Coco Chanel’den Önce

Anne Fontaine’in yönettiği ve Audrey Tautou, Benoit Poelvoorde, Alessandro Nivola ile Marie Gillain’in oynadığı Coco Chanel’den Önce (Coco Avant Chanel – Coco Before Chanel), 06 Kasım 2009′da Chantier Films dağıtımıyla Chantier Films tarafından vizyona çıkarıldı.
Yetimhanede başlayıp, kabare şarkıcılığına uzanan daha sonra da dünyanın en önemli modacısı olma yolunda ilerleyen, masal gibi bir hayat.
Coco Before Chanel’de gerçek adı Gabriella Chanel olan Coco Chanel’in Paris’e taşınmadan ve ünlü olmadan önceki yaşamından kesitleri sergileniyor.

  • Basın Bülteni: 1 / 2
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Ulvi Uyanık Yazıyor
  • Diğer basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Coco Chanel’den Önce yazısına devam et
  • TMK Mağduru Çocuklar İçin Gala: Gözmece

    Çocuklar İçin Adalet Çağırıcıları, 03 Haziran Çarşamba günü Van’da yargılanacak üç çocuğa eş zamanlı destek etkinliği olarak Aydın Sevinç’in bu çocuklarla çekilmiş tek belgesel olan Gözmece adlı filmine 16:00’da gala yapıyor. Yönetmen Aydın Sevinç İsviçre’de olduğu için galaya katılamıyor. Boğaziçi Üniversitesi İbrahim Bodur Oditoryumu’nda yapılacak etkinlik için yönetmenin yazdığı mektubu oyuncu Deniz Atamtürk okuyacak.

  • Basın Bülteni
  • Havar, Yolculuğuna Kamer ile Devam Ediyor

    Bazen töre, bazen namus cinayeti kavramıyla karşımıza çıkan, kadına yönelik şiddetle hesaplaşan bir film olan Mehmet Güleryüz’ün yönettiği Havar, ulusal ve uluslararası basında övgü dolu makalelerle yer aldı. Filmde bir baba – kızın sevgi bağının yöredeki “töre” baskısıyla cellat – kurban ilişkisine dönüşmesini anlatıyor. Havar, izleyicileriyle buluşmaya KAMER’in etkinlikleriyle devam ediyor. KAMER, 1997 yılında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki illerde kadına yönelik şiddet ve her türlü zorlamaya karşı kurulan toplam 23 ilde şubesi bulunan bir merkez. Havar’ın KAMER şubesi bulunan illerde gösterim kararı alındı.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Zübeyde Hanım’ı Beyazperdeye Aktaracak Olan Serpil Öztürk Anlatıyor

    Öncelikle Serpil Öztürk kimdir? Sizi tanıyabilir miyiz?

    1979 Adana doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Adana’da tamamladım. Yakındoğu Üniversitesi İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü’nden 2003 yılında mezun oldum. Yine aynı üniversitede devam ettiğim yüksek lisansımda tez aşamasındayım. Evli ve bir çocuk annesiyim. İzmir’de yaşıyorum. Yazdığım ve değerlendirmek istediğim iki senaryom var. “Hasretin Zamansız Tutsaklığı” adlı bir şiir kitabım yayınlandı. Toplumsal içerikli halkla ilişkiler projeleri gerçekleştiriyorum.

    “Atatürk” ve “Öztürk”; Mustafa Kemal Atatürk ile soyadınız da benzerlik gösteriyor. Bu özellikle ilgili ne düşünüyorsunuz?

    Benim için şekil değil, öz önemlidir. Özümüzü unutmamalıyız ve farklılık gözetmemeliyiz. “İyiliğe Niyet” isimli şiirimde diyorum ki:

    “Türk’ün, Kürt’ün, alevinin, sünninin farklı mı düşer ateş yüreğine?
    İnsanı insana kırdıran düşüncelerimiz ne kazandırır milletimize?”

    İşin özü bu… Zaten Kurtuluş Savaşı’nda her kesimden insanı bir yüreklendirmeyi başaran Atatürk hayatta olsaydı, bugün bu konuda yaşanan önemli sorunlar böylesine uç noktalarda olmazdı. Emre Kongar bir kitabında der ki: “Atatürk yaşıyor olsaydı, kimimize rahatsızlık veren, andımızda geçen ‘Ne mutlu Türk’üm diyene!’ dizesi, ‘Ne mutlu Türkiyeliyim diyene!’ olarak değiştirilirdi.” Buna katılıyorum. Duyulan bir rahatsızlık, sıkıntı var ise, şartlar değerlendirilerek çözüme gidilirdi.

    Din, dil, ırk ayrımı gözetilmemeli diyorsunuz!

    Elbette! Tasavvufi anlamda da öyle. Tebriz-i Şems der ki; “Hepimiz aynı Allah aşkıyla yanmıyor muyuz? Önemli olan bu. Önemli olan içimizde barındırdığımız niyet, yüreğimizdeki samimiyettir. Bir insanı diğerinden ayırmak şeklen değil, ancak kalben mümkün olur.” Bilmem anlatabiliyor muyum? Büyük bir emek, özveri ve fedakârlıkla çocuklarını büyüten, koca yürekli anaç kadınının; koskoca bir devleti kurtaran Türkiye Büyük Millet Meclisini kuracak kadar güçlü, kudretli, azimli bir paşanın yaşamında en önemli rolü oynayan Zübeyde Hanım’ın gölgede kalması gibi bir şey söz konusu olamaz. Bu fikirle Zübeyde Hanım’ın hayatını görsel alana taşıyarak tüm dünyaya tanıtmayı hedefliyoruz.

    Tabii ki; Türkiye’de yaşayan her çocuk gibi ben de çok küçük yaşlarda Atatürk’ü tanıdım ve hayranlık duydum. Atatürk’ün yaşamına dair merakımın derinleşmesi ise; 2001 yılında Mithat Bereket’in okulumuza gelerek, Atatürk’ün hayatını anlatan belgeselini izlettikten sonra yaptığı konuşmadan etkilenmemle başladı. O gün Ata’nın kararlılığından, sabrından ve yılmadan sarf ettiği yoğun çabadan daha bir etkilendim. Ve sonrasında Mithat Bereket’in bize dönüp, “Hepiniz birer Mustafa Kemal olabilirsiniz. Mustafa daha lise çağlarında başarılı bir asker, güçlü bir kumandan olmanın hayalini kurmuştu ve bu hayalini gerçekleştirdi. Sizler de şimdiden geleceğinizle ilgili kurduğunuz hayallerinizde kararlı olun. Hayallerinizi gerçekleştirmek için çaba sarf edin” dedi. Bu sözler beni yüreklendirdi. Yapı olarak zaten özgüven yüklüyümdür, fakat; bu sözler daha da bir kendime ve gerçekleştirebileceklerime inanmamı sağladı. Hayallerimle donatarak göğe saldığım uçurtmamın kuyruğunu sıkı sırı sarılmaya başladım.

    Böyle bir yüreklendirmenin de etkisiyle hayallerinizi gerçekleştirebildiniz mi?

    2003 yılında lisans eğitimimi tamamladım. Hemen ardından evlendim ve dünya tatlısı bir oğlum oldu. Şu anda oğlum 4 yaşında, ben ise yüksek lisansımın tez aşamasındayım. Eylül’de doktoraya başlamayı plânlıyorum. Büyük bir ölçüde hayallerimi gerçekleştirdim diyebilirim. İyi bir evliliğim var. Hedeflediğim akademik kariyer alanında ilerliyorum. Toplumsal içerikli halkla ilişkiler projeleri gerçekleştiriyorum.

    Gerçekleştireceğim Zübeyde Hanım projesiyle iletişim alanında ödüller almayı arzu ediyorum.

    Beni yüreklendiren bir diğer olay ise; Atilla Dorsay’ın “Yılmaz Güney’in Hayatı”nı anlatan kitabını okurken, kitabın sonlarında Türkiye’deki aydınların Yılmaz Güney ile ilgili görüşlerini aktarırken; tez hocam Ünsal Oskay’ın yazısına rastlamam oldu. Ünsal hocam yazısında lümpenciliğin affedilemeyecek bir şey olduğunu, daima daha iyiyi yapabilmek için çaba sarf edilmesinin gerekli olduğunu savunuyordu. Şimdiye kadar gerçekleştirdiğim tüm projelerde ben de en iyi sonuç için çabaladım. Zübeyde Hanım’ın hayatını da iyi bir ekiple; en iyi şekilde görsel alana aktaracağımızı düşünüyorum.

    Senaryo?

    Derin bir araştırmadan sonra; senaryoyu tamamladım. 22 Haziran’da İzmir Ticaret Odası Sergi Salonu’nda çeşitli yerlerden derlediğim Atatürk’ün hiçbir yerde görülmeyen resimlerini bir araya getirerek Atatürk resimleri sergisini açıyorum. Yine araştırmam sırasında bir tesadüfle karşılaştım. Zübeyde Hanım hakkında yazılmış iki kitaplardan birisi olan “Gölgesinde Mustafa Kemal’i Büyüten Kadın” adlı kitabın yazarı Fatih Bayhan’la aynı üniversiteden, aynı fakülteden, aynı dönemde mezun olmuşuz. Bu alanda hem yazılı, hem görsel bilgi olarak bilincimi yeterince zenginleştirmeye çalıştım.

    Yönetmen?

    Yılmaz Güney gibi idealist bir yönetmenle çalışabilmeyi çok arzu ederdim. Fakat şu anda Yılmaz Güney düşüncelerini yaşatan, onun gibi idealist olan çok başarılı yönetmenlerimiz mevcut. Değerlendiriyoruz, şimdiye kadar başarılı işlere imza atmış çeşitli yönetmenlerle görüşme aşamasındayız.

    Finans?

    Her ne kadar kendi birikimimizle belirli bir aşamaya gelebilecek durumda olsak da, desteğe ihtiyacımız var. Arkadaşlarımız sponsorluk araştırması içerisindeler. İnanıyorum ki, maneviyat yüklü bir annenin yaşamını anlatacağımız böylesine önemli bir konu için yeterli duyarlılık gösterilecektir.

    Oyuncu?

    Düşündüğümüz isimler var, fakat henüz tam karar verilmedi. Oyuncuların özenle seçilmesi önemli. Anaç yapının, evlâtlarını sarıp sarmalarkenki yumuşacık yüreğin, geleceklerini düşünürkenki diktatör yapının, çileli bir yaşamın çok iyi kavranması ve yaşanarak yansıtılması gereklidir.

    Zübeyde Hanım karakterinde; 20’li yaş dönemi ve 60 yaş dönemi üzerinde yoğunluk olacaktır.

    (08 Haziran 2009)

    Gizem Ertürk

    İki Çizgi, Moskova Film Festivali’nde

    Selim Evci imzalı İki Çizgi, dünyanın farklı ülkelerinden davet almaya devam ediyor. Şimdiye kadar Rotterdam, Kahire, Sao Paulo, Oslo, Beyrut, Atina, Bangkok, Cape Town gibi 22 uluslararası film festivalinde izleyici ile buluşan İki Çizgi, Rusya’nın en eski ve prestijli festivali Moskova Uluslararası Film Festivali’nden davet aldı. İlk kez 1959 yılında düzenlenen festivalin bu yıl 19 – 28 Haziran tarihleri arasında 31.si gerçekleşecek. Dünyanın farklı ülkelerinde festivaller aracılığıyla Türkiye’yi temsil eden ve yaklaşık yirmi bin kişiye ulaşan İki Çizgi’nin DVD’si Türkiye’de Haziran ayında satışa çıkacak.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Melekler ve Kumarbazlar

    Ertekin Akpınar’ın yönettiği ve Cem Davran, Bülent Şakrak, Kutay Köktürk ile Nail Kırmızıgül’ün oynadığı Melekler ve Kumarbazlar, 23 Ekim 2009′da Özen Film dağıtımıyla Hayalet Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    19 Ağustos 1999 tarihinde olan depremden sonra Adapazarı’nda dört yakın arkadaşın yaşadığı travmaları, geleceğe dair umutlarını, arayışlarını ve tutkularını anlattığı gerçek bir yaşam hikâyesi olan “Melekler ve Kumarbazlar”ı yönetmen “sert bir taşra filmi” olarak tanımlıyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Diğer haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Melekler ve Kumarbazlar yazısına devam et
  • 12 Haziran 2009 Haftası

    “Adamım Benim”, erkek erkeğe arkadaşlık ve erkeklerin dostluğu üzerine kurulu, doğaçlamaların ve bazılarına iğrenç gelebilecek komikliklerin bolca olduğu, öncelikle Kuzey Amerika seyircisi için yapıldığı çok belli, bize tuhaf gelebilecek bir güldürü. Tuhaf, çünkü hikâyenin çıkış noktası, evlenme arifesindeki bir erkeğin sağdıcı olabilecek hiç erkek arkadaşı olmadığını fark etmesi ve birini araması üzerine kurulu. Yani bizimki gibi toplumlarda neredeyse hiç rastlanmayacak bir durum!

    “Aşk Ateşi”, yazgının tesadüfleri marifetiyle ‘parçalanan yaşamlar’ı parça parça bir tahkiye ile yazan ve sinemaya böylece “Paramparça: Aşklar Köpekler”, “21 Gram”, “Üç Defin”, “Babel” gibi filmleri kazandıran senarist Guillermo Arriaga’nın, bu kez kendi yönetiminde, aynı tekniğin farklı bir versiyonunu kullanarak anlattığı ‘sevgi arayışı, vicdan azabı ve parçalanmışlık’ hikâyesi olarak özetlenebilir. Diyaloglardan ziyade, görüntü dili ile oyuncu performanslarına ağırlık verilmesi, görüntü yönetiminde ikisi de Oscar’lı ustalar, Robert Elswit (“Kan Dökülecek”) ve John Toll’un (“Legends of the Fall”, “Braveheart”) varlıkları, filme değer katan özellikler. Arada bir ‘boşluklar’ söz konusu olsa da, izleyen için önemli bir sorun teşkil etmiyor.

    “Hain”, ABD’nin yeni yüzü olan Başkan Obama’nın mesajlarına paralel biçimde, dinler arası diyalogun/uzlaşının gerekliliği ve kutsal kitaplardaki “öldürmeyin” emrine inanan her din mensubunun terörle mücadele etmesi zorunluluğu gibi mesajlarla, Hollywood’un bir kesiminin kullandığı bildik formülleri kusursuzca uyguluyor: Hızlı bir öykü trafiği, büyük bir terör olayını engellemeye yönelik tehlikeye atılan iki adam, Hıristiyan FBI ajanı ile örgütün içine sızmış eski ordu mensubu Müslüman ABD vatandaşının finaldeki uzlaşısı vs, vs… Her gün bir milyar insanın açlıkla mücadele ettiği dünyada, kapitalist ekonomilerin acımasızlığı devam ettikçe, ne Obama’nın, ne de bu filmin vurguladıklarının, bilinçli hiçbir dünya vatandaşı ve seyircinin karamsarlığını gidermeyeceği açık!

    “Kuzey”, adı üzerinde… Kör edici derecede beyazlığın içindeki yalnızlığına son vermek için daha da kuzeye yolculuk yapan ruhsal çöküntü içindeki genç adamın, karşılaştığı insanların sorunlarıyla tanıştıkça yaşamak denilen mucizeyi idrak etmesi üzerine kurulu, küçük ve sağlam bir Norveç filmi. Geniş perdede izlemek gerek.

    “Lanetli Ev”, çok eskiden cenazelerin hazırlanması ve ruh seansları için kullanılan, şimdilerde ise içindeki gizli bölmelere saklanmış ölülerin ‘diğer tarafa’ geçememiş ruhlarının öfkesiyle enerji yüklenmiş bir müstakil eve -mecburen- taşınan, büyük oğullarının kanser hastalığıyla mücadele eden ailenin gerçek öyküsü. Doğaldır ki, boyutları büyütülmüş bir korku. Önemlisi de, bazı anlarda gerçekten de tırstığınız korkunun içine işlenmiş dramın, gözlerinizden yaşlar akıtacak denli etkili olması… Oyuncuların seçimi, performans ve uyumları kusursuz; dünyanın en güzel saçlarına sahip kadınlarından biri olduğunu düşündüğüm Virginia Madsen ise, özel hayranlığımdan dolayı belki, daha da kusursuz.

    (08 Haziran 2009)

    Ali Ulvi Uyanık

    [email protected]