Şark Oyunları (Iztochni Pies – Eastern Plays)
Yönetmen-Senaryo: Kamen Kalev
Müzik: Jean-Paul Wall
Görüntü: Julian Atassanov
Oyuncular: Christo Christov (Itso), Saadet Işıl Aksoy (Işıl), Ovanes Torosian (Georgi), Nikolina Iancheva (Niki), Hatice Aslan (Işıl’ın annesi), Kerem Atabeyoğlu (Işıl’ın babası)
Yapım: Waterfront (2009)
Itso’yu oynayan Bulgar oyuncu Christo Christov, bu filmin çekimlerinden sonra vefat etti. Film, birdenbire bitiyor ve insanı hüzünlü bir boşluğun içerisinde bırakıyor.
Evet, tutumanamış ressam Itso’ya hayat veren Christo Christov (1969-2008), bu filmin çekimlerinde vefat etti. Yönetmen de bu filmini Christo Christov’a adamış. Bir de Sofya’ya. Bu şehir, bir belgesel gibi yansıyor perdeye. Sofya’nın sokaklarında peşine kameranın takılıp dolaştığı yenik ressam Itso’nun gerçek hayatta da hayata yenilmesi belki hüzün çöktürecek üzerinize. Gerçekten insanın üzerine bir hüzün çöküyor. Itso, kısacık da olsa bir aşk yaşadığı Işıl’ın peşinden İstanbul’a geliyor ve hikâye birdenbire bitiyor. İnsan hüzünlü bir boşluğun içindeymiş gibi hissediyor birden kendini. Başkarakterin gerçekten öldüğünü öğrenince hüzün daha da çoğalıyor.
Modern Bulgaristan’dan…
Film, Avrupa Birliği’ne üye olmuş modern Bulgaristan’dan hikâyeler anlatıyor. Babası başka bir kadınla yaşayan lise öğrencisi Georgi, evde mutsuz. Arkadaşı onu önce bir dövmeciye götürüyor, sonra da dazlakların içine. Irkçı Neo-Naziler, öncelikle Türklere ve çingenelere karşı nefret dolular. Televizyondan yansıyan aşırı sağcı bir politikacının çingeneler üzerine konuşması insanı gerçekten sarsıyor ve utandırıyor. Irkçılık, en büyük insanlık suçu değil miydi? Hikâyelerin birbirine bağlandığı filmin önünde kaybetmiş ressam Itso var. Resimden bir yere varamamış Itso zorunlu olarak bir mobilya atölyesinde marangoz olarak çalışıyor. Belki de kaybetmiş bir insanın kederiyle sürekli içiyor Itso. Bir de sevgilisi var Niki adında. Niki de oyunculuk dersleri alıyor. Almanya’ya giderken Sofya’da bir gece geçiren bir Türk aile de hikâyeye dahil oluyor. Aile, gecenin içinde dazlakların saldırısına uğruyor ve rastlantıyla oradan geçen Itso’yla Işıl’ın yolları kesişiyor ve küçük bir aşk hikâyesi başlıyor. Aileyi hastaneye götüren Itso, kardeşi Georgi’nin dazlakların içinde olduğunu fark ediyor. Filmin hikâyesi derinleştikçe önyargıların her şeyi kuşattığı fark ediliyor. Filmi seyrederken Bulgaristan’da neo-nazi ırkçılığın neden bu kadar yoğun olduğunu ve öncelikle Türklere yöneldiğini anlayamıyorsunuz. Sofya’nın içerisinde dolaşırken sanki Türkiye’den bir şehir gibi Sofya. Hatta Bulgaristan’ın köyleri bile Anadolu’nun köylerine benziyor. Hatta Bulgarlar bile bize ne kadar benziyor. Yunanlılar gibi. Yönetmen, şehirleri ve mekânları seviyor. Bu filminde asıl başrolde olan Sofya şehriydi. Bu şehrin sokakları ve her şeyi filme ruh katıyor. Itso’nun, Sofya’ya sabah inerken yaşlı adama yardım ettiği sahne gerçekten büyüleyiciydi. Mekânlar da çarpıcı yansıyor filmde. Öncelikle Itso’nun yaşadığı ev. Bu filmde Saadet Işıl Aksoy’a da övgü göndermek gerek. Bu muhteşem oyuncu göründüğü an bir hale sarıveriyor perdeyi. Bu büyücü oyuncu Avrupalı yönetmenleri de büyüleyecek belki. Kieslowski usta yaşasaydı onu hemen keşfederdi.
(08 Nisan 2010)
Ali Erden