Bir sinema filminde başrole ne dersiniz? Hem de hayatınızın rolü… Filmde sadece siz varsınız… Kulağa hoş geliyor değil mi? Su katılmamış aptallar aranıyor, daha bol ne var ki? Sen, ben, hepimiz… Dünyanın sonuna az ya da çok katkıda bulunan bizler başroldeyiz.
Küresel ısınma mı dediniz? Buzullar mı eriyor? Biz de çevreciyiz nihayetinde… Dikkat ediyoruz, meselâ ışıkları falan açık bırakmıyoruz, muslukları kapatıyoruz. İçim rahat, üzerime düşeni yaptım. Ama şu yel değirmenlerini kaldırın lütfen, manzaramı bozuyor…
Yılmaz Erdoğan, Aptallık Çağı’nın ön gösteriminde yaptığı konuşmada çok akıllıca bir gönderme yaptı. Erdoğan, filmden önce Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nü açıp “aptal” sözcüğünün anlamına baktığını söyledi. Aptal’ın Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ndeki karşılığı; “zekâsı pek gelişmemiş, zekâ yoksunu, alık, ahmak, alık salık” olarak veriliyor. Bunların içinde “ahmak” sözcüğüne dikkat çekiyor. Ahmak: “Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal…” Zekâsı gelişmemiş değiliz, hatta zekiyiz de, diyor ama bu ahmak olmamıza engel değil. Çevremde öyle çok ahmak var ki… Hem çok zeki ahmaklar…
İngiliz belgesel film yönetmeni ve iklim değişikliği aktivisti Franny Armstrong’un yönettiği “Aptallık Çağı” dünyanın sonunun gelmesi için elinden geleni ardına koymayan insanlığın, bir nevi kendi zaman ayarlı bombasını nasıl yaptığını anlatıyor. Hâlâ şansı varken iklim değişikliğini durdurmak için hiçbir şey yapmayan insanlığın son zamanlarını 10’dan geriye doğru sayıyor.
Çekimleri 3,5 yılda tamamlanan animasyon ağırlıklı, belgesel-kurmaca Aptallık Çağı, tıpkı Greenpeace gibi, hiçbir kurum ve kuruluşun yardımını kabûl etmiyor. Bu yüzden Aptallık Çağı tamamen bireysel çabalarla yapılmış bir bağımsız film.
Sokağa Çık, Eylem Yap, Ses Çıkar
Irak savaşının gerçek yüzü, Afrika’daki açlık ve sefalet, tüketim çılgınlığı, iklim değişikliği… Kısacası kapitalizmin yol açtığı tahribatlar filmde bir bir gözler önüne seriliyor ve bu illetten tez elden kurtulmak için birlikte harekete geçme mesajı veriliyor.
Filmin en büyük derdi, aralık ayında Kopenhag’ta düzenlenecek BM İklim Zirvesi’nde acil önlemler alınmasını sağlamak. Tabii en başta hükümetleri dünyadaki sıcaklık oranını iki derece düşürerek sabitlemeleri ve gezegenimizi insanlar ve diğer canlılar için yaşanabilir hale getirmeleri için global emisyon düzeylerini azaltacak uluslararası bağlayıcı anlaşmalar yapmasını sağlamak geliyor.
Bu konuda en büyük görev dünyanın duyarlı insanlarına düşüyor. Oturduğumuz yerden bizden önceki kuşaklara bizlere ne kadar berbat bir dünya bıraktıklarını söylemek anlamsız. Küresel ısınmaya karşı bilgi sahibi olmalı, neler yapabileceğimizi tartışmalı, insanların dikkatini çekmeliyiz. Sokağa çıkmaktan korkmamalı, direnmeli, eylem yapmalı, gürültü çıkartmalıyız…
BKM ve Dell Türkiye katkılarıyla 09 Ekim’de BKM’de vizyona girecek filmi daha çok insanın izlemesini sağlamak herkesin boynunun borcu olmalı diye düşünüyorum. Tabii filmi izledikten sonra da kolları sıvamak gerekiyor. Filmle ilgili daha detaylı bilgiyi bültenden okuyabilirsiniz. Ayrıca www.ageofstupid.net ve www.greenpeace.org/turkey sitelerini ziyaret etmeyi unutmayın.
Sona Adım Adım
Emperyalizm dünyayı ve içindeki her şeyi fokur fokur kaynatırken biz omuz silkmeye devam ediyoruz. Kasırgalar, seller, hızla artan kanser ve daha bizleri bekleyen nice felâketler sonun sinyalleri… Birilerine dur demenin vakti geldi de geçiyor bile… Dünyanın sadece 50 yılının kaldığından söz ediliyor ve biz hâlâ umursamadan, hiçbir şey yokmuş gibi yaşamaya devam ediyoruz. Arkadaşım Zeynep Günay ile birlikte geçtiğimiz yıl Türkiye Yeşilleri’nin kurucu üyelerinden Gültekin Tetik ile konuyla ilgili uzun bir söyleyişi yapmıştık. Bir bölümünü tekrar burada paylaşmak istedik.
Ormanda yürürken ağaçların arasında ormanı fark edememek gibi insanlar da yaşadığı evrenin farkında değil. Empati kuramıyor. Bindiği dalı kesiyor. Doğayla savaşmayı marifet sanıyor. Ağaçları kesiyor, denizi kirletiyor, hayvanları öldürüyor, havayı kirletiyor… Sadece kendisini düşünerek bencil davranıyor.
Halbuki gezegen, insanlara öyle güzellikler bahşediyor ki bunları anlar ve barış içinde yaşarsak bu güzelliklerin de farkına varabiliriz… İnsan dışında var olan her şeyde simbiyotik bir denge var. Bütün yaşam zincirleme birbirine bağlı. Bu uyumu tek bozan; insan…
İnsan doğaya aykırı bir varlık mı?
Bir örnekle açıklamak gerekirse, şu an kullandığımız her cep telefonu 10 ağaca denk geliyor. Dünyadaki katalog ihtiyacı için bir ayda tam 8 milyon ağaç katlediliyor. Gezegendeki ağaçlar hızla yok oluyor. Ağaçlar karbondioksiti emiyor. Bize tertemiz bol oksijenli bir hayat vaad ediyor. Ağaçların yok edilmesi çölleşme ve hava kirliğini de beraberinde getirmeyi de unutmuyor.
Buzullar da hızla eriyor. Buzulların erimesiyle ortaya çıkabilecek felâketler neler?
Buzullar 2012 yılında çok ciddi bir şekilde erimiş olacak. Buzulların güneş ışığının yansıtıcı özelliğini ortadan kaldırdığını düşünürsek güneş ışınları direk deniz tarafından emilecek ve de suyun ısısı değişecek. Deniz suyunda oluşan değişim tuzluluk oranını etkileyecek. Akıntıların yönü ters dönmeye başlayacak. Dünyanın elektro-manyetik dengesi bozulacak. Kutupların da değişmesine neden olacak olan bu oluşum dünyanın patlamasına ve bütün yaşamın bitmesine neden olabilir.
Dünyanın her yerinde yaşanan doğal afetlerin küresel ısınmayla bağlantısı var mı?
Tabii ki… Şu anki sonuçları kasırgalar, fırtınalar şeklinde görünüyor. Geçen sene Japonya’da 10 tane kasırga olayı yaşandı. Bunların hiçbiri basına bildirilmedi. Yaşanan her şey bir felâkete dönüşüyor. Bu felâketler iklim bozukluklarını beraberinde getiriyor. Kar yağmıyor. Çok ciddi bir sorun. Kar yağışı; su için, mikropların kırılması için, bitkilerin tohumlanması için hayati öneme sahip.
Kanser gittikçe yaygınlaşıyor. Çernobil’in verdiği zararlar görmezden geliniyor. Örneğin; Karadeniz’den gelen her şeyde radyasyon var. Çay, fındık, mısır vb. Devam eden bu süreç içinde hâlâ Türkiye’de nükleer santraller, termik santraller yapılmaya çalışılıyor. Bu hem kansere hem de küresel ısınmaya neden oluyor. Karbon kökenli enerji kaynakları; petrol, doğalgaz, otomobil, fosil yakıtlar… Ciddi anlamda küresel ısınmaya davetiye çıkarıyor.
Japonya’da bahsettiğiniz kasırgalardan neden insanlar haberdar edilmiyor?
İnsanların korkup, sivil toplum kuruşlarına yönelmelerinden korkuyorlar. Ben de Türkiye Yeşilleri’ne bağlı olmasam öğrenemezdim.
Türkiye Yeşilleri’nden biraz bahseder misiniz?
Türkiye Yeşilleri temel ilkeri; insan hakları, hayvan hakları, doğaya saygı, ekolojik bilgelik, çok renklilik, demokrasi, yerellik… Yeşillerle çalışmak için kuşkusuz bu düşüncelere sahip olmak gerek.
Uygarlık ve teknoloji aslında insanlara ve doğaya yarardan çok zarar veriyor…
Kızılderililer, ilkel komünal toplum yaşantısını -Abojinler gibi- başarıyla uygulamış doğayla uyum içinde yaşamasını çok iyi bilen varlıklar. Zaten onlara Amerikan yerlileri tanımı daha uygun… Onlar gibi düşünmeyi öğrenmek gerek. Aslında kendimizi uygar diye tanımlarken uygarlığın bir vahşete dönüştüğünün farkında değiliz. Her şey arsızca sömürülüyor. Bu sömürü geçici fayda getiriyor. Para kazanma, uygarlık inşa etme gibi… Bunları yaparken kendimizi öldürdüğümüzün farkında değiliz… “Son ağaç kesildiğinde, son ırmak kuruduğunda, son balık öldüğünde, insanlık paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak…” O zamanlar söylemiş Kızılderililer, ama biz uygar insanlar bunu hâlâ anlayamıyoruz.
Kapitalizmin her daim daha çok paraya ihtiyacı var. Bu da insanları sürekli tüketmeye programlamaktan geçiyor…
Evet, Kapitalizmin çok paraya ihtiyacı var. O yüzden bizi sürekli tüketmeye yöneltiyor. Gerek yapılan reklâmlar, gerek özendirici yaşam hikâyeleriyle insanlar oyalanıyor. Ne yazık ki para karın doyurmayacak ve bizim varlığımızı sağlamayacak. Yok olmamızı sağlayan bir kısır döngü kapitalizm… Paraya endeksli kâr amaçlı bir sistem olduğu için insanların yararı için değil tam tersine mevcut şirketlerin para kazanmasına yönelik. Bunun sonu yok. Çünkü dünyadaki kaynaklar sabit. Bu yüzden ben paranın gezegenden kalkması gerektiğine inanıyorum. Meselâ, bu binayı altınla doldurduğumuzu düşünelim. Dünyada da yeterince yiyecek kalmadığını… Bu altınları yiyebilir miyiz? Hayır. Altına bu değeri biz veriyoruz. Aslında hiçbir değeri yok. Yiyecek ve su gelecekte altından, uranyumdan çok daha değerli olacak, çünkü olmayacak. Ne yaparsanız yapın elde etmek mümkün olmayacak.
Küresel ısınmayı durduramazsak bizi nasıl felâketler bekliyor?
İnsanlığın şu anki nüfus artışına göre 100 yıl sonra insanların yaşam alanı, ayakta yan yana yer kalacak şekilde olacak. Temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için, kişi başına minimum 1,5 dönüm temiz toprak ve su gerekli. Bu hesap üzerinden ilerlersek, gezegenimiz üzerinde 50 yıl kadar bir ömür kaldı. Kadınlar yıkanamayacakları için saçını kesmek zorunda kalacak… Kimyasal, sentetik maddelerle temizlenip, kimyasal ve sentetik elbiseler giyecek. Çöp dağlar oluşacak. Su ve yiyecek yetmeyeceği için çölleşme başlayacak, iklim göçleri oluşacak, terör oluşacak, kaos oluşacak, deniz suyundan faydalanmak isteyen fabrikalar oluşacak ve deniz suyunda karbon olduğu için insanlarda ciddi sağlık sorunları oluşacak. Tatlı su bulamayacak insanlar! İnsan ömrü 30 yaşına kadar kısalacak, cilt ve deri kanserleri yayılacak.
Bu kadar ciddi bir tehlikeyi insanlar neden görmezden geliyor?
İnsanların aptal olduğunu düşünüyorum. Eisenstein ve Aziz Nesin’le hem fikirim bu konuda. İnsan psikolojisine baktığımızda çok büyük sorunlarla karşılaştığında insanlık başka şeyleri görmezden gelmeyi tercih ediyor. Devekuşu gibi başımızı kuma gömmeyi tercih ediyoruz. Polianna’cılık oynamanın kimseye faydası yok. Gelecek gelecektir. Kaçınılmaz olarak biz bunları yaşayacağız. O nedenle bir an önce yaşamak ve devamlılığımızı sağlamak için acil önlemler almamız gerek.
Nasıl önlemler almalıyız?
En kökten çözüm kapitalizmin ortadan kalkması… Para amaçlı yaşam ve üretim biçimlerinin yok etmek gerekiyor. Daha sonra temiz enerjilere yönelmemiz gerek. Rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi, jeo-termal enerji, Bio-tüp enerji ki bunların hepsi Türkiye de mevcut. Fakat bunun ötesinde insanın mantık olarak hayat biçimini değiştirmesi gerek. Bizim yaşam anlayışımız kapitalizmin bize dayattığı tüketime yönelik. Yaşam anlayışımızı bir an önce değiştirip bu kadar tüketmekten vazgeçmemiz gerek. Bu kadar enerjiye ihtiyacımız yok. Ana fikir olarak insanların tüketim çılgınlığından kurtulması, yaşam alışkanlıklarını değiştirmesi, (bu kadar otomobile de gerek yok. Toplu taşıma araçları var, bisiklet var. Yürüme parkurları, bu kadar alışveriş ve alışveriş merkezleri) enerji tüketiminin azaltılması, mevcut enerji kaynaklarının da temiz enerjiye dönüşmesi gerekiyor.
Merak Etmiyor musun?
Cep telefonu çılgınlığının sonu nereye gidiyor?
Cep telefonu güvenlik standartları yeterli midir?
Cep telefonuyla konuşmak gerçekten hasta eder mi?
Çocukların ceple konuşması ne kadar risklidir?
3G teknolojisinin bilinmeyen tehlikeleri neler?
Cep ve baz istasyonları doğal çevre ve hayvanlar için de zararlı mı?
Cep telefonları dışında evimizdeki radyasyon yayan cihazlar hangileri?
Kendimizi ve çocuklarımızı korumak için ne yapmalıyız?
Elektromanyetik dalgalarla insan zihni kontrol edilebilir mi?
Evimizin yakınındaki sağlığımızı tehdit eden baz istasyonlarını nasıl kaldırtabiliriz?
İnsanların yoğun ama gözü kapalı olarak kullandığı ve hayatlarını kolaylaştırdıklarına inandığı her “şey”e karşı özel bir ilgisi olan Hayykitap, Prof Dr. Selim Şeker’in Cep Tehlikesi kitabını yayınladı. Teknolojinin karanlık yüzünü deşifre etmekten hoşlanan Hayykitap bu özel kitabı dünyanın gidişatından endişe eden herkese sunuyor. Sözüm 3G’nin getirdiklerini değil götürdüklerini merak edenlere… Türkiye’nin “anti-radyasyon amcası” olarak da tanınan Şeker 10 soru 10 cevap formatıyla insanlara gerçekleri gösteriyor.
Herkese huzursuz seyirler, rahatsız okumalar…
(08 Ekim 2009)
Gizem Ertürk