Melekler ve Kumarbazlar, Filminin Çekimlerinin İlk Bölümü İzmir Özdere’de Tamamlandı

Yapımcılığını Burak Saraçoğlu’nun, senaryo yazarlığını ve yönetmenliğini Ertekin Akpınar’ın yaptığı Melekler ve Kumarbazlar’da Cem Davran ve Macit Sonkan’ın rol aldığı sahneler 15 – 21 Haziran 2009 tarihleri arasında İzmir Özdere’de tamamlandı. T. C. Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla desteklenen filmin ikici etap çekimleri 01 – 21 Temmuz’da Sapanca ve Adapazarı’nda devam edecek. Yönetmen Ertekin Akpınar’ın, yerli ve modern bir film olmasının yanısıra, “Sert bir taşra filmi” olarak tanımladığı Melekler ve Kumarbazlar, Özen Film’in dağıtımıyla vizyona girecek.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Duvar’ların Karanlığında: Yılmaz Güney

    Günlük gazeteler, Elazığ’a ertesi gün ulaşıyordu. Şehirlerarası yollar günümüzdeki gibi değildi. Babam, radyoyu açarsa dinleyebilirdik. Televizyon sözcüğü, dilimize henüz girmemişti. Dünyada olduğu gibi, ülkemizde de sinema giz dolu bir pencereydi. Göremeyeceğimiz ülkeleri, geçmişin medeniyetlerini, o dönemin insanlarını, Kızılderilileri, Kovboyları, Vikingleri, Herkül’leri, Tarzan’ları, o pencerenin beyaz perdesinde tanıdık. Gördüklerimizi gerçek sanıp etkilendik. Fotoğraf sinemasının kurallarının hüküm sürdüğü Türk Filmleri izledik. Güzel yüzlü, karton kahramanları baştacı ettik. Etkilenip taklit etmeye, onlara benzemeye çalıştık. Onların üzüntüsü üzüntümüz, sevinçleri sevincimiz olurdu. Artist yarışmaları aracılığıyla, yeni oyuncular anons ediliyordu. Beğendiklerimizi kanıksadık. Zaman içinde deneyim kazanıp, kendini geliştirenleri izlerken tad aldık. Güzel yüzlü karakterlerin perdeye yansıdığı yıllar, iri burunlu, kepçe kulaklı bir adam çıktı ortaya.

    Babam, ilk kez bizi sinemaya götürdü. Atıf Yılmaz’ın Alageyik (1959) filmi, ilk izlediğim film oldu. O filmde, o adamı tanıdım. Adı Yılmaz Güney’di. Çevremizde gördüğümüz insanlardan farkı yoktu. Oyuncu tanımını bilmeyen bizler, bize benzeyen bu adam’ı sevdik. Atıf Yılmaz’a asistanlık yaptığı yıllar, küçük roller oynadığı filmlerde onu görünce, en sevdiğimizi görür gibi olduk. Yüreğimize, duvarlarımıza asılmaya başlamıştı artık. Asıl soyadı Pütün olan Yılmaz Güney’in ailesi, (o zamanlar daha Şanlı olmayan) Urfa’nın Siverek ilçesinden, Adana’nın Yenice Köyü’ne göç etmiş. Leyla abla, sonra Yılmaz abi (1937) doğmuş. Yılmaz, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez, baş eğmez demektir. Pütün, kırılması zor, sert meyva çekirdeği demektir. Babası (Hamit), okuma yazmayı askerde öğrenmiş. Annesi (Güllü) okuma yazmayı bilmezmiş. Dokuz yaşından itibaren, hayatını çalışarak kazanmış. İlk işi dana gütmek olmuş. Liseyi Adana’da bitirmiş.

    And Film’le Kemal Film de pursantaj memurluğu (kent kent dolaşarak, filmlerin sinemalarda oynamasını sağlayan bir görev) yapmış. Sanata meraklıymış, hikâyeler yazıyormuş. Doruk adında bir sanat dergisi çıkarmış. Orhan Kemal, Yaşar Kemal’le tanışıp, arkadaş olabilmiş. İstanbul’a, İktisat Fakültesi’nde öğrenim görmek için gitmiş ama devam edememiş. Atıf Yılmaz’la tanıştığı yıllar, bir yandan da hikâyeler yazıyormuş. Atıf Yılmaz’ın da desteğiyle sinema çalışmalarına başlamış. Onüç dergisinde yayımlanan, “Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” adlı öyküsünde, komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanmış. 1961 yılında 18 ay hapis cezasına, 8 ay sürgün cezasına mahkûm olmuş. 1962 yılı Aralık ayında, muhafazakârlığıyla ünlü, Konya’ya sürgüne gönderilmiş. İlk çocuğu Elif’in annesiyle orada tanışmış. Yılmaz abinin deyimiyle, “Keçe-külâh filmleri” kaçırmaz olduk. Filmlerinde, hor görülen, ezilen bir Anadolu çocuğunun otoriteye başkaldırısı vardı. Çirkin Kral adı, ülkeye yayılmaya başlamıştı. Sanki, sokakta herkes Yılmaz Güney’di. Gece yarısı yola çıkıp, sabah sebze-meyva haline yetişen köylüler, Yılmaz abinin filmi oynuyorsa, ikindi okunurken yola çıkıp, filmi izlemeye yetişiyorlardı. Geceyi hal binasında sabahlayarak, filmi konuşarak geçiriyorlardı. Lütfi abinin (Akad) Hudutların Kanunu (1966), Kızılırmak Karakoyun (1967) filmleri unutulmazların arasına girdi. Ezilenlerin yüzü, sesi olmaya başlamıştı. O artık Çirkin Kral değildi. Yılmaz Güney’di. Yılmaz abimizdi. Nebahat Çehre Yenge’mizdi. Seyyit Han / Toprağın Gelini (1968), yönettiği filmleri arasında ilk sıyrılan oldu. 1968’de, Muş’ta askerliğini yaparken, izin sürecinde Aç Kurtlar (1969) filmini çekmişti. Yeğeni Enver de filmde oynamıştı. Aynı yıl Elazığ’da, Yazlık Saray Lokantası önünden geçerken, toplanan kalabalığı gördüm. İçeriyi görmeye çalışanları, garsonlar yere şişe atıp kırarak, püskürtmeye çalışıyordu. Sesler, alkışlar arttıkça artıyordu. “Yılmaz Güney içerde” sözünü duyunca, kalabalığın uzağında beklemeye başladım. Bir süre sonra traşlı kafası, asker giysileriyle Yılmaz Güney kapı önüne çıktı. Kalabalığı selâmladı. Kara kuru, dal gibi ince Yılmaz abiyi, ilk kez görmenin sevincini yaşadım. Lokantanın önünden tesadüfen geçtiğime sevindim. 1970 yılının Nisan ayında askerliği bitmiş, Fatoş (Fatma Süleymangil) Yenge’miz olmuştu. Ardından, Türk Sineması’nı dünyaya tanıtan Umut (1970) filmini çekmişti. Senarist, oyuncu, yönetmen olarak zirveye oturmuştu artık.

    Eğitim için İstanbul’a geldim. 1971 yılı başlarıydı. Bir tanıdığımın damadı, Beyoğlu Emniyet Amiri’ydi. Yılmaz Güney’i sevdiğimi öğrenince “Tanışmak ister misin?” dedi, uçtum. Yanımdaki arkadaşım da gelmek istedi. Muşlu Metin’den söz etti, adresini verdi. Ertesi gün, Kazancı Yokuşu’ndaki adrese gittik. Muşlu Metin haberliydi, bizi bekliyordu. Beyaz kuyruklu arabasıyla, Şişli’de bir klüp’e gittik. Kapıyı açan biri. açık kapısından koridoru görünen odaya aldı. Metin abi, kapısı kapalı odaya girdi. Bir süre sonra, kapalı odanın kapısı açıldı. İri, davudi sesli biri çıktı. İnce Memed’in yazarı Yaşar Kemal’di. Yolcu eden Yılmaz Güney. O günün koşullarında bu iki insan, halkın gözbebeğiydi. Yılmaz abi, “Yaşar abiye taksi çağırın” dedi. Yaşar Kemal, gençlerden biriyle çıktı. Yılmaz abi yanımıza geldi, ayaklandık. Elimizi sıkıp “Hoş gelmişsiniz gardaş” dedi. Dilimiz damağımız kurudu. Bizi, kapalı odaya buyur etti. Çay içerken konuştuk. Veda edip çıktığımızda, ayaklarımız yere basmadan, konuşarak epeyce yürüdük.

    Boynu Bükük Öldüler (1971) adlı, ilk romanını bulup okudum. Roman, 1972’de Orhan Kemal ödülü aldı. Birbirinden güzel, Ağıt (1971), Umutsuzlar (1971), Acı (1971), Baba (1971) filmlerini izledik. Ünlü kabadıyalardan Yusuf Koç, Ağıt filminde oynamıştı. 16 Mart 1972’de, Mahir Çayan’la arkadaşlarına yardım edip, Levent’teki evinde sakladığı gerekçesiyle tutuklandı. Mahkeme sonucu 10 yıl ağır hapis cezasıyla, sürgün cezasına çarptırıldı. İki yıldan fazla cezaevinde kaldı. Daha sonra yayınlanan, Selimiye Üçlüsü (Hücrem-Salpa-Sanık), Selimiye Mektupları, Soba Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz kitapları, bu yılların tanıklarıdır. Arkadaş (1974) filmi, sınıfsal çelişkiye neşter atar gibiydi. Filmde yerde tekmelenmesi, onu sıradan insan gibi görmeyen sevenlerini kızdırdı. Zavallılar (1974) filminde, çocukluğunu yeğeni Göktürk oynadı. Zavallılar filminin çekimleri bitmemişti. Endişe filmini çekmek için Adana’ya gitti. 14 Eylül 1974’te, Adana’nın Yumurtalık ilçesinde Endişe filmini çekerken, adı cinayet olayına karıştı. Savcıyı (Sefa Mutlu) öldürmekten 19 yıl hapse mahkûm oldu. Zavallılar ve Endişe filmlerini bitiremeden, yine duvarlara döndü.

    İçimi kurt gibi kemiren tiyatro tutkusuyla, İstanbul Belediye Konservatuarı’na başladım. Asistanı Şerif Gören, Endişe filmini bitirdi. Atıf Yılmaz da Zavallılar (1975) filmini bitirdi. Kayseri Cezaevi’ndeyken babasını (1976) kaybetti. İ. B. Şehir Tiyatroları Tepebaşı Deneme Sahnesi ekibinde oyuncu ve asistan olarak çalışmaya başladım. Bir televizyon filminde oynama deneyimi yaşamıştım. Atıf abiyle tanışmıştım. Cezaevindeyken Güney adlı, sanat-kültür dergisi (1978) çıkartıyordu. Dergide, Yılmaz abinin “Bize sahip çıkın” yazısını okuyunca, Güney Film’e gidip gelmeye başladım. Yılmaz abinin ortağı (Süha Pelitözü), derginin ilk sayısını gereğinden fazla basmış, dergi depoda kalmıştı. Güney Han, Sakız Ağacı Caddesi’deydi. Şimdi o caddenin adı, Atıf Yılmaz Caddesi. Girişle birlikte dört katlı hanın, bir katı Güney Film’di. Girişte çayocağı vardı. Ocağı işleten Halit, hanın işlerini de yürütüyordu. Şimdi hayatta olmayan bir arkadaşım, dergi, kitap kartpostallar, takvim basımlarını takip ediyordu. Üç arkadaş (Erol-Neyyire-Nihat) derginin hazırlıklarını üstlenmişti. Derginin 8. Sayı’sının kapağını, (Antalya Film Festivali sonuçları konulu) çizimler ve fotoğraf kolajlı hazırladım. Tiyatrodan fırsat buldukça, Güney Film’e gidiyordum. Yılmaz abi Paşakapısı Cezaevi’nden İzmit Cezaevi’ne sevk edilmişti. Bir gün, İzmit’e birinin gitmesi gerekiyordu. Gitmem önerildi, seveseve kabûl ettim. Kadıköy’de, ailesiyle oturan Yenge’ye (Fatoş) uğrayıp, para aldım. Harem’den otobüse bindim. İzmit girişinde caddede indim. Tepedeki İzmit Cezaevi önüne vardığımda, hava kararmaya göz kırpıyordu. Cezaevinin merdivenlerinden çıktım. Kapalı kapının ardında kimse yoktu. Camlı kapısından içeri baktım. Ne yaparım şaşkınlığıyla merdivenlere oturdum. Birden kapı açıldı, ayaklandım. Çıkanların arasındaki, şişman adamı tanıdım. Cezaevi Müdürü’ydü. TRT Televizyonu’nda, cezaevlerini anlatan programlar yapılıyordu. İzmit Cezaevi’ni de tanıtmışlardı. O programda görmüştüm. Müdür “Hayırdır evlâdım?” der demez, “Yılmaz Güney’i görmeye geldim” dedim. Bir an yüzüme baktı. “Evinden para getirdim” dedim. Gardiyana döndü. Gardiyan içeri seğirtti. Teşekkür ettim. Müdür gitti. Beş dakika kadar sonra kapıda beyaz takım elbisesi, gülümsemesiyle Yılmaz abi göründü. Şaşkın baktı, sarıldık. “Nerelerdesin?” dedi. Kısaca aktardım. Parayı verdim. Güney Film’le ilgili konuştuk. “Bi’şeyler versem götürür müsün?” dedi. Güldüm. İçeri gitti. Bir süre sonra elinde bir fileyle geldi. Filenin içi yazılar, mektuplarla doluydu. Vedalaştık. Caddeye inip, dönüp cezaevine baktım. Kapıda duruyordu. El salladı, el salladım. İçeri gitti. Otobüs beklemeye başladım. Ertesi gün, fileyi Yenge’ye teslim ettim. Tiyatro dışındaki zamanım, Güney Film’de geçiyordu. İmralı Yarıaçık Cezaevi’ne sevk edilen Yılmaz abinin, sinemaya olan ilgisi devam ediyordu. Senaryosunu yazdığı Sürü filmi, Zeki abi (Ökten) tarafından çekilecekti. Yeğeni Göktürk’te oynayacaktı. Her daim içimi sızlatan Yaman’ı (Okay) tanıdım. Kamera arkasında yer alan Ali Özgentürk, mekânlara gidip fotoğraflar çekmişti. Çekim ekibi gidince, hummalı çalışmayla başladım. Yazıhanedeki dolapları, çuvalları, afişleri, lobileri elden geçirip tasnifledim. Listelerini yaptım. Fotoğrafları kutuladım. Gelen mektupları okuyup, gerekenlere cevaplar yazdım. Girişteki çay ocağının yanından inilen depoya indim. Karman çorman, içler acısı durumdaydı. Deponun bir bölümünde oturma yerleri ve sinema oynatıcısı vardı. Deponun bir alt deposu, Güney dergisinin ilk sayısıyla boğulmak üzereydi. Bir hafta içinde, alt depoyu boşalttım. Derginin eski sayılardan belli miktar da ayırdım. Gerisini kâğıt hurdacılarına sattık. Temizlik sonrası, oluşturduğum kitaplıklara, derginin bütün sayılarından birer takım (12 adet) arşiv yaptım. Yılmaz abinin okuyup, geri gönderdiği kitapları düzenledim. Depo artık oturulacak, film izletilecek duruma gelmişti. Ben de yorulmuştum. Her gece banyo yaparken, burnumdan kurum akıyordu. Sıraselviler’de bir bodrum katımız daha vardı. Depo gibi kullanıyordu. Kent dışından gelenlerle, orada konuşuyorduk. Arkadaşlar (İsmail-Kazım), Ekim-Birlik konusunda, onlarla koyu sohbetler yapıyordu. Ocağı işleten Halit’le, dost olmuştuk. Yenge’yle küçük Yılmaz, gelip gidiyordu. Mektup yazıp, resim isteyenler oluyordu. Yılmaz abinin imzaladığı kartpostalların üstüne, isteyenin adını yazıp gönderiyordum. Sinema işlerini takip ediyordum. Parasızdık. Emek karşılığını talep etmiyordum zaten. Sinema Televizyon Enstitüsü’nün başındaki, Sami Şekeroğlu’nun dostluğunu gördük. Umut Sanat Ürünleri adlı dağıtım şirketi (Seher Karabol), Sürü filminin yurt dışına gitmesini üstlendi. Film büyük ilgi gördü. Locarno Film Festivali’nde, Altın Leopar ve para ödülü aldı. Unkapanı Köprüsü’nün Eminönü tarafında iskele vardı. Şimdi parka dönüştürüldü. İmralı’dan gelen deniz motoru orada demirlerdi. Motoru kullananlar da mahkûmdu. Gelen iki kişiden biri evine gidebilirdi. Eminönü Mısır Çarşısı’nda, bir tuhafiyeci dükkânı irtibat bürosuydu. İmralıya gidecek eşya, mektup, para oraya bırakılıyordu. Gün geldi, İmralı’ya gitmem gerekti. Ziyaret günleri, Cuma günüydü. Mudanya vapuruyla İmralı’ya gidiliyordu. Yengeyle buluşup yola çıktık. Vapur adanın açıklarında demirledi. Cezaevi motoru gelip ziyaretçileri aldı. Bizi iskelede karşıladı. Yazıhane konusunda gerekenleri konuşup, Yenge’yle başbaşa bıraktım. Mahkûmlarla tanışıp, lâfladım. Dönüş zamanı, vapur aynı yerde demir attı. Motorla vapura ulaştık. İmralı gidişlerim yoğunlaştı. Gazeteci dostumuz Turan (Aksoy) abinin, organizasyon desteğiyle, her hafta ünlüleri götürüyorduk. (Adnan Şenses, Nazan Şoray, Semra İnanç, Selda Bağcan, Sevda Ferdağ, Müjdat Gezen, Savaş Dinçel) ilk haftalar götürdüklerimizdi. Mahkûmlara konser veriyor, mahkûmlar yaptıkları elişlerini, yetiştirdikleri domatesleri kasalarla hediye ediyorlardı. Mahkeme günleri, avukat Cevat abi (Ercişli) ve birkaç kişi Mudanya’ya gidiyorduk.

    Çekingen yapımdan mı, ortam olmamasından mı, hiç fotoğrafımız olmadı. Ama birkaç kişi de olan, özel fotoğraflarını hâlâ saklıyorum. Yılmaz abi, yenge ve küçük yılmaz’ın olduğu bir fotoğrafı, kızım Özgür adına imzalatmıştım.

    Tiyatronun tatil olduğu ay, Düşman (1979) filmi için ekip kuruldu. Zeki abi yönetecek, Çetin abi (Tunca) görüntüleyecekti. Aytaç’la (Arman), Güven abiyle (Şengil), Şevket abiyle (Altuğ), Kamil abiyle (Sönmez) tanıştık. Aytaç’ın abisini, konservatuvar hocam Çetin abi (İpekkaya), bende 2. işçi rolünü oynayacaktım. Yakıt sıkıntısı çekildiği dönem, para konularıyla ilgilenecek Kerim dayı da yanımızda, Çanakkale’ye hareket ettik. Önemli konuk gibi ağırlandık. İkinci gün, çekim izni yok diye durdurulduk. Onaltı gün izin gelmesini bekledik. Sezon açılması yaklaşmış, tiyatroya dönmem gerekiyordu. Rolümü Hikmet (Çelik) oynadı. Provaya başlayan Çetin abi de, gidecek durumda değildi. Onun yerine Macit’i (Koper) gönderdim. Filmin sahnelerinden birinin, kalabalık tarafı Çanakkale’de çekildi. Sahnenin karşılığı, İstanbul/Şişhane’de bir apartmanın balkonunda çekildi. Yılmaz abi, İmralı’da domates yetiştirdi. Gün geldi, motorda tayfa oldu. İmralı motoru, Unkapanı Köprüsü’ne gelince, gidip alırdık. Evine götürürdük. Bayram filminin hazırlıkları başladı. Cezaevinden bayram iznine çıkan, 11 mahkûmun yaşamı anlatılıyordu. Erden Kıral filmi çekmeye başladı. Birinci hafta film durduruldu. Çekilenlerin iş kopyalarını izleyen Yılmaz abi, beğenmemiş. Filmin mahkûm sayısı düşürüldü. Yol adıyla, Şerif Gören tarafından çekildi. Yazmadan edemeyeceğim. Taşınmam gerekti. Bulduğum evin sahibi bir yıllık kirayı peşin istiyordu. Arkadaşlar duyurmuş, Yılmaz abi ödeyin talimatı vermişti. Yazdıklarından ötürü, hakkında 10 ayrı dava açıldı. İstenen ceza toplamı 106 yıl’dı. 12 Eylül darbesi sonucunda, Dergi, 13. sayıdan itibaren kapatıldı. Isparta Açık Cezaevi’ne sevk edildi. Cezaevi denilen yer bir köy. Bakkalı, manavı, kasabı, herkes mahkûm. 1981 yılı Ekim ayına kadar, yaklaşık oniki yılını çeşitli cezaevlerinde geçirdi. Bu oniki yıl içinde, ikisi yarı-açık olmak üzere onbeş cezaevi tanıdı. Cezasını tamamlamadan, 1981 Ekim’inde izinli çıktığı Isparta cezaevine bir daha dönmedi. Bu arada tutuklandım… Yol (1982) filminin, Costa Gavras’ın Missing (Kayıp) adlı filmiyle Cannes Film Festivali’nde ödül aldığını duydum. Önemli bir sinemacı olarak kabûl edilmesinden sevinç duydum. 1983’te vatandaşlıktan çıkartıldığını, iltica ettiği Fransa’nın Paris şehrinde yaşadığını, “Düşünmeden hiçbir insanın her hangi bir şey yapabilmesine imkân yoktur. Ben sadece düşündürmek istiyorum.” dediğini, Duvar (1983) filmini çektiğini duyduk.

    9 Eylül 1984… Metris tiyatro salonuna çıkıyordum. Çıkışlar alt kattan başlıyordu. Cezaevi idaresinin izin verdiği gazeteler, magazin gazetelerinden oluşuyordu. Aralarında, Hürriyet Gazetesi tek seçeneğimizdi. Gazeteler, önce üst kattaki koğuşlara dağıtılıyordu. Bu nedenle koğuşa dönünce, okuma fırsatım oluyordu. Tiyatro salonuna girdiğimde, üst kat koğuşundan arkadaşlar oradaydı. Biri hüzünle yanıma yanaştı. “Yılmaz Güney ölmüş” dedi. İnanmadım. Israrları beni ikna etmedi. Sayım öncesi koğuşlara döndük. İlk işim gazeteye bakmak oldu. Gazetenin manşeti haberi doğruluyordu. Yılmaz abi, mide kanserinden (az çekmedi midesinden) gitmişti. Eli çenesinde, dökülmüş saçlarının bir kısmını kapatan kasketi, kemikleri kalmış yüzü, iri gözleri, gülümser gibiydi. Tenime dikenler battı, zaman durdu.

    Gün geldi, bir yığın sorunlarla karşılaşacağımı bilmeden döndüm. Ülke oldukça değişmişti. Filmleri yasaklanmıştı. Caddelerde üst geçitler, kadın giysili erkekler göze çarpıyordu. Madeni paralar çatal bıçak olmuştu. Video kameralarla film çekilmeye başlanmıştı. O dönemi yaşayanlar, okuyanlar bilir. Sakıncalıdır diye, evde ne kadar kitap varsa, Yılmaz abininkiler, aralarında olan kızıma imzaladığı fotoğraf sobada sır olmuşlar. Gözden kaçan özel fotoğraflar, gözüm gibi hâlâ duruyorlar. Paris’e giden arkadaşım, Yenge’ye uğramış. Bana getirmek için, Yol filminin kasetini istemiş. Yenge, bakılırsa boş sanılsın diye baş tarafı birbuçuk saat kadar boş bir kasetle, göndermişti. Avcılar’da video kaset satan, Aytaç’ın tanıdığı birinden Duvar filmini bulup izledik. Ülkede yumuşamalar başlayınca,Yenge’yle Yılmaz (oğlu) temelli dönmüşlerdi. Yenge’yle karşılaştık. Güllü hanımın, oğlunun durumundan haberi olmadığını söyledi. Güney Han’ın, borçlara karşılık satıldığını, Sıraselviler’deki yeri depo olarak kiralayan noterin, çıkmak istemediğini anlattı. Yılmaz abiyi tanıyan bir yakınıma, durumu aktardım. Ertesi gün, Noterin yeri boşaltılıp, anahtarı teslim ettiği haberi geldi. Yenge’yle Yılmaz, teşekkür etmek için geldiler. Küçük Yılmaz delikanlı olmuş, babasının gençlik dönemi kopyasıydı. Gece Bebek Maksim’e gittik.

    Yılmaz abi kilitli dolabımda düşünüyor, bazen alçak sesle türkü söylüyor. İri gözleri, gülünce gülen dişleriyle gülüyor. Ovanın derinliğinde, at kişnemeleri duyuluyor. İnce, sıcak sesiyle anlatıyor, dinliyorum.

    (02 Temmuz 2009)

    Arslan Kacar

    Digital Film Academy’de Özay Fecht ile İleri Seviye Kamera Önü Oyunculuğu Workshopları 13 Temmuz’da Başlıyor

    Digital Film Academy’de Özay Fecht’in eğitmenliğinde gerçekleştirilecek olan İleri Seviye Kamera Önü Oyunculuğu Workshopları’nda New York Actors Studio’nun ve Tom Cruise, Nicole Kidman, Jennifer Lopez gibi isimlere koç’luk yapan Susan Batson’ın tekniği ile çalışılacak. Beden dili, doğal oyunculuk, karakter yaratma, ses kullanımı, oyunculuk teknikleri, mimik, kamera ölçekleri, monolog çalışmalarının yer alacağı bir hafta süreli yoğun eğitim programı ile öğrenciler sinema oyunculuğu alt yapısını oluşturmak veya geliştirmek için önemli bir pratik olanağı kazanacaklar.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Digital Film Academy’de Özay Fecht ile İleri Seviye Kamera Önü Oyunculuğu Workshopları 13 Temmuz’da Başlıyor yazısına devam et
  • Merdiven Altı

    Nur Akalın’ın yönettiği ve Kaan Yılmaz, Deha Özer Şenay, Gökalp Arıkan, Şenay Aydın, Ferit Kaya ile Bülent Çolak’ın oynadığı Merdiven Altı, önümüzdeki aylarda Özen Film dağıtımıyla Nada Film tarafından vizyona çıkarılıyor.
    Film, tanık olduğu olaylar nedeniyle polis tarafından aranan ve yakalanırsa askere gönderileceğinden korkan Sinan’ın hikâyesini anlatıyor. Sinan İstanbul’un yeraltı dünyasında, abisini ve kız kardeşini bulmak üzere, üzerinde kimlik bulundurmadan, bahisçilerin, boksörlerin ve barmenlerin arasından geçtiği maceralı bir yolculuğa çıkıyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Diğer haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Merdiven Altı yazısına devam et
  • 4. JCI İstanbul Crossroads Uluslararası Kısa Film Festivali

    T. C. Kültür Bakanlığı’nca da desteklendiği ifade edilmiş olunan 4. JCI İstanbul Crossroads Uluslararası Kısa Film Festivali, sabit olarak kültürlerarası diyalog ve göç temasını işleyen tek festival olmakla beraber, 2007 Dünya Kongresinde Dünyanın En Başarılı Halkla İlişkiler Programı ve Avrupa’nın En Başarılı Yayını seçildi. Festival, film gösterimleri, panel ve söyleşiler, ödüllü kısa film yarışmasıyla birlikte üç bölümden oluşuyor. JCI İstanbul tarafından 3 yıldır düzenlenen ve bu yıl 4.sü gerçekleşecek olan festival bünyesindeki kısa film yarışmasına, göç temalı her tür kısa film katılabiliyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer basın bültenleri ve görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    4. JCI İstanbul Crossroads Uluslararası Kısa Film Festivali yazısına devam et
  • Transformers: Yenilenlerin İntikamı’nı İlk Günde 23.425 Kişi İzledi

    Michael Bay’ın yönettiği ve Shia LaBeouf, Megan Fox, Josh Duhamel ile Tyrese Gibson’ın oynadığı Transformers: Yenilenlerin İntikamı Türkiye sinemalarında gösterilmeye başlandığı 24 Haziran Çarşamba günü 23 bin 425 kişi tarafından izlendi. İlk Transformers filmi dünya sinemalarında 708 milyon dolar hasılat elde etmişti. Üçüncü Transformers filminin de 2011’de sinemaseverlere sunulması bekleniyor.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • David Lynch’in Anlayışından Etkilenen Bir Gösteri: Mythobarbital / Titanların Düşüşü

    İlki Mart 2008’de Meg Stuart’ın gösterisi ve yan etkinlikleri ile gerçekleştirilen, Belçika’da yıllardır devam eden 0090 festivalinin devamı niteliğinde olan 0032′nin ikincisi gerçekleştiriliyor. Belçika’nın bol ödüllü ve aykırı topluluğu Abattoir Fermé, hayranlarını uzun zamandır kayıp Titanların karanlık fantezilerine yolculuk yaptırmak üzere 23 – 27 Haziran 2009 tarihleri arasında garajistanbul’a geldi. David Lynch’in film anlayışından etkilenerek yapılmış ve büyük ilgi gören Mythobarbital / Titanların Düşüşü isimli performans Türkiye’de sadece 3 kez sahnelenecek.

    David Lynch’in Anlayışından Etkilenen Bir Gösteri: Mythobarbital / Titanların Düşüşü yazısına devam et

    sadibey.com’da Yeni Bir Köşe: Sadi Bey’in “Köpekleri”

    1924 yılında Japon profesör Hidesaburo bir köpek edinmiş ve adını da Hachiko koymuş. Her sabah evden beraber çıkıyorlar, Hachiko profesörü metroya bırakıp evine dönüyormuş. Bir gün profesör Üniversitede kalp krizi geçirmiş ve ölmüş. Hachiko, Tokyo metrosunun Shibuya istasyonuna 10 yıl, her gün gitmiş, beklemiş ve 12 yaşındayken metro kapısında ölmüş. Unutulmasın diye metro istasyonuna heykelini dikmişler. Sadi Bey’in “Köpekleri” köşesi, evinde bakmak için köpek satın alıp, zor geldiğinde sokağa terk edenlere ithaf edildi. Dileriz ki, sokağa attıkları köpekler rüyalarına gire, vicdan azabı ömür boyu peşlerinden gele.

  • Sadi Bey’in “Köpekleri”
  • İFSAK’ta Kısa Film Belgeseli

    50. yılını kutlamaya hazırlanan İFSAK, 29 Haziran Pazartesi günü saat 19.30’da Türkiye’de Kısa Filmin Tarihi isimli bir belgesel film gösterimi düzenleyecek. İFSAK binasında gösterilecek filmin yönetmenliğini Hilmi Etikan, yönetmen yardımcılığını ise Yıldız Etikan üstleniyor. T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü’nün katkılarıyla hazırlanan 2007 yapımı belgesel, Türkiye’de, 1967 yılından 2006 yılına kadar geçen sürede, gerçekleştirdiği kısa filmlerle sinemasal bir kimlik oluşturmuş ve süreklilik göstermiş yönetmenlerin tanıklığında bir döneme ışık tutuyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İFSAK’ta Kısa Film Belgeseli yazısına devam et
  • Sihirli Dadı, Filminin 2. Bölümü “Nanny McPhee and the Big Bang”, 26 Mart 2010’da Gösterilmeye Başlanacak

    Universal Pictures – Working Title Films ortak yapımı Nanny McPhee and the Bing Bang’ın Türkiye sinemalarındaki gösterim tarihi 26 Mart 2010 olarak belirlendi. 2006 yılında gösterime giren aile komedisi Nanny McPhee’nin devamı niteliğindeki filmin baş karakteri olan büyülü güçlere sahip dadı rolünde yine Oscar ödüllü oyuncu ve senaryo yazarı Emma Thompson oynayacak. Yönetmenliğini BAFTA ödüllü Susanna White’ın üstlendiği filmin yapımcılığını bugüne kadar Nanny McPhee, Stranger Than Fiction ve Sense and Sensibility gibi önemli yapımlara imzasını atan BAFTA ödüllü ve Oscar adayı yapımcı Lindsay Doran gerçekleştirecek.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Özen Film Sinemaları ve Filmleri

    Suadiye Movieplex, Şişli Movieplex, Çemberlitaş Şafak, Beyoğlu Sinepop, Clive Barker’dan Kan Kitabı (Clive Barker’s Book of Blood), Recep İvedik 2, Güz Sancısı, Muro: Nalet Olsun İçimdeki İnsan Sevgisine, Dost Kazığı (How to Lose Friends & Alienate People), Don Kişot (Donkey Xote), Fırtına, 26 Haziran – 02 Temmuz 2009 seansları için tıklayınız.

    Sherlock Holmes’un İlk Afişleri Hazırlandı

    Ülkemizde Ocak 2010′da vizyona girecek olan Sherlock Holmes filmine ait ilk afiş görselleri medyaya dağıtıldı. Afişlerde Sherlock Holmes rolündeki Robert Downey Jr. ile Watson rolündeki Jude Law görülüyor.
    Arthur Conan Doyle’un dünyaca ünlü karakteri Sherlock Holmes’ün dinamik yeni uyarlamasında Holmes (Robert Downey Jr.) ve cesur ortağı Watson (Jude Law) en son maceralarına atılıyorlar.
    Dövüş tekniklerini, efsanevi zekâsı gibi silâh olarak kullanan Holmes, bu macerasında ülkesini yok edebilecek ölümcül bir komployu aydınlatmak için yeni bir düşman ile savaşıyor.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü afişlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Sherlock Holmes’un İlk Afişleri Hazırlandı yazısına devam et
  • Bu Yıl Altın Portakal Halkın Olacak

    Bu yıl 10 – 17 Ekim tarihleri arasında 46′ıncısı düzenlenecek olan, ülkemizin en önemli ve en köklü film festivali Antalya Uluslararası Film Festivali’nin basın toplantısı basın mensuplarının yoğun ilgisi eşliğinde gerçekleşti.

    Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın ve AKSAV Yönetim Kurulu Üyeleri’nin de aralarında bulunduğu ekip Eminönü’ndeki Legacy Ottoman Otel’de düzenlenen basın toplantısında festivalle ilgili bilgi verdi ve soruları cevapladı.

    İlk olarak konuşma yapan Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın bu yılki festival temasının “sinema ve müzik” olduğunu söyledi. Türk sinemasında müzik akımlarının inceleneceğini ve sinema ve müziğin ilişkisinin değerlendirileceğini belirten Akaydın; ayrıca bu tema dolayısıyla dünyaca ünlü bir müzisyenin de özel bir konser vereceğini müjdeledi.

    “Festivaller sanatların bayramıdır ve bu bayram ancak halka bütünleşirse bir anlam kazanır diyen Akaydın, bu portakal halkın portakalıdır; son 5 yıldır sanatçılar otel odalarında tıkılıp kaldılar ve halktan iyice uzaklaştılar. Bu yıl bu durumu yıkacağız ve sanatçılarımızı halka bir araya getireceğiz” dedi.

    Bence toplantının en önemli noktası buydu… Dünyaca ünlü yıldızları getirme derdinden şehir halkını iyiden iyiye görmeden gelen ve elit bir festivale dönüşmeye başlayan, bu sebeple de itici olmaya başlayan festivali yeniden halka barışması adına çok doğru bir adım olduğunu düşünüyorum.

    Mustafa Akaydın’ın ardından söz alan Vecdi Sayar; Antalya Film Festivali’nin ülkemizin göz bebeği olduğunu, zaman zaman sıkıntılı dönemler geçirse de her yıla damgasını vurduğunu vurgulayarak sözlerine başladı. Çalışmalara başlamadan önce ilk olarak “halka yakın bir festival mi seçkin bir festival mi yapıyoruz?” ikilemi yaşadığını söyleyen Sayar, bu festivalin ancak halka ait olunca bir anlamı olduğunu düşündüğünü söyledi. “Bu festival, otel odalarına kapanan sanatçıların geldiği bir festival asla olmamalı, geçmişinde olduğu gibi yeniden halka kucaklaşmalıdır” dedi.

    “Çok iyi bir ekmek yapmak için her türlü imkâna sahibiz, muhteşem iklimiyle, kültürel mirasıyla Antalya’nın sinemanın motor şehri olabilir” diyen Sayar, “tek yapmamız gereken bunları bir araya getirmek” dedi.

    Türkiye Sinema Platformu toplantısının çok iyi geçtiği de vurgulanarak meslek örgütleriyle çok verimli çalışmalar yapıldığı dile getirildi.

    Normal şartlar altında bir festivale hazırlanma süresinin 1 yıl olduğunu söyleyen Sayar, “3 ay gibi kısa bir süre içerisinde sizlerin karşısına en iyi şekilde çıkmaya çalışıyoruz. Bu yıl yapacaklarımız gelecek yıl yapacaklarımızın yalnızca bir fragmanı olacaktır” dedi.

    Ayrıca bu yıl festival programı içerisinde birçok yenilik ve sürprizler bulunuyor. Açıkhava festivalinden, kortejlere, Antalya’ya Koş Şarkısı’nın yeni düzenlemesinden, yabancılara Türk sinemasına dair istedikleri her şeye ulaşma fırsatı sunacak olan databanklara… birçok yeni etkinlik yer alacak. Detaylı bilgi için bültene mutlaka göz atın. Oldukça zor şartlar altında ve büyük özverilerle yoluna devam etmeye çalışan festivalimiz özellikle bütçe kısıntısı nedeniyle zor günler geçiriyor. Ama yine de şanına yakışır şekilde bu yıldan da açık alınla çıkmayı hedefliyor. Anlaşılan Gâvur İzmir’den sonra Nankör Antalya’da kara listeye çoktan girmiş ve ne olursa olsun bir Antalyalı olarak bu sene bizleri -özellikle son 5 yıldan sonra- daha özgür, coşkulu ve keyifli bir festivalin beklediğine inanıyorum.

    (30 Haziran 2009)

    Gizem Ertürk

    Geleceğin Sinemacıları Açıklanıyor

    T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla Türsak Vakfı tarafından organize edilen Geleceğin Sineması Ödül Töreni, 25 Haziran’da Fransız Kültür Merkezi’nde yapılacak. Yarışmada ilk 20’ye giren genç senaristlerin ödüllerini ise sinemamızın sevilen isimleri Ahu Türkpençe, Burcu Kara, Cansel Elçin, Derviş Zaim, Ezgi Mola, Hatice Aslan, Osmantan Erkır, Ömür Gedik, Sırrı Süreyya Önder, Umut Kurt ve Zafer Algöz gibi birbirinden değerli isimler verecek.