Ölümüne Kaçış (Essential Killing)
Yönetmen: Jerzy Skolimowski
Senaryo: Ewa Piaskowska-Jerzy Skolimowski
Görüntü: Adam Sikora
Oyuncular: Vincent Gallo (Muhammed), Emmanuelle Seigner (Margaret), Robert Mazurkiewicz (Avcı), Geir Marring (Balıkçı)
Yapım: Polonya-Norveç-İrlanda-Macaristan (2010)
Polonya sinemasının yaşayan büyük ustalarından Jerzy Skolimowski’nin “Ölümüne Kaçış” filmi, Guantanamo’ya götürülen Muhammed’in Polonya ormanlarında ölüm kalım savaşını anlatıyor.
Film, Afganistan’da açılıyor. Koalisyon askerleri, Talibanları yerden ve yukarıdan ararken, Taliban militanı yerdekileri pusuya düşürüp vahşice öldürdükten sonra helikopterlerden kaçamıyor ve yaralı olarak Amerikalıların eline düşüyor. Düşen bomba kulaklarını geçici de olsa sağır yaptığından sorgusunda hiçbir şeyi cevaplayamıyor Muhammed. Amerika’ya göre “terörist” Afganlar, turuncu elbise giydirilip ürkütücü işkencelerden geçiriliyorlar. İşte bu mahkûmlar, Amerika için tehdit olduğu için Guantanamo’ya götürülmek için zorlu ve kirli bir yolculuk da yapıyorlar. CIA, izin almadan bazı ülkelerdeki Amerikan üslerini kullanıyor mahkûmları Guantanamo’ya götürürken. Bu ülkelerden biri de Polonya. Muhammed’in de içinde olduğu mahkûmlar Polonya’da uçağa götürülürken, mahkûm arabaları vahşi doğanın vahşi geyiklerine çarpmamak için kaza yapıyorlar ve kimi mahkûmlar yaralanırken, kimileri de firar ediyorlar. Muhammed de firar edenlerin içinde. Kamera, Muhammed’in peşine düşerek bu zorlu kaçışı ve hayatta kalma mücadelesini gösteriyor. Muhammed, Polonya’nın kuzeydoğusundaki gölleriyle büyüleyen Mazury (Masuria) Ormanı’nda hayatta kalma mücadelesi verirken savaşta geçerli kuralları uygulayarak ölmemek için de öldürüyor. Hatta masum insanları bile. Ama, hepsini tüm bunların önüne geçen açlık duygusu. Yeryüzündeki en büyük şiddet açlıktır belki de. Muhammed’in, buzun içine oltasını salarak balık avlayan adamın balığını çaldığı sahneden de daha yakıcı sahneler var filmde açlık üstüne. Muhammed, karınca, hatta ağaç kabuğu bile yiyor. Bebeğini emziren bir annenin memesinden süt bile emiyor. Ama trajedisinden kaçamıyor. Keresteciler ağaçları keserken bir ağaç üzerine devriliyor. Sabah ormana erken gelen bir işçiyi de öldürdükten sonra yaralı olarak Margaret’in çiftlik evinin önünde buluyor kendini Muhammed. Margaret, dilsiz bir kadın. Kocası da sürekli içiyor. Tedirgin bir andan sonra Muhammed’i eve alan Margaret, yarasını sardıktan sonra sabah bir atın üzerinde Muhammed’i yolcu ediyor. Sonunun da ne olduğunu anlıyorsunuz Muhammed’in.
Ders gibi sinema…
1938’de Lodz’da doğan Polonyalı aktör, yönetmen ve senarist Jerzy Skolimowski, Polonya sinemasının yaşayan büyük ustalarından biri olarak kabûl ediliyor. Skolimowski, Roman Polanski’nin ilk filmi siyah-beyaz 1962 yapımı “Noz w Wodzie – Sudaki Bıçak” filmine senarist olarak da katkıda bulunmuştu. Bu filmdeki o muhteşem diyaloglarıysa kendisi bizzat yazmıştı. 1989’da, 8. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde gösterilen ve Jeremy Irons’ı başrolde oynadığı 1982 yapımı “Moonlighting – Kaçak İşçiler”, yönetmen olarak unutulmaz politik filmiydi Skolimowski’nin. Sinemaseverler bu büyük sinemacının yüzünü, David Cronenberg’ün 2007 yapımı “Eastern Promise – Şark Vaatleri” filminde yaşlı Stepan karakteriyle hatırlayabilirler. Filmde, Londra’daki Rus mafyası anlatılıyordu. Kıyıdan köşeden Türk gangsterler de hikâyeye dahil oluyordu filmde. “Şark Vaatleri”, son zamanlarda perdede gördüğümüz en şiddet yüklü filmlerden biriydi.
Ustanın “Ölümüne Kaçış” filmi, hem içerik hem de biçim olarak sinema dersleri veriyor. Sinema okullarında okutulacak bir film bu. 30. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde de gösterilen “Ölümüne Kaçış”ın kamera kullanımı ve kurgusu, gerçeklik üzerine araştırma da yapıyor perdede. Bu hafif el kamerası, sarsıntılı ve sürekli bir şeyleri, gerçekliği arayıp duruyor. Öncelikle Amerikan karargâhında, Taliban ve El Kaide militanlarının sorgu anlarında. Kameranın sarsıntılı ve kaotik tarzda çerçevenin dışına çıkanları aradığında, seyircinin zihni de gerçeklik üzerine bulanıklaşıyor. Kim terörist, kim haklı, bu olanlar nedir, diye. Aslında bir dolu soru insanın zihninden geçip gidiyor. Muhammed ormana geldiğinde, aslında masumiyetin de olmadığını hissetmeye başlıyorsunuz. Skolimowski, bu savaş içindeki filminde şiddetin her türlüsünü gösteriyor seyirciye. Savaş, işkence, hayatta kalmak için öldürme, açlık, vahşi doğa, aile içi çatışma ve birçok şey. Filmde, Muhammed üşüdüğü o karlar içindeki ormanda, geride bıraktığı eşini hatırlayarak zihinsel anlamda ısınıyor sanki. Arada, Kuran’dan ayetler okuyan hocanın sesini de duyuyor zihninde Afganistan’ı ve Taliban’ı düşünürken. Yönetmen bu sahnelerde daha yumuşak ışık kullanmış ve Muhammed’in hissettiği sıcaklığı seyirci de hissediyor. Muhammed’in Margaret’le olduğu anlarda, kadının hayata getirdiği sıcaklığı da perdeden seyirciye ulaştırabiliyor yönetmen. Muhammed’in, bebeğini emziren annenin memesini emdiği sahnede “deja vu” yaşadık, ama sinema tarihinden bir film aklımıza düşmedi bir türlü. Fellini ruhu vardı sanki bu sahnede. Muhammed, filmde bir tek kelime bile konuşmuyor ama bu film, Lehçe ve İngilizce konuşuyor, belirtmeliyiz.
(22 Temmuz 2011)
Ali Erden
[email protected]