Siyah Beyaz, sizin ilk uzun metrajlı filminiz. Bir yönetmen olarak Ahmet Boyacıoğlu’nu tanıyabilir miyiz?
1988’den beri sinemanın içindeyim. 8 yıl Ankara Film Festivali Yürütme Kurulu üyeliği yaptım. 1995’den bu yana da Gezici Festival’i gerçekleştiriyoruz Ankara Sinema Derneği’ndeki arkadaşlarla. Sinema daha ağır basınca 1997’de çalıştığım hastahaneden istifa ettim ve yirmi yıllık genel cerrahi kariyerimi bıraktım. 2001 yılında iki kısa film çektim, ikisinde de Tuncel Kurtiz oynadı. 2005 – 2007 yılları arasında Türkiye’nin Eurimages temsilciliği görevini yürüttüm.
Filmin senaryosu da size ait ve bildiğim kadarıyla Ankara da “Siyah Beyaz” adında bir bar gerçekten var. Niçin bu barın filmini yapmak istediniz?
Filmin senaryosu üzerinde yaklaşık yedi yıl çalıştım. Siyah Beyaz, Ankara’da 26 yıldır açık olan bir bar ve sanat galerisi. Benim 1986’dan beri devamlı gittiğim, arkadaşlarımla buluştuğum bir mekân, bir çeşit yaşam alanı. Sahipleri Fulya ve Faruk Sade, çok yakın arkadaşlarım. İlk filmim (kısa film) Cenaze Töreni’ni de orada çekmiştim, çok sinematografik bir yer. Siyah Beyaz’ı ve müdavimlerini, o bardaki dostluklar anlatan bir film yapmayı yıllardır plânlıyordum.
Filmin hazırlık ve çekim aşamalarından bize biraz bahsedebilir misiniz?
Aslında 2008 Temmuz ayında çekimlere başlamayı plânlamıştık, ancak zaman darlığı nedeniyle gerekli hazırlıkları tamamlayamadık. Bunun üzerine çekimleri 2009 Temmuz ayına erteledik. Bu ertelemenin çok büyük faydasını gördük çünkü hazırlanmak için bir yıl zamanımız oldu. Bu süre içinde oyuncu kadromuzu ve teknik ekibimizi yavaş yavaş oluşturduk ve plânladığımız gibi 29 Haziran 2009’da çekimlere başladık.
Filminiz için bir Ankara filmi oldu diyebilir miyiz peki?
Siyah Beyaz, biz Ankaralılar için önemli bir mekân. Yıllardır birçok ressamın ve heykeltıraşın sergilerine ev sahipliği yaptı, birçok sanatçının, gazetecinin ve politikacının uğrak yeri oldu. Böyle bir mekânı konu alan film, şüphesiz birçok insan tarafından “Ankara filmi” olarak değerlendiriliyor. Ama diğer taraftan Siyah Beyaz’ın müdavimleri arasında yer alan birçok kişi de artık İstanbul ve Bodrum’da yaşıyor. Filmin öyküsünü ele aldığımızda, uzun süren ve bozulmayan dostlukları anlattığı için, filmin böyle dostlukların var olduğu her yerde de geçebileceğini düşünmek gerekiyor.
Filminizi izleyen Siyah Beyaz bar müdavimleri arasından; “Aaa filminde beni anlatmışsın” diyenler çıkacak mıdır?
Siyah Beyaz’ın bazı sahnelerinde barın müdavimlerini zaten figüran olarak kullandık, dolayısıyla birçok insanın beyazperdede kendini barın içinde görme şansı var. Diğer yandan filmde anlatılan karakterler barın müdavimlerinden yola çıkılarak yaratıldığı için birçok insanın filmde kendini bulması gayet doğal. Gerçek hayatta da barın sahibi olan Faruk Sade, filmde Taner Birsel tarafından canlandırılıyor.
Bir de şu konu çok dikkatimi çekti, filmin karakterlerinden Muzaffer kalp krizi geçirdikten sonra daha sakin bir yaşam sürmek istiyor ve sümüklü böcek besleyerek vaktini geçiriyor. Muzaffer’in bu sakin yaşam isteğini neden sümüklü böcek beslemekle temsil ettiniz?
Erkan Can’ın canlandırdığı Muzaffer, filmdeki en kurmaca karakter. 40 yaşında kalp krizi geçirdikten sonra işini bırakıyor ve hayatını yavaşlatma kararı alıyor. Kedi veya köpek yerine sümüklü böcek beslemesi de hayatını yavaşlatmasının bir göstergesi gibi. Filmin çekimlerini sırasında sümüklü böcekler hakkında çok şey öğrendik. Örneğin sümüklü böcekler saniyede 1 mm yol kat ederlermiş. Salgıları keskin cisimler üzerinde yürüseler bile onları yaralanmaktan korurmuş, dolayısıyla bir sümüklü böceğin bir jiletin üzerinde yürümesi bile mümkünmüş.
İlk uzun metrajlı filminizde bu kadar ünlü ve başarılı oyuncuyu bir araya getirmeyi nasıl başardınız?
Aslında çok kolay oldu. Tuncel Kurtiz yıllardır projenin içindeydi hatta onun canlandırdığı Ahmet Nihat karakteri için senaryo aşamasında uzun süre birlikte çalıştık. Diğer oyuncuların çoğu da senaryoyu okuduktan bir gün sonra projeye dahil oldular.
Filmin internet sitesinden takip edebildiğim kadarıyla, film her şehirde değil sadece belli yerlerde gösterime giriyor. Bu bir tercih miydi, yoksa zorunluluk mu?
Şu an 53 kopya ile başta Ankara, İstanbul, İzmir olmak üzere 11 kentte gösterimdeyiz. Film önümüzdeki haftalarda diğer kentlerde de gösterime girecek.
Gelelim doktorluk geçmişinize, aslında bir cerrahsınız; sinema hayatınıza nasıl girdi?
Çocukluğum beri iyi bir sinema izleyicisiydim. Almanya’da 1977 – 1985 arasında genel cerrahi ihtisasımı yaparken sinema tarihinin bütün klâsiklerini izleme ve arşivleme şansına sahip oldum ve çok büyük bir sinema kitaplığı oluşturdum. Türkiye’ye döndükten sonra da 1986’da Oscar Filmleri adlı bir kitap yazdım, o sırada Ankara Film Festivali’ni yapmaya hazırlanan Sayın Mahmut Tali Öngören ve ekibiyle tanıştım. Ondan sonra da sinema benim için en önemli uğraş oldu.
Röportajımız burada sona eriyor tüm sinemaseverlere ve sadibey.com okuyucularına son olarak ne söylemek istesiniz?
İyi Seyirler dilerim!…
Röportaj için teşekkürler…
(30 Nisan 2010)
İlayda Vurdum