Mustafa Altıoklar’a Cevap: Ev Sahibini Bastırmak Diye Buna Denir

Birgün Gazetesi’nin 10 Ağustos 2009 tarihli sayısında, Zahit Atam’ın yaptığı “Mustafa Altıoklar’ın Hikayesi: Basın ve Linç” başlıklı söyleşide, Altıoklar sinema eleştirmenlerine yine veryansın ediyor; bu arada “Asansör”ün çalıntı olduğuna dair suçlamalar bahsinde benim ismimi anıyor. (Sadece ön adım geçiyor, ama sinema yazarları çevresinde hiç adaşım olmadığı için kimi kastettiği açık.) Beni neredeyse “müfteri” konumuna iten itham ve iddialarına karşılık, cevap hakkımı kullanarak aşağıdaki açıklamayı yapma ihtiyacı duyuyorum.

Gazetede tam sayfa yayımlanan söyleşinin önemli bir bölümü, yönetmenin toptan bir mağduriyet psikolojisi içinde basın tarafından linç edildiği, dışlandığı, görmezden gelindiği iddialarına ayrılmış. Bu konudaki en güçlü dayanağı da, “Asansör”e yöneltilen hırsızlık suçlamaları olmuş. Altıoklar’ın, filmleri eleştirmenler tarafından kıyasıya eleştirilmiş, ‘en kötü 10 Türk filmi’ listelerine alınmış, (söyleşi dizisinin başlığında belirtildiği gibi) “dertli” bir yönetmen olması ayrı bir konu. “Asansör”ün senaryosunun çalıntı olduğu gerçeği ise, tamamen ayrı ve daha ciddi bir mesele. Birinin varlığı ötekini dışlamaz.

“’Asansör’ filmi bir Fransız yazarın ‘Yırtıcıların Alacakaranlıkta Savaşı’ adlı bir romanından çok etkilenerek, ama o romanı alıp büyük oranda değiştirerek yapılmış bir filmdi” dedikten sonra şunları anlatıyor Altıoklar: “Filme konu olan [‘romanı konu alan’ demek istiyor] bir başka Belçika filmi varmış, ondan haberim bile yoktu. Ben filmin post-prodüksiyonunu bitirirken haberim oldu, Cine 5 göstermiş. Filmi çekerken o filmi görmemiştim bile. Filmi montajdan sonra izledim. Romanı birebir sinemaya aktarmışlardı. Film Cine 5’te yayınlanır yayınlanmaz bizim çok akıllı eleştirmenlerimiz şöyle bir başlık attı: ‘Yavuz Hırsız’. Ve bu 8 sütuna manşetti. Kişiliğime hakaret var, yaptığım işe hakaret var, esere hakaret var. Kim olduğunu hatırlamıyorum, günahını almayayım ama Necati gibi kalmış aklımda.”

Altıoklar doğru hatırlıyor, o yazıyı ben yazmıştım. Sekiz sütuna manşet değildi, başlığı da tam öyle değildi, ama bunlar ayrıntı… Asıl şu konuda yanılıyor; sözkonusu yazı “Asansör”ün Belçika yapımı filmle değil (filmi henüz görmemiştim), Henri-Frederic Blanc’ın çok beğendiğim romanıyla olağanüstü benzerliği üzerineydi. O zaman kitabı okumuş “Asansör”ü de sonuna kadar izlemiş biri olarak, bugün yine hiç tereddütsüz savunacağım gibi, filmin kitaptan intihal olduğunu yazmıştım. Hoş, bu konuyu benden başka bir çok yazar/izleyici dile getirdi. Kitabı bilenler kitaptan, öteki uyarlamayı görenler ise filmden arak olduğunu yazıp çizdi. O zamanki yazılar internette mevcut değil, ama şimdi bile kitabın adıyla “asansör” kelimesini google’a girip arama yapınca, bu yönde pek çok kanaata rastlanabilir. (Bir okur mektubu: “Kitabı alıp okumaya başladığımda hayal kırıklığına uğradım. Çünkü kitap 1999’da Mustafa Altıoklar’ın çektiği ‘Asansör’ filmi ile aynı içerikteydi. Birkaç nokta hariç benzerlik cidden had safhadaydı.” Ya da bir Eksisözlük yazarının görüşü: “[roman] ‘vahşi oyunlar’ adıyla sinemaya uyarlandı. mustafa altıoklar’ın ‘asansör’ denen rezilliği de bu filmden uyarlandı ya da araklandı.”)

Mustafa Altıoklar, muhteşem bir savunma mekanizmasıyla, bu eleştirileri şöyle gerekçelendiriyor söyleşide (gramer hatalarına dokunmadan aktarıyorum): “Kendi zekâlarından biraz -megaloman da bir söylem de olsa söylemeden geçemeyeceğim- daha zeki olan bir zekânın karşısında saygı duymak yerine dayak atmak gibi bir ilkellik bu.”

Kitabı okuyan ve ortalama bir zekâya sahip olan herkes (Altıoklar gibi “zeki bir zekâ” olması gerekmiyor), filmi izlediğinde bu kitabın uyarlaması ile karşı karşıya olduğunu anlar; aradaki fark, filmin romanın yapısını aynen alıp içeriğini tamamen boşaltan çok kötü bir uyarlama olması. Hakkını yemeyelim; yönetmen ince bir zekâ kıvraklığıyla “Asansör”ün jeneriğine “falanca romandan esinlenilmiştir” diye bir not eklemişti. Ne var ki bu, senaryonun intihal olduğu gerçeğini değiştirmez. Siz kalkıp bir romanın dramatik yapısını ve hikâye örgüsünü yağmalayıp bundan bir film yapacaksınız; sonra da “esinlendim işte canım” deyip işin içinden çıkacaksınız. Senaryoya da kendi imzanızı atacaksınız. Altıoklar ne derse desin, dünyanın her yerinde bunun tek bir adı var: İntihal!

“Adaptation pirate turque!”

Kitabı okuyup filmi izlememiş olanlar, dilerse bütün bu dediklerimi yine de “iddia” olarak kabûl edebilir. Acaba ‘ev sahibi’, yani romanın yazarı bu konuda ne düşünüyor? Bunu merak edenler, lütfen internete girip şu linke tıklayıversin:

http://theatre-namur.be/press/151648660886_press.doc

Karşınıza Henri-Frederic Blanc’ın kendi yazdığı bibliyografisi çıkacak. (Üzerinde adres ve telefonları da yazıyor, meraklısı arayıp doğruluğunu teyit edebilir.) Yazarın yazdığı tüm eserler, onlardan yapılan uyarlamalar, vs ile birlikte listeleniyor. “Combat de fauves au crepuscule”ün, yani dilimize Halil Gökhan tarafından çevrilen “Yırtıcıların Alacakaranlıkta Savaşı”nın altında da, kitaptan yapılan film, tiyatro, dans, vb. uyarlamalar arasında, gelin görün ki “Asansör”ün de adı geçiyor! Ama aynen şu şekilde:

“Adaptation cinématographique pirate turque de Ozen Film (Asansör, de Mustafa Altioklar, 1999)” Türkçe meali: “Özen Film tarafından Türk korsan sinema uyarlaması (Asansör, Mustafa Altıoklar, 1999)”

Gördüğünüz gibi, Altıoklar’ı linç etmeye meraklı olan sadece bizim eleştirmenler değilmiş. Şimdi Altıoklar’a düşen, ya bu ağır “iftira”dan ötürü romanın yazarı Blanc’i dava edip kendini aklamak, ya da meslek hayatı boyunca bu gerçekle birlikte yaşamaktır. Bugün, tüzüğünde herhalde korsanla mücadele misyonu da bulunan Film Yönetmenleri Derneği gibi bir kurumun başkanı olması ayrı bir ironi tabii…

(20 Ağustos 2009)

Necati Sönmez

Türkiye Dağ Filmleri Festivali, Ülkemizi Fransa’da Temsil Edecek Fotoğraf ve Filmler Arıyor

Fransa’da Türkiye Mevsimi başlığı altında 01 Mart 2010 tarihine kadar sürecek olan 400’ü aşkın etkinlik Türkiye ve Fransa Dışişleri ve Kültür Bakanlıklarının himayesinde, İKSV ve CulturesFrance’ın işbirliğiyle gerçekleştiriliyor. Mevsim kapsamında Autrans Dağ ve Macera Filmleri Festivali’nin onur konuğu olan Türkiye Dağ Filmleri Festivali, Türkiye dağ kültürünü Fransız’lara tanıtmak amacıyla, Türkiye’den dağ ve doğa fotoğrafları ile filmleri arıyor. 11 Eylül 2009′a kadar yapılabilecek başvurular için gerekli şartname, form ve detaylı bilgiler www.dagfilmfest.org adresinden edinilebiliyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Kocaeli Geleneksel Yerli Filmler Haftası

    Umut Sanat Ürünleri T. A. Ş. Kocaeli’nde işletmekte olduğu NCity AVM ve Outlet Eurimages Sinemaları’nda 14 Ağustos 2009 – 17 Eylül 2009 tarihleri arasında Kocaeli Geleneksel Yerli Filmler Haftası gerçekleştiriyor. Her yaz gerçekleştirilen aktivite bu yıl bir aydan fazla sürecek. Filmler seçilirken, her kitleye hitap eden, gösterildiği yıllarda ilgi görmüş, festivallerden ödül kazanmış filmler olmalarına dikkat edidi. 6 TL bilet ücreti ile gösterilecek filmlerden bazıları şunlar: Ağır Roman, Babam ve Oğlum, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, Derman, Eğreti Gelin, İstanbul Kanatlarımın Altında, Milyarder, Mine, Seni Kalbime Gömdüm, Yol.

  • Film Bilgileri
  • Seanslar
  • Beyazperdede 3 Boyut “Kırmızı Halı”da

    Kanal 24, Kırmızı Halı’nın bu haftaki dosya konusu Beyazperdede 3. Boyut. Zoom’da mercek altına alınan film Kız Kardeşimin Hikâyesi (My Sister’s Keeper), Haberler’de ise Amerika’da 2009’un en iyi filmi seçilen Issız Adam ve Asya Oscarlarına aday olan Atalay Taşdiken’in Kız Kardeşim’i var. Kırmızı Halı, evde film seyretmek isteyenlere Şampiyon (The Wrestler) ve Tiffany’de Kahvaltı (Breakfast at Tiffany’s) adlı filmleri öneriyor. Bu hafta vizyona girecek Kan Gölü (Eden Lake) ve Tıkanma (Choke) filmlerinden ilk görüntüler, yine Kırmızı Halı’da. Kırmızı Halı, Perşembe akşamı saat 20:00’de Kanal 24 ekranlarında.

  • Basın Bülteni
  • Tarantino’dan Bir Armağan

    Soysuzlar Çetesi (Inglourious Basterds)
    Yönetmen-Senaryo: Quentin Tarantino
    Kurgu: Sally Menke
    Görüntü: Robert Richardson
    Oyuncular: Brad Pitt (Aldo Raine), Mélanie Laurent (Shosanna Dreyfus), Christoph Waltz (Albay Landa), Diane Kruger (Bridget von Hammersmark), Daniel Brühl (Zoller), Eli Roth (Çavuş Donovitz), Jacky Ido (Marcel), Sylvester Groth (Goebbels), Martin Wuttke (Hitler), Julie Dreyfus (Francesca), Til Schweiger (Çavuş Stiglitz)
    Yapım: Universal-Weinstein (2009)

    Sinemanın büyük yönetmenlerinden Quentin Tarantino’nun 2. Dünya Savaşı atmosferinde geçen hayali filmi ‘Soysuzlar Çetesi’, sinema anlarıyla sinemaya bir armağan film gibi. Unutulmaz ve belleğe yazılan görüntülerin olduğu bu film Tarantino sinemasında bir başyapıt belki de.

    Quentin Tarantino, hem geçmiş filmlerini çağrıştıran hem de farklı bir filmle geldi. 62. Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” için yarışan “Inglourious Basterds-Soysuzlar Çetesi”, 2. Dünya Savaşı yıllarında Fransa’da geçiyor. Filmin açılışı da gerçekten vurup geçiyor sinema adına. Tarantino, 2004 yapımı “Kill Bill I-II” filmindeki gibi hikâyelere bölmüş filmini. Her bölümün bir adı var, tıpkı “Kill Bill”deki gibi. Tarantino, bu filminde geçmişteki kendi filmlerinin ruhuna da dokunuyor. Sinemada “spagetti western”in büyük ustası Sergio Leone’ye de selâm gönderiyor yer yer. Tarantino, bir an seyirciye Leone’nin (1929-1989), “spagetti üçlemesi”nin son filmi 1966 yapımı “The Good, the Bad and the Ugly-İyi, Kötü ve Çirkin” filminin ruhunun içerisinde dolaşıyormuş duygusunu da yaşatıyor. Filmdeki “iyi” Shosanna, “kötü” Aldo ve “çirkin” de Landa… Fonda, Ennio Morricone’nin tadını veren müzikler de duyuluyor. Tarantino filminde Ennio Morricone ustanın başka filmlerde kullandığı bestelerini de kullanmış. Bunun yanında Dimitri Tiomkin, Charles Bernstein, Elmer Bernstein, Lalo Schifrin gibi ustaların da çeşitli filmlerde kullanılmış bestelerine de yer vermiş Tarantino. Ne chansonlar, ne de 2. Dünya Savaşı yıllarındaki Fransız direnişçilerinin dinlediği ve onları anlatan bir müziği de kullanmamış yönetmen.

    Birinci Bölüm (Bir zamanlar Nazi işgâli altındaki Fransa): Gözünden hiçbir şey kaçmayan zeki ve acımasız “Yahudi Avcısı” Albay Hans Landa, Perrier LaPadite’in (Denis Menochet) çiftliğine gelir. Landa, duygulara ve ortamlara göre hareket eden, ardından da ulaşmak istediği bilgilere rahatça ulaşan biri. Sanki “an”ların tadını çıkartıyor Landa. Yahudi komşuları Dreyfusleri evinin mahzeninde saklayan LaPadite, bir noktadan sonra gözyaşları içinde konuşmak zorunda kalıyor. Bir genç kız olan Shosanna Dreyfus, bu katliamdan kurtuluyor. Paris’te teyzesinden kaldığını söylediği sinema salonunu işletiyor. En büyük yardımcısı da, belki de sevgilisi, siyahi makinist Marcel.

    İkinci Bölüm (Soysuzlar çetesi): Başını Lando’nun çektiği Yahudi Amerikan askerlerinden oluşan “Soysuzlar Çetesi”, Nazi askerlerini buldukları yerde infaz ediyorlar. Lando, çetesine kuralları söylerken Apaçiler gibi Nazilerin derilerini yüzmelerini söylüyor. Çete çok acımasız ve irkiltici bir şiddetle Nazileri öldürüyor. Çavuş Donny Donowitz, elinde beyzbol sopasıyla vahşice ve acı içinde inleterek katlediyor Nazileri. Bir grup Nazi’yi katleden çete, kendilerine ispiyonculuk yapan bir askeri serbest bırakıyorlar. Ama önce Lando’nun askerin alnına bıçağıyla “gamalı haç” imzasını attıktan sonra. Asker, Hitler’e gidiyor ve çeteyi anlatıyor. Tarantino, Hitler’i komik ve karikatürize biçimde yansıtmış. Bazı anlarda neredeyse ne kadar da sevimli diyorsunuz. Çavuş Stiglitz, 13 gestapoyu öldürmüş. Çavuş Donny’yse Nazi öldürmeye gelmiş Bostonlu bir Yahudi berber.

    Üçüncü Bölüm (Paris’te Alman gecesi): Birinci bölümde Landa’nın katliamından kurtulan Shosanna, Paris’te teyzesinden kaldığını söylediği sinemayı makinist Marcel’le işletiyor. Shosanna, Emmanuelle Mimieux kimliğine bürünmüş. Shosanna, afişin yazılarını sökerken yanına bir Alman eri Fredrick Zoller geliyor. Shosanna’nın büyülü güzelliğinden etkilenen Zoller, binanın tepesinde tek başına bir keskin nişancı gibi “düşman” askerlerini öldürmüş ve kahraman olmuş. Gesatpo, onun bu kahramanlığını “üstün ırk” Alman halkına göstermek için sinemaya bile uyarlanmış “Ulusun Gururu” adıyla. İşte bu filmin Paris’te galası yapılacak ve üstelik galaya Hitler de gelecek. Shosanna ve Soysuzlar Çetesi’nin bu gala için birbirinden habersiz plânları uygulamaya geçiyor gecikmeden. Nazilerin Propaganda Bakanı Joseph Goebbels, galayı Shosanna’nın sinemasına aldırıyor. Böylece her şey daha da kolaylaşıyor. Shosanna, propaganda filminin arasında kendi çektiği filmi ekliyor.

    Dördüncü Bölüm (Sinemada Çalışma): Soysuzlar Çetesi’nden Wicki, Stiglitz ve sinema eleştirmeni Hicox Alman sinemasının önemli kadın oyuncularından Bridget von Hammersmark’ın gece verdiği randevu için bodrum katındaki La Louisiana barına giderler. Hiç hesapta olmayan Nazi askerleri de orda olunca her şey karışıveriyor. Nazi askeri Wilhem baba olunca bir kutlama yapıyor askerler bu mekânda. Sonu kanlı bitiyor bu bardaki muhabbetlerin. Plân değişince Aldo, Donny ve Omar, İtalyan sinemacılar gibi galaya gidiyorlar Hitler’e suikast için.

    Beşinci Bölüm (Koca Surat’ın intikamı): Albay Landa, La Louisiana’daki katliamda bulduğu Bridget von Hammersmark’ın topuklu ayakkabısını galada Bridget’e “Külkedisi” gibi giydirince orada bir şeylerin ters gittiğini anlıyor. Kendini İtalyan sinemacılar olarak tanıtan Soysuzlar Çetesi’nin başı Aldo’yu tutukluyor. Shosanna da plânını uygulamaya başlıyor. Kaos içinde Hitler’le Goebbells ve birçok insan ölüyor. Filmin final bölümü de çarpıcı.

    Sürprizlerle dolu anlar…

    62. Cannes Film Festivali’nde Avusturyalı oyuncu Christoph Waltz, Albay Landa karakteriyle “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü almıştı. Waltz, Tarantino’nun filminde hayatının performansını ortaya koyuyor. Sadece oyunculukla da değil. Anadili Almancanın yanında Fransızca, İngilizce ve İtalyancayı da da muhteşem bir akıcılıkla konuşuyor bu filmde. Yabancı dilleri konuştuğu sahnelerde en az anadili kadar başarılı olan Waltz, Cannes’daki bu ödülünü hak etmiş. Tarantino, bu filmiyle başta Fransa olmak üzere, Avrupa’nın sinema kültürüne daha yakın olduğunu da hissettiriyor seyircisine. Sinema önünde Shosanna’yla Zoller’in ilk karşılaşmalarındaki konuşmalar insanı heyecanlandırıyor. Shosanna, Fransızların dünyanın tüm yönetmenlerine değer verdiğini söylüyor bu anda. Tarantino’nun bu filminde hiçbir şeyi tahmin edemiyorsunuz. Zihninizde tasarladığınız hiçbir şey gerçekleşmiyor. Gerçekten “Soysuzlar Çetesi”, zeki ve yaratıcı bir şiddet yüklü hayali film. Onca kanın ve şiddetin olduğu bu filmde kahkahalarla güldüğünüz sağlam mizah da var. Tam bir kara mizah bu. La Louisiana’daki bölümlerde bir an kendinizi, yönetmenin ilk filmi, 1992 yapımı “Reservoir Dogs-Reservuar Köpekleri”nin ruhunun içindeymişsiniz gibi hissediyorusunuz. Hatta “geriye dönüşler” bile bu duyguyu yaşatıyor. Yönetmen, 1994 yapımı “Pulp Fiction-Ucuz Roman” filmindeki gibi sekans tekniğini öne çıkarmış. Bu yüzden bazı anlar insanın zihninde kalıyor. Sinemada son zamanlarda gördüğümüz en muhteşem açılışlardan olan birinci bölümdeki katliama kadarki sekans çok çarpıcıydı. La Louisiana bölümündeki tüm bir sekans da. Dördüncü bölümdeki Shosanna’nın göründüğü bazı anlar, büyük yönetmen François Truffaut’nun ruhuna dokunduruyordu. Hatta Jean-Luc Godard sinemasının tadı bile vardı bu sinema anlarındaki sekansta. Tarantino, tüm bir Avrupa sinemasına, hem kelimelerle hem de görüntülerle bir saygı sunuşu yapmış “Soysuzlar Çetesi”yle. Gerçekten bu film, “Ucuz Roman” kadar çarpıcı ve unutulmaz. Belki de bir başyapıt. Bu sinemaskop filmi sinema perdesinde görünce o anların tadını çıkartabiliyorsunuz. Bu armağan film görülmeli. Tarantino, “Inglourious Basterds” adını, İtalyan yönetmen Enzo Girolami Castellari’nin 1977 yapımı “Quel Maledetto Treno Blindato” (Kahrolası Zırhlı Tren) filminden esinlenmiş. Yönetmen Castellari’nin bu filmi Amerika’daki sinemalarda “The Inglourious Bastards” olarak gösterilmiş. Yani, “Şerefsiz Piçler” adıyla…

    (19 Ağustos 2009)

    Ali Erden

    Selen Seyven, “Abimm!”de Gerçekten Melek Gibi

    Yapımcılığını Elita Film – Ergun Mercan’ın yaptığı ve Şafak Bal’ın yönettiği Abimm adlı filmin çekimlerinin sonuna yaklaşıldı.
    Levent Üzümcü’nün canlandırdığı Arif karakteri gibi, zekâ engelli olan Melek karakterini canlandıran Selen Seyven, çekimlerin çok sıcak bir dönemde yapıldığını belirterek, “En çok su içindeki çekimleri sevdim. Yönetmenimizin her ‘tekrar’ deyişinde adeta mutlu oldum çünkü sudan çıkasım gelmedi” dedi.
    Mustafa Üstündağ, Levent Üzümcü, Rüçhan Çalışkur, Haldun Boysan gibi ünlü oyunculardan oluşan bir kadroya sahip film 04 Aralık 2009′da gösterime girecek.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • 21 Ağustos 2009 Haftası

    “Soysuzlar Çetesi”, alternatif bir tarih yaratarak, 2. Dünya Savaşı’nda milyonlarca insanı mahveden Üçüncü Reich’ın diktatörü Hitler ile önde gelen adamlarını bir sinema salonunda peliküllerin yanması marifetiyle yok ediyor; Avrupa’nın ormanlık alanlarında avladıkları Alman askerlerinin kafa derilerini yüzen Amerikalı Yahudileri de en az Naziler kadar vahşileştiriyor. Nasıl? Çok mu uçuk? Ama itiraf etmek gerekirse, göze ve kulağa hoş geliyor.

    Her bölümü değerli ve lezzetli (örneğin ilk bölüm bir küçük başyapıt) bu Tarantino filmi, bolca mizah, çok önemli sinema oyunculuğu dersleri (örneğin, sorguladığı kişinin -adeta hipnotizma ile- aklına ve ruhuna sızan ‘Yahudi avcısı’ Nazi rolünde Christoph Waltz), sağlam bir tarihsel altyapı içeriyor; ‘spagetti western’, ‘film noir’gibi türlerle sevişiyor: Bilinen konulara farklı açılardan bakıp yorumlamak gibi sinemayı sanat yapan bir ilkenin, izleyeni tatmin eden örneği. Yönetmen denli, yapımcıların ve teknik ekiplerin zaferi!

    “O’Horten”, demiryolu işletmesinden emekli olduktan sonra, yaşamın dakik ve düz bir çizgiden değil, bilakis, eğri büğrü bir seyirde çılgınlıklar, hüzünlü uçarılıklar, sürpriz serüvenlerden oluştuğunu keşfeden adamın soğuk iklimde geçen sıcak öyküsü. Her an bitebilecek mevcudiyetimizin değerini bilmek ve tekaüde ayrılmayı beklemeden kalp atışlarımızı fark etmek üzerine, her öğesi yerli yerinde bu Norveç filmi, tipik bir minimal sinema örneği.

    “Gerilim Hattı”, Hırvatistan’ın dağlık bölgesinde sarp yamaçlarla kayalıklara tırmanıp uçurumlardan geçerek adrenalin seviyelerini yükselten beş genç insanın, önce içlerinden birinin yükseklik kaynaklı ölüm korkusunu aşması ve sonra da bir dağ adamının taze avı olmamak için verdikleri mücadelede, ‘bir taşla iki kuş vurulmuş’. Yolculuklarında, irtifanın artışına paralel kendi içlerindeki gerginliğin de tırmanması ve gerilimin, giderek, ‘slasher’ türü korkuya yer açması ile geniş bir kitle hedeflenmiş; fakat çekimlerin canlılığına karşın hikâyenin bayatlığı aşılamamış.

    (19 Ağustos 2009)

    Ali Ulvi Uyanık

    [email protected]

    Çizmeli Kedi (Yönetmen: Jerome Deschamps)

    Jerome Deschamps ile Pascal Herold’un yönettiği ve Mehmet Ali Erbil, Belit Özükan, Nilgün Kasapbaşoğlu ile Ziya Kürküt’ün seslendirdiği animasyon film Çizmeli Kedi (La Véritable Histoire du Chat Botté), 11 Eylül 2009’da Medyavizyon Film dağıtımıyla r Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Bir değirmencinin küçük oğluna, sihirli çizmeler giyen ve konuşan, tuhaf bir kedi miras kalır. Kedi, değirmencinin küçük oğlunun Prenses’in kalbini fethedip onunla evlenmesine yardım eder. Prenses’le evlenmek isteyen kötü karakterler ise düğüne mani olmak için ellerinden gelen her şeyi deneyeceklerdir.

    Medyavizyon Filmleri

    Aşka Son Şans (Last Chance Harvey), Hain (Traitor), Peşinde Ölüm Var (Someone Behind You), Evlilik Sınavı (Easy Virtue), Adab-ı Muaşeret, Başka Semtin Çocukları, Kadri’nin Götürdüğü Yere Git, Aşk Tutulması, Şeytanın Pabucu, Inkheart: Mürekkep Yürek (Inkheart), Beyaz Melek, Vali, Kirpi, Milk, 14 – 20 Ağustos 2009 seansları için tıklayınız.

    11’e 10 Kala, San Sebastian’da Yarışacak

    Oyun adlı filmiyle ulusal ve uluslararası pek çok ödül alan Pelin Esmer’in filmi 11’e 10 Kala dünyanın en önemli film festivallerinden biri sayılan 57. San Sebastian Film Festivali’nde Altın İstiridye için yarışacak. Başrollerini Nejat İşler ve Mithat Esmer’in paylaştığı 11’e 10 Kala bu yıl 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü, 16. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde de en iyi film ve en iyi senaryo ödüllerini kazanmıştı. Yapımcılığını Pelin Esmer, Nida Karabol Akdeniz ve Tolga Esmer’in yaptığı film 25 Eylül’de Özen Film dağıtımıyla Türk seyircisiyle buluşacak.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.