Dünyayı Anlamak Yetmez, Hadi Onu Değiştirmeye Çalışalım

Soul Kitchen, Fatih Akın filmografisinde çok farklı bir yerde duruyor. Ama bir o kadar da gerçek Fatih Akın’a en yakın yerde duruyor. Filmin her köşesinde Akın’ın dünya görüşünden, yaşam tarzından bir iz var. Kimbilir belki de Akın, bir daha bu denli bohem bir film çekmeyecek. Kendisinin de söylediği gibi belki zamanla egoları ve başarı sorumluluğu onu daha başka dertlere sürükleyecek. O yüzden bu film ile ilgili söyleyeceğim en net ve kestirme yorum; Fatih Akın bu filmi “iyiki yapmış” olur.

Bir komedi yapmak, kimi zaman bir dramdan çok daha fazla emek ve mesai ister. Bayağılaşmadan ve çok fazla bel altı vurmadan mizah yapmak da oldukça zordur. Ufak tefek handikaplarına rağmen Soul Kitchen’in iyi bir komedi olma başarısını gösterdiğini düşünüyorum. Filmdeki oyuncuların çoğu yine Akın’ın filmlerinde görmeye alıştığımız hem de çok sevdiğimiz oyuncular, özellikle Birol Ünel’i izlemek çok büyük bir keyif benim için. O yüzden Soul Kitchen’in hem Fatih Akın için hem de Fatih Akın sinemasını sevenler için yıllar sonra bile çok ayrı bir yerde duracak bir film olacaktır diye düşünüyorum.

İnsanın kendisini en iyi hissettiği yer evi, en iyi ifade ettiği dil de anadilidir. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun dizelerindeki gibi; “Birisi ana dilin, elin ayağın kadar senin, ana sütü gibi tatlı, ana sütü gibi bedava. Nenniler, masallar, küfürler de caba. Ötekiler yedi kat yabancı.” Akın’da bunu yapıyor, memleketi ve evi Hamburg’ta ağırlıyor izleyicilerini… Soul Kitchen, her şeye rağmen “ev”de olmanın güzelliğini anlatıyor. Akın, aynı zamanda “ev”ini kaybetmemek için ne kadar ileri gidersin sorusunu soruyor? Kapitalizm ve kentsel dönüşüm meselelerine de el atan Soul Kitchen, dünya meselelerine de kayıtsız kalmadan iyi bir komedi yapılabileceğini dosta düşmana ilân ediyor.

Sonuç olarak Soul Kitchen gerçekten eğlenip kafanızı dağıtabileceğiniz bir film. Öyle şahane senaryolar, büyük oyunculuklar yok belki ama iyi hissettiriyor. Dünyanın bir köşesinden çok renkli bir fotoğraf var elimizde ve biz bu fotoğrafı bir yerlerden tanıyoruz. Nihayetinde Hamburg ya da Sulukule, ne fark eder; dünyanın her yerinde “evlerimiz” leş kargalarının tehditleri altında. Gogol Bordello’nun Sulukule için yazdığı dizelerle, Soul Kitchen şerefine bir kadeh de biz kaldıralım. “Kentsel dönüşüm tuzağına, yeni bir otopark adına, kültürün üstüne dökülen asfalta… Üstümüzden geçiriyorlar buldozerleri, satın alabilirlermiş gibi binlerce yıllık tarihi…

İnanıyor musun, emir kesebilir mi demiri? Mahalleli taştan çıkarırken ekmeğini… Uyandır komşunu! Uyandır dostum komşunu! Uyandır katliama! Benim nabzım Barrios atar! Benim nabzım Soweto atar! Benim nabzım Sulukule atar! Benim nabzım getto atar!”

(07 Ocak 2009)

Gizem Ertürk

08 Ocak 2010 Haftası

“Amelia”, uçsuz bucaksız gökyüzü ile engin denizin bütünsel sınırsız özgürlüğünde en büyük tutkusunu gerçekleştiren ve Atlantik’i tek başına geçen ilk kadın pilot olan Amelia Earhart’ın, 1937 yılında sadece bir seyir görevlisiyle çıktığı dünya turunda, Pasifik’te uçağıyla birlikte kaybolmasından önceki son dokuz yılını, klâsik, hatta akademik bir dille anlatıyor. Kadın pilotların ve tabii bağımsızlıklarını işleriyle geliştiren tüm kadınların idolü Amelia’nın, ismini en iyi şekilde paraya dönüştürüp uçuşları için finansmanı bulan, sonradan koşul sürerek evleneceği yayıncı G. P. Putnam ile olan ilişkisi, filmin cazibe merkezi. Yani iki Oscar ödüllü Hilary Swank ve her daim çekici Richard Gere ile kırk milyon dolar bütçe, Bayan Mira Nair’e teslim edilmişse, bu bizlerin zevkle izleyeceği ‘eli yüzü düzgün’ bir film için… Senaryo ortağı da, “Rain Man” ile Oscar almış Ronald Bass zaten. Dolayısıyla gelişimi ve sonu belli bu otobiyografik dramda heyecan aramayın. Ruhu kanatlanan her cesur kadına ithaf edilmiş gibi. İzleyin ve rafa kaldırın. Peki, ben neden siyah beyaz TRT’de izlediğim, 1976 TV filmi “Amelia Earhart”ı ve canlandıran Susan Clark’ı hâlâ unutmadım?

“Gir Kanıma”, ıssız, gri, yalnız ülkede, 80 başlarında, Soğuk Savaş bitmemişken, anne ve babası ayrılmış Oskar ile ‘uzun süredir 12 yaşında olan’ vampir kız Eli’nin ‘şans’ eseri tanışması üzerine kurulu. Sevgiden dışlanmış ergenlik çağı insanı ile vampirin arkadaşlığının, bu ‘yaşamayan’ dünyadan kaçış için tünelin sonundaki ışık gibi görünmesi, ilgi çekici; politik aynı zamanda. Sert bir korku gibi fakat sert bir korku gibi olmayan, klâsik vampir filmleri özelliklerini kullanan ama hem de gözünüzün içine sokmayan filmde ‘buz gibi’ etkili görüntüler ve yer yer devreye giren müzik, uykunun rem döneminde rüya görüyormuşçasına huzursuzluk verebilir.

“Kırık Kucaklaşmalar”, kara filmlerden esinle, saplantıların kozasında gelişen tutkuların, tesadüflerin kışkırtıcılığında yuvalanan aşkların, kıskançlığın kör ettiği duyguların mantıksızca buyurganlığında sergilenen gücün, çılgınlığın cesaretle seviştiği bağlılıkların ve gizemli kadınların, estetiğin tanımı kadınların, şüphe duyulan kadınların hikâyelerini anlatan Almodovar’dan bir kolaj. Yönetmenin tek bir filmini bile izlememiş olanlar için ideal bir deneyim. İhaneti, riyakârlığı, sırları akıtan farklı damarlarla beslenen öykünün kalbinde klâsik bir trajedi var: Zengin / güçlü adam, ‘sahibi olduğu’ genç kadının delicesine âşık olduğu yazar-yönetmenle birlikteliğine ölümle müdahale edecektir! Bir “puzzle’ın parçalarını birleştiren öykülemeden ve asıl, oyuncuların canlılığından zevk alacaksınız: Keskin ve net bir stil tabii. Mizah da olmazsa olmaz: Film içinde filmde, bir kısa güldürü başyapıtı olan sahneye dair farklı kurgular, sinema denilen ‘hin sanat’a dair bir Almodovar dersi.

“Ninja’nın İntikamı” için mazrufa değil zarfa bakıyorum ve sadece şunu söylüyorum: Stilize şiddetin, ‘kendine özgü’leştirilmiş dövüş ve aksiyonun keyfini çıkarın; dijital kanların da tadını almaya çalışın… “V for Vendetta”nın (yönetmenin bir önceki işi) hatırı ve artık bir kadın olan Larry (Lana) Wachowski’nin (yapımcılardan biri) mutluluğu için.

(07 Ocak 2010)

Ali Ulvi Uyanık

[email protected]

Altyazı Dergisi’nin Ocak Sayısı Bayilerde

Altyazı Aylık Sinema Dergisi, 2010’un ilk sayısında Pedro Almodóvar’ın son filmi Kırık Kucaklaşmalar’ı kapağına taşıyor. Almodóvar’ın yanı sıra, Woody Allen ve Stephen Frears gibi iki usta ismin son işleri hakkındaki yazıları da derginin Ocak sayısında bulmak mümkün. Kim Kiminle Nerede? Allen’ın New Yorklu entelektüel kesim üzerinden geliştirdiği mizahına geri dönüşünü müjdeliyor. Stephen Frears’ın ihtişamlı bir aşk hikâyesi anlattığı Aşkım ise yüzyıl dönümü Paris’inde geçen bir dönem filmi. Son dönemde adından sıkça söz ettiren üç film, Yahşi Batı, Soul Kitchen ve Vavien ise geniş söyleşilerle Altyazı’nın son sayısında yer alıyor.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Altyazı Dergisi’nin Ocak Sayısı Bayilerde yazısına devam et