

    Film makinesine takılan bobin, göstericinin objektifinin hemen önünde bulunan yarı saydam bir buzlu camda, ses ve görüntü berraklığı en iyi duruma getirildikten sonra küçük bir resim çerçevesi boyutunda oynatılmaya başlanır. Buzlu camın diğer tarafında bulunan dijital bir kamera da aynı resim çerçevesine odaklanarak camda oynayan filmi bir video kasette kayıt altına alır. Bu sırada sesler ise oynatıcıdan kameraya giden özel bir kablo aracılığıyla aktarılmaktadır.

    Böylelikle, “telesine” işlemi yapılmış, yani şeritten dijital ortama transfer edilmiş film, bir kasetin ya da hard-diskin içinde oradan oraya rahatlıkla taşınarak televizyon yayınlarında daha pratik bir yöntemle gösterilme imkânına kavuşur. O kaset ya da hard-diskten de aynı filmin VCD ve DVD kopyaları üretilir.

    Adana Erkek Sanat Enstitüsü Kimliği

    Bonservis

    Kurs Bitirme Belgesi

    Sinema Makinesi Kullananlara Mahsus Ehliyetname

    (Bu yazı, Yeni Şafak Gazetesi’nin 08 Ağustos 2011 Pazar günkü sinema sayfasında aynen yayımlanmıştır.)

    (10 Ağustos 2011)

    Ali Murat Güven
    Yenişafak Gazetesi Sinema Editörü

    alimuratg@yahoo.com

    Musallat 2: Lanet

    Alper Mestçi’nin yönettiği ve Türkü Turan, Tülay Bursa, Selim Gürata ile Zeliha Güney’in oynadığı Musallat 2: Lanet, 02 Aralık 2011’de Özen Film dağıtımıyla Mia Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Musallat 2: Lanet, insanın hayatında 2 yaşından önce yaşadığı zamanları hiç hatırlayamaması ve o yılların karanlığı üzerine yapılmış korkutucu ve tedirgin edici bir film. Kapkaranlık geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalan öğretmen Elif, yaşadığı tüm sorunların aslında geçmişindeki büyük bir hatadan kaynaklandığını öğreniyor. Elif’in öğrendiği bu büyük hata ise yanlış zamanda ve yerde yapılan, korkunç ve çözülmesi mümkün olmayan bir büyüdür.

    Musallat 2: Lanet yazısına devam et

    Paradoks Sine-Felsefe Yaz Seminerleri 10: The Grapes of Wrath, Kriz, İnanç ve Kolektif Eylem

    SİYAD üyesi felsefeci – sinema yazarı Metin Gönen eğitmenliğindeki Paradoks Sine-Felsefe Yaz Seminerleri, 10. haftasında John Ford’un yönettiği ve başrollerinde Henry Fonda ile Jane Darwell’ın oynadığı Gazap Üzümleri (The Grapes of Wrath) filmini Kriz, İnanç ve Kolektif Eylem başlıklarıyla birlikte inceliyor. Filmde 1930’lu yıllarda ABD’de fakirleşen bir ailenin topraklarını terkederek mevsimlik işler için California’ya doğru yola çıkmaları anlatıyor. Seminer, 07 Ağustos 2011 Pazar günü 11:00 – 15:00 saatleri arasında “Validebağ Adile Sultan Kasrı Öğretmenevi, Kadıköy, İstanbul” adresinde yapılacak.

  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Paradoks Sine-Felsefe Yaz Seminerleri 10: The Grapes of Wrath, Kriz, İnanç ve Kolektif Eylem yazısına devam et