Karayip Korsanları’nın dördüncüsü de nihayet gösterimde. Üç boyutlu izlemek de mümkün, babadan kalma iki boyutlu haliyle de… Doğrusu, bir-iki bölüm hariç, üç boyutluluk filme pek bir şey de katmamış, ya da gözlüğün verdiği rahatsızlığı dengelemiyor diyelim. Ancak, denizkızları bölümünün (sır vermemek için ayrıntıları makasladım) 3D’yle güçlenmiş olması mümkün. Gene de, bizim İstinye Park’ta izlediğimiz IMAX kopya tatmin ediciydi.
Filmin kendisine gelince, ilk bölümden beri severim. Johnny Depp’in Kaptan Jack Sparrow’u, gördüğüm en komik ve sağlam tiplemelerden biri. Keith Richards çağrışımı da cabası. Kaldı ki, daha önce başka bir Korsan filminde de karşımıza çıkan emsalsiz Richards burada da Sparrow’un babası Kaptan Teague olmuş. Yaşam Pınarı peşindeki oğlu bilgi isteyince, kırış kırış yüzünü kastederek (çok fazla makyaj da gerekmemiş olabilir) kendisinde yaşam pınarından içmiş bir adam hali bulunup bulunmadığını soruyor. Eye-liner tanıtımı gibi dolaşan kaptanımız ise, terbiyeli bir çocuk olduğunu kanıtlayarak, “Işıklandırmaya bağlı,” cevabını veriyor. Öte yandan, Rolling Stones üyelerinin sağ-salim, dimdik ayakta olmaları bile yeterince hayret verici.
“Pirates of the Caribbean: On Stranger Tides / Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde,” ilk üç filmi yöneten Gore Verbinski’nin değil de, taze kan Rob Marshall’ın imzasını taşıyor. Yapımcıların, ikinci ve üçüncü taksitlerinde, özgün film kadar başarılı olamayan ‘ürün’lerine enerji katma isteklerini doğal karşılıyoruz. Ancak, gişeden yana bir sıkıntıları yoktu, hani. Ayrıca Marshall’ın da bu tür bir filme uygun olup olmadığı tartışılıyordu. Endişeye mahal yokmuş, “Gizemli Denizlerde”nin doğru düzgün aksiyon sahneleri, eskisiyle yenisiyle filme damgalarını vuran karakterleri var. Johnny Depp’in varlığı ise, başından beri serinin temeltaşı olmuştu.
Eskilerden, Kaptan Sparrow’un dostu Joshamee Gibbs (Kevin R. McNally) ve can düşmanı Barbossa (Geoffrey Rush), ona eşlik ediyor. Keira Knightley ile Orlando Bloom artık yok, yaslarını tutmaya da vaktimiz olmuyor. Çünkü perdede iki yeni âşık izliyoruz: bir direğe bağlanmış halde tanıştığımız misyoner Philip (Sam Claflin) ile denizkızı Syrena (Astrid Bergès-Frisbey). Aşkları ikincil bir olay gibi görünse de, hem romantik kalpleri okşayacak, hem de ana hikâyenin gelişiminde önemli bir rol oynuyor.
Kaptan ile Sevilla’daki bir manastırda, ‘romantik’ bir macera yaşadığı anlaşılan korsan Angelica (Penelope Cruz) ve kötülerin kötüsü Blackbeard / Karasakal (“Deadwood”un yıldızı, muhteşem Ian McShane) onları aratmıyor. Hedef ise, Yaşam Pınarı. Rakip gruplar: nedamet getirmiş görünen Barbossa rehberliğinde İngilizler (Kral George’da, bir ‘kameo’da, Richard Griffiths’i izliyoruz), Kral Ferdinand (Sebastian Armesto) liderliğinde İspanyollar, Karasakal ile Angelica, gönülsüz olarak onlara katılsa da Kaptan Sparrow, yelkenlerini püfürdeterek ölümsüzlüğün ardına düşüyor.
Aslında bu pınar için bir kurban, bir muzaffer şahıs gerekli. Bir de gizli ayin. Ponce de Leon’un gemisinden iki kadeh, yaşam pınarı suyu ve bir denizkızından alınma gözyaşı, bu ayinin olmazsa olmazlarını meydana getiriyor. İki kadehe yaşam pınarından alınan su konacak, birine de denizkızının hayli zahmetle elde edilen gözyaşı. Bir kişi diğerinin ömrünü alıp kendininkini uzatırken, diğeri oracıkta can verecek. Herkesin buna ilişkin farklı plânları var.
Bu fanteziden başından beri hazetmeyenler, gene beğenmemiş. İlk filmin dışında Karayip Korsanı tanımayanlar da öyle. Aslında farklı yönlerde gelişen hikâyeler elbette daha hoş olurdu, diyalogların bazen oyuncuları zorladığı da bir gerçek. Öte yandan, kimse de sanat filmi yaptığını iddia etmiyor. Gizemli Denizlerde, serinin diğer filmleri gibi tarihi bir komedi / aksiyon. Oyuncuların performansları da buna uygun. Ben şahsen, çocukluğundan beri sinema salonlarından çıkmamış has bir seyirci safiyetiyle izledim, çok da hoşuma gitti. Besbelli Rob Marshall’ın da iftihar ettiği “denizkızları bölümü”nün gayet etkileyici olduğunu düşünüyorum.
Bu denizkızları, malûm, gemicilerin hem korkulu rüyasıdır, hem de onların çağrısına dayanamazlar. Gizemli Denizler’in, korkutucu bir körfezinde yaşayan denizkızları ise, Ulis’inkilerden de tehlikeli. Ne var ki filme zenginlik katıyorlar, iyi uygulanmış parlak bir buluş olarak varlıklarından hoşnuduz. Meslek hayatına müzikallerde koreograf olarak başlayan Marshall’ın Karasakal’ın asilere iplerle yakalayıp ayakların sallandırdığı sahne ile tekneyi çevreleyen denizkızları bölümünde bu tecrübeden yararlandığı da söylenebilir. Sonuçta yönetmenin, eleştirmenlerin yarıdan çoğunu memnun edemese de, Karayip Korsanları izleyicisine istediklerini sunduğu bir gerçek. İlk hafta açılışı da hiç fena değil. Zaten beşinci filmin senaryosu bitmiş bile. Johnny Depp de, seyirciler beğendiği sürece Kaptan Jack Sparrow’u oynayacağını söyledi.
Dame Judi Dench, kısacık rolünde, Johnny Depp’in cazibesine kapılıp bir anda mücevherinden olan asil kadın sıfatıyla “Hepsi bu mu?” diyordu. Ne diyelim, hem bu, hem değil…
(21 Mayıs 2011)
Sevin Okyay