Beyaz Bant (Das Weisse Band)
Yönetmen-Senaryo: Michael Haneke
Kurgu: Monika Willi
Görüntü: Christian Berger
Oyuncular: Christian Friedel (Öğretmen), Leonie Benesch (Eva), Ulrich Tukur (Baron), Ursina Lardi (Barones), Burghart Klaussner (Papaz), Rainer Bock (Doktor), Carmen-Maja Antoni (Ebe), Josef Bierbichler (Kahya), Ernst Jacobi (Anlatıcı)
Yapım: Almanya-Avusturya-Fransa-İtalya (2009)
Büyük usta Michael Haneke’nin “Altın Palmiye” kazanan “Beyaz Bant” filmi, kuzeydeki bir Protestan köyünde Alman kültürünün genlerindeki karamsarlıkla yoğrulmuş şiddet duygusunun ruhuna tanıklık ettiriyor.
Bu siyah-beyaz filmin hikâyesi, 1913 – 1914 arasında kuzeyde, Saksonya’da Almanya’da bir Protestan köyünde geçiyor. Uzun adı “Das Weisse Band – Eine Deutsche Kindergeschichte – Beyaz Kurdele – Bir Alman Çocuk Hikâyesi” olan “Das Weisse Band – Beyaz Bant”, Protestan bir köy üzerinden Alman toplumundaki adalet duygularını perdeye yansıtıyor. Şiddet, suç, gizem, ahlâk ve ikiyüzlü durumların peşine düşen büyük usta Michael Haneke, bu filmiyle 62. Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” kazanmıştı. Sinemaseverleri, “buz soğukluğunda” filmleriyle tedirgin eden Haneke, “Beyaz Bant” filmiyle de aynı duyguları yaşatıyor. Haneke bu filminde, yaşlı terzinin yaşlı dış sesiyle hikâyesini anlatıyor seyircisine. Geçliğinde kuzeydeki o köyde koro müziği öğretmeni olan yaşlı ses, o günü, o kazayı hatırlıyor sisler çökmeye başlamış zihniyle. Olayları tam olarak çözümleyemese de, 1. Dünya Savaşı öncesi bu köyde zihninde kalanları aktarıyor sesiyle yaşlı adam. Görünürde sessiz ve sakin bu köyün ruhunun içinde neler dolaşıyordu? Yüzleri gülmeyen çocukların aralarındaki sırlar neydi? Masumiyet, saflık ve sevgi bu kuzeyli köye uğramış mıydı hiç? Muhafazakâr ahlâkın sinsiliğini ve ikiyüzlülüğünü yansıtan Haneke’nin bu filmi, her şeyi yaşlı sesin zihninde kalanlarla yansıtmaya çabalamış. Gerçekten perdede görünmeyen bir sis var. Kamera, o görünmeyen sisin içinde dolaşarak gizemlerle kuşatılmış ortak sırları aralamaya çalışıyor. Yaşlı sesin anlatıkları bitse bile seyircinin zihni yine de karışıyor finalde. Bu dingin anlatımlı filmde görünmeyen sis gibi kaos da var.
Gizemlerin içinde…
Güneşli bir bahar gününde köyün doktoru, toprak ağası Baron’dan ödünç aldığı atıyla hızla köye girdiğinde at bir şeye takılır ve doktor hastanelik olur. İncelemeler sonucunda atın ayağı bir kordona takılmış ve doktor yere düşerek yaralanmıştır. Bu kordonu kimin döşediğini kimse bilmiyor köyde. Bu gizem sürerken, Baron’un kereste fabrikasında köylü bir kadın ölür. Ardından Baron’un lahana tarlası talan edilir. Papaz ve ailesi, öğretmen ve dadı Eva, ebe ve “down sendromlu” oğlu Karli, Baron Armin ve ailesi öne çıkıyorlar hikâyede. Doktor hastaneden köye döndükten sonra hikâye de az da olsa anlamlaşmaya başlıyor. Doktor, köyün ebesiyle yıllardır ilişkide olan biri. Sonunda yaşlandığı için belki de ebeyi aşağılıyor ve ebeden uzaklaşıyor. Doktorun karısı, ebeyle kocasının arasındaki bir sırrı bildiği için mi ölmüştür birkaç yıl önce. Yetişmekte olan bir kızı ve küçük bir oğlu olan doktor, kara filmlerdeki karakterler gibi gizemleri anlamlaşmaya başladıkça hikâye de anlamlaşmaya başlıyor. Ama, yine de çocukların gizemi boşlukta kalıyor gibi. Aslında yönetmen, isteyerek bazı şeyleri boşlukta bırakarak seyircisini de zihinsel olarak hikâyeye katmak istiyor. Belki de yönetmen, boşlukları seyircilerin algılarının doldurmasını istiyor. Bu hikâyede, bazı şeylere tanık olan köyün öğretmeniyle Baron’un bebeğine dadılık yapan güzel Eva arasında aşk da öne çıkıyor gizemlerin içinden. Polisiyelerin tadındaki gizemler gibi sırların ortasına düşerken, bir toplumun sosyopsikolojisini de anlamaya çabalamalı belki. Köyde aileler geniş. Ailelerin çok çocukları var. Yoksulluk içindeki köylüler daha çok Baron’a muhtaçlar. Çünkü onun uçsuz bucaksız tarlalarında ve kereste fabrikasında çalışıyorlar. İşsiz kalırlarsa aileri de aç kalabiliyor. Bu yüzden Baron’a tam bir itaatkârlar. Baron’un lahana tarlasını talan ettiğinden şüphelendiği çiftçi (Branko Samarovski), ailesine bakamadığı için kendini asıyor utanç içinde. Köylülerin muhtaç olduğu Baron, despot bir yapıda. Barones (Ursina Lardi) bile Baron’un sert kişiliğine dayanamıyor ve köyü terk edip memleketi İtalya’ya gidiyor bir süreliğine. Köyde, papaz disiplinli bir insan. Papaz, saflığa ve iyiliğe metafor yapan beyaz kurdeleleri çocuklarına takıyor. Onlara güveni tam olduktan sonra kurdeleleri çıkartıyor. Köyün öğretmeni sessiz, müziğe yakın, yalnız ve aşkı bulduğunda hemen peşinden gidiyor. Ya doktor? Tuhaf ve gizemli olaylardaki şiddet sanki bir ritüel gibi. Büyük usta Haneke, bu filmi için, “Şiddetin her türününün kökeni (dini, siyasi ve doğal) hakkında” demişti. Bu toplum Nazileri böyle yaratmıştı içinden. Alman Protestanlığının diktatörlüğünün ortaya çıkmasında bir rolü var diyor Haneke. Alman ruhu, karamsar ve karanlık dehlizlerin ortasında. Bu kültürel genler onları kadere benzer bir melodramın içine itiyor sürekli. 1. Dünya Savaşı patladıktan sonra Haneke de hikâyesini burada sonlandırıyor.
(28 Nisan 2010)
Ali Erden