İhanet Çemberi

29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’ni de bitirdik. Festival de günümüzdeki açılım modasına uydu ve Türkiye’de gösterime giren ilk Kürtçe film olan Min Dit’e verdiği ödüllerle açılımcıları sevindirdi. Öte yandan Semih Kaplanoğlu’nun Berlin Film Festivali’nde ödül kazandığı Bal ile birkaç kez sahneye çıkması da Türk Sinemasının iyi yolda olduğunu gösterdi. Her ne kadar birisinin 6 yaşında Diyarbakır’dan ayrılan ve yaşamını Almanya’da sürdüren, Kürtçe bilmeyen bir yönetmen tarafından Kürtçe çekildiği, diğerinin de cemaatçe esintiler taşıdığı konusunda yorumlar yapılsa da iki filmin başrollerindeki çocuk oyuncuların gösterdiği büyük başarı sinemamızın geleceği açısından önem taşıyor. Dikkat çekmekte fayda var, sinema sektörünce, daha bir ay kadar önce açıklanan Yeşilçam Ödülleri’nde, 3 filmde rol almış olan 16 yaşındaki Elit İşcan’a En İyi Genç Yetenek ödülü verilirken, nasıl oluyorda film festivali sektörünce, henüz tek filmde rol almış olan daha küçük yaştaki Şenay Orak’a En İyi Kadın Oyuncu Ödülü veriliyor, anlayan beri gelsin.

Reha Erdem’in Yarışma Dışı bölümde gösterilen başyapıtı Kosmos’un Şamanizm’den de esintiler taşıması ile 6 yönetmenli Kars Öyküleri’nde ezanın Türkçe okunması gibi bölümlere, birde üstüne, ticari sinemalarda gösterilen İvedik ve Damacana gibi filmlere bakarsak sinemamızın her yönde başarıyla ilerlediğini görüyoruz.

29. Uluslararası İstanbul Film Festivali, ülkemizde son yıllarda düzenlenen film festivalleri içinde her açıdan en doyurucu olanıydı. 15 film seyrettiğim festivalde gösterilen filmler içinde -vizyonda ve daha önceki yıllarda gördüklerim hariç- beğendiklerimi şöyle sıralayabilirim: Aşkın Son Mevsimi, Babil’in Oğlu, Bay Hiçkimse, Kansız, Kars Öyküleri, Kontrol Limitleri, Mao’nun Son Dansçısı, Matmazel Chambon, Paris’te Son Konser.

Bu yıl festivalin en dikkat çeken olayı kuşkusuz Emek Sineması’nın yıkılacağı söylentileri üzerine yapılan protesto gösterileri oldu. Her sinemasever Emek Sineması’nın restore edilerek aslına uygun şekilde muhafaza edilmesini istiyor, bundan şüphe yok. Ancak tarihsel sinemaların bölünme aşamalarında kimseden ses çıkmamasını da hatırlamak gerekiyor.

Yaşlanmış sinemaseverler Sinepop Sineması’nın Yeni Ar Sineması adıyla faaliyet gösterdiği yıllarda girişinin sokak ile aynı düzeyde olduğunu, eski fuayenin salona katıldığını, şimdiki fuayenin sonradan oluşturulduğunu ve sinemanın balkonunun 2. salon haline getirildiğini bilir. Keza Alkazar Sineması’nın da balkonunun ayrılarak 3. salon haline getirildiğini hatırlarız. O kadar ki en üstteki salonun makine dairesi aylarca çatının üstüne kondurulmuş baraka halinde durmuştu. Bu seneki festivalin birinci klâsik sineması haline gelen Atlas Sineması’nın girişindeki pasajın, sinemanın parter denilen ana salonu olduğunu, salonun arkasında güzelim localarda film izlemenin keyfine doyulmadığını gençler bilmez. Keşke o zamanlar da şimdiki gibi sinemaseverlerin sesi çıksaydı ve bu güzelim sinemaları orijinal halleriyle geleceğe taşıyabilseydik.

Film gösterimleri sırasında verilen bir anket formunda sinemaseverlere: “Hangi sinemalarda film izlersiniz?” ve “Seneye festivalin hangi sinemalarda yapılmasını istersiniz?” gibi sorular soruldu. Bendeniz istemeye istemeye, gönülsüz mönülsüz de olsa Levent Cinebonus Kanyon, Esentepe Cinebonus Astoria, Nişantaşı City’s AVM ve Maçka Cinebonus G-Mall Sinemaları’nın adlarını yazdım. Aslında gönülsüz mönülsüz değil de gönüllü mönüllü yazdığımı da parantez içinde belirteyim. Neden? Şundan: Sağolsun Beyoğlu sinemaları ve çalışanları -istisnaları var tabi ki- sinemaların altın çağından gelen alışkanlıklarını sürdürdüklerinden olsa gerek festival sırasında yer gösterme faaliyetleri sırasında olsun, tuvalet ziyaretleri sırasında olsun seyircilere karşı azarlar gibi davrandılar. O nedenle festival seneye de Beyoğlu’nda yapılırsa 3,5 TL olan bilet fiyatlarının 7 TL.na çıkarılmasını ve 3,5 TL.nın personele dağıtılmasını, bilet ücreti haricinde seyirciden herhangi bir ücret alınmamasını öneriyorum. Ayrıca bayan tuvaletlerinde oluşan yoğunluk nedeniyle zaman zaman erkek tuvaletlerinin bir kısmı da bayanlara tahsis edilmeli. Malûm erkek milleti ifrazatının bir kısmını ayakta da def edebiliyor.

(18 Nisan 2010)

Sadi Çilingir

[email protected]

İstanbul Film Festivali’nde Tavla Turnuvası

29. Uluslararası İstanbul Film Festivali programının Dünya Festivallerinden bölümü kapsamında izleyiciyle buluşan filmlerden Stefan Komandarev’in yönettiği Koca Dünyada Kurtuluş Pusuda adlı film festivalde bir Tavla Turnuvası düzenlenmesine ön ayak oldu. Oyunun felsefesini anlatan ilk sinema filmi olma özelliğini taşıyan filmden yola çıkarak düzenlenen ve 09 Nisan Cuma günü Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) üyeleri arasında başlayan Tavla Turnuvası, 12 Nisan Pazartesi günü saat 16:00’da Akbank Sanat’ta gerçekleştirilecek çeyrek final maçlarıyla devam edecek.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Film hakkında yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İstanbul Film Festivali’nde Tavla Turnuvası yazısına devam et
  • 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde 10 Nisan’da Neler Oldu?

    29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde 10 Nisan Cumartesi günü saat 13:30’da Atlas Sineması’nda yapılan Mao’nun Son Dansçısı filminin gösterimine yönetmen Bruce Beresford da katıldı.
    Yönetmen, yıllar önce Atatürk ile ilgili bir film yapmak istediğini, ancak Ermeni gruplardan aldığı tehdit yüzünden bu çalışmayı gerçekleştiremediğini belirtti. Beresford, film için daha önce oyunculuk deneyimi olmayan, profesyonel dansçılarla çalışmış. Saat 16:00’da Yeni Rüya Sineması’nda gerçekleştirilen Yabani Otlar’ın gösterimine ise filmin başrol oyuncusu Anne Consigny de katıldı.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde 10 Nisan’da Neler Oldu? yazısına devam et
  • Genç Victoria

    Jean – Marc Valle’nin yönettiği ve Emily Blunt, Rupert Friend, Paul Bettany ile Miranda Richardson’ın oynadığı Genç Victoria (The Young Victoria), 16 Nisan 2010’da Pinema Film dağıtımıyla Pinema Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Kraliçe Victoria’nın genç yaşında iktidara yürüyüşünün öyküsü. Filmde, Kraliçe Victoria’nın kraliyet ailesi içindeki iktidar kavgalarının nesnesi olmaktan, Prens Albert ile yaşadığı romantik yakınlaşmaya ve dillere destan evliliğine değiniliyor. Britanya tarihinin en uzun süre tahtta kalan kraliçesi Victoria’nın entrikalarla örülü öyküsü, İngiliz oyunculardan oluşan kadrosuyla daha da güçleniyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Ulvi Uyanık Yazıyor
  • İranlı Ünlü Yönetmen Cafer Panahi’nin Tutukluluğu Sürüyor

    Yurt dışında yaşayan İranlı bir sinema yazarının bildirdiğine göre İranlı ünlü yönetmen Cafer Panahi’nin tutukluluk hali hâlâ sürüyor ve her gün sorgulanıyor. Cafer Panahi’nin dünya kamuoyundan kendisi için özel bir çaba beklemediği, tanınmayan tutuklu kişilerin durumlarından tedirginlik duyduğu da verilen bilgiler arasında. Herhangi bir somut suçlamada bulunulmayan Panahi’nin seçimlerde muhalefeti desteklediği, Montreal’de jüri üyeliği yaparken muhalif parti simgesi yeşil atkıyı boynundan eksik etmediği için tutuklandığı sanılıyor.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İranlı Ünlü Yönetmen Cafer Panahi’nin Tutukluluğu Sürüyor yazısına devam et