Yılın En Büyük Aşk Filmi “Avustralya”, 26 Aralık Cuma Vizyonda

Kırmızı Değirmen (Moulin Rouge), Romeo & Juliet gibi başyapıtlarıyla Oscar, Altın Palmiye ve daha birçok ödülle gişe rekorları kıran filmlerin yönetmeni Baz Luhrmann’ın Tiglon dağıtımı ile 26 Aralık’ta vizyona girecek filmi Avustralya, 2009 yılı Oscar Ödüllerinin de en güçlü adayı olarak görülüyor. Pek çok otorite tarafından, 8 Oscar sahibi olup halen en önemli filmler arasında yer alan film Rüzgar Gibi Geçti ile karşılaştırılan film Avustralya, güçlü kadrosu, kostümleri, müziği ve arka plâna aldığı Avustralya mozaiği ile adeta bir yeni dönem klâsiği.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Bir “Sonbahar”

    Ben Karadeniz’liyim (Samsun). Bir gün Trabzon’dan Giresun’a dönüyordum, otobüs İstanbul’a devam edecek, ben Giresun’da inecektim. Giresun’a iki kilometre kala bir yerde yemek molası verdiler, akşam olmuş, güneş batmıştı, mola yerinde beklesem daha çok zaman harcayacaktım, Giresun’a kadar yürüdüm. Mevsim sonbahar olmalı, deniz coşmuş, yürüdüğüm kaldırımın hemen dibinde başlayan kayalara peşipeşine çarparak adam boyunda yükseliyordu… Özcan Alper’in filmine yerleştirdiği dalgalar kadar değildi belki ama sokak lâmbalarının da yanmadığı o sonbahar akşamında, ürkütücü bir keyif veriyordu insana. Askerde ise, son iki ayda bir doktor asteğmen arkadaşla beraber Akçay’da bir evde kalmıştık, sanırım Artvin’li idi. Bir ara yanımıza annesi de geldi, kendi aralarında anlayamadığım bir dil konuşurlardı, Lazca olduğunu söylemişlerdi. Karadenizli olmam nedeni ile lazların şivelerine alışkındım ama, konuştukları dilden hiçbir şey anlamam mümkün değildi.

    Sonbahar neyi anlatır, yahut neyi anlatmaz? Sinema bir anlatım dilidir; her tür film için geçerli bir öngörüdür bu ama hiçbir dilin bir tek biçimde kullanımı yoktur. Sinemayı tiyatro ile karşılaştırırlar, temel farklılıkları olduğu için yeterli bir doğru değildir bu ön kabûl. Sinema daha çok müzik ile karşılaştırılmalıdır, yapısal olarak. Edebiyat türleri içinde şiirin ve romanında sinemaya yakınlığı olduğunu birbirini etkileyebildiğini söyleyebilirim. Bu noktada vardığım sonuç (filmi seyrederken edindiğim intiba) Sonbahar’ın daha çok öyküye yakın bir film olduğu. Alper, filmini bir öykü anlatır gibi anlatıyor, öykünün tüm özelliklerini kullanıyor, bu arada dramatik yapıyı (entrikayı) gerilere itiyor, insana yöneliyor. Belirli bir çevrede (coğrafyada) yaşayan, anlatılması zor, sadece yaşayanın bilebileceği günlerden çıkıp gelen, hiçbir problemini (?) çözümleyememiş, uzun süre kafeste kalıp bir sabah dışarıya salınan bir kuş gibi gideceği yeri (yapacağı şeyi) bilmeyen bir insanın boşluğu… Ülkesindeki politik değişim nedeni ile yabancı bir ülkeye gelmiş, ülkesinde bıraktığı kızını özlemle anan, sığındığı daracık bölgede ancak bedenini satabilen (kiralayabilen) bir başka kader yolcusu… Bu insanlar başkaları ile konuşamayacakları şeyleri birbirlerine, ancak birlikteliklerinin ilerlemiş aşamalarında, hiçbir sonuç alamayacaklarını bilerek açarlar. Çözümde aramamaktadırlar. Yusuf, doktora gitmekte ne kadar umursamazsa, Eka çaresizliğine çözümü -ne kadar çözümdür?- kızının yanında arayacaktır. Yusuf verdiği sözü tutacak, TV.de buz pateni seyretmeye dalarak unuttuğu öğrencisine bisiklet alarak kar altında köyüne dönecektir. Yine kargalar ötmüş, yine bir cenaze kalkmıştır (yoksa kalkacak mıdır?) ve aşağıda kasabada Karadeniz, ufkumuzu tamamen kapatan dalgalarla, iskeleyi dövecek, yıkayacaktır…

    (01 Ocak 2009)

    Orhan Ünser

    Yeni Yıl, Yeni Umutlar

    İnsanların genellikle sıkıntı çektiği, kimileri için kâbus dolu, kimileri için sıradan, kimileri için de huzurlu geçen 2008 bitti. Herkese mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir yeni yıl diliyorum.

    Umarım 2009’da sinema sektörü de daha iyiye gider. Çünkü geçen sene izlediğimiz Türk filmlerinden bana göre 2 – 3 tanesi hariç hepsi fiyaskoydu. Ama bunun yanında ezber bozan filmler de vardı, Türk sineması çok gelişti. Dört beş sene önce yılda aşağı yukarı 3 – 5 tane Türk filmi vizyona girerdi, biz de izlemek için başlama tarihlerini iple çekerdik ama bu filmler az oldukları için özdüler. Oysa şimdi her hafta bir tane Türk filmi başlıyor ve genellikle hepsinden hüsranla çıkılıyor. Sinemaya her gidişimde salonda seyircilerle konuşuyorum, bana “Nereye gidiyor bu Türk sineması?” dedi bir tanesi ve filmin yarısında çıktı, filmin ismi bende kalsın.

    Televizyonu açtığımız zaman “Türk sinemasına destek verin” sözleriyle karşılaşıyoruz. Bence biz halk olarak Türk sinemasına oldukça destek veriyoruz, artık vizyona giren Avrupa ve Amerikan filmlerinin sayısı ve izleyicisi azaldı bile. 2008’in birincisi “Recep İvedik” filmi 4 milyonu geçti, çok tartışma yaratsa da oldukça beğenildi ama o film bir ilkti. Şimdiki sinemacılar para kazanabilmek için bu tarz filmler çekmeye başladılar, neredeyse her hafta böyle filmler vizyona giriyor ama artık bir noktada durulması ve Türk sinemasının da gelişmesi lazım.

    Bu hafta yeni bir Türk filmi gördüm. “Şeytanın Pabucu”. Bu film beni şaşıtttı, “Sis ve Gece” gibi başarılı bir filmin yönetmeni Turgut Yasalar’ın çektiği bu yapıtta ablasının kılığına giren Burhan’ı ve onun evinde yapılacak olan soygun plânlarını izliyoruz. Bence film mizah olarak biraz zayıf kalmış, filmde yapılan esprileri 70’li, 80’li yılların yapıtlarında yakalamak hiç de zor değil. Başında eşarbı olan, yaşlı kadın taklidi yapan bir adama 2 saat boyunca gülmek imkânsız olduğu için ortada hiç bir espri de kalmıyor.

    Yönetmene sormak istediğim noktalar da var. Örneğin, ablasının kılığına giren Burhan karakterini mafyalar tehdit edince, komşularından yardım istemek için bağırdığında herkes imdadına yetişiyor ama akşam evinde dinamit patlıyor hiç kimse ayağa kalkmıyor. Evin içinde kazı sırasında çıkan taş, toprak nerede ve nasıl saklanıyor, oda nasıl hep o kadar temiz kalıyor, ya da filmin başında tuvalette yakalanan Burhan’ın foyası nasıl ortaya çıkmıyor vs. vs. Film bu tip hatalarla sürüyor. Oyunculuklar ise fena değildi ama Fatih Ürek maço kılığında biraz yapay kalmış. Vizyondaki önemli filmleri izlediyseniz, başka bir seçeneğiniz yoksa gidip görün, belki vaat edilen promosyonu kazanırsınız.

    (01 Ocak 2009)

    Emir Batuş

    Şeytanın Pabucu’nun Galası, Maslak TİM Show Center’da Yapıldı

    Yılın en çok ilgi gören komedi filmlerinden biri olan Şeytanın Pabucu’nun galası, dün akşam (23 Aralık Salı), Tim Maslak Show Center’da yapıldı. Başrolleri Fatih Ürek, Aysun Kayacı, Hüseyin Avni Danyal, Barış Falay ve Yılmaz Gruda’nın paylaştığı filmin galasında sanat dünyasının ünlü isimleri buluştu. Alişan, Nez, Didem Taslan, Şafak Sezer ve Harun Kolçak, bu mutlu günlerinde Aysun Kayacı ve Fatih Ürek’i yalnız bırakmayan ünlüler arasındaydı. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Mirsah Demircan, İstanbul Büyükşehir eski belediye başkanı Ali Müfit Gürtuna ve iş dünyasından seçkin simaların katıldığı filmin galası, renkli görüntülere sahne oldu.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Şeytanın Pabucu’nun Galası, Maslak TİM Show Center’da Yapıldı yazısına devam et
  • Yağmurdan Sonra’nın Galası Yapıldı

    Yönetmen Görkem Turgut’un ilk filmi Yağmurdan Sonra’nın galası Şişli Movieplex Sinemaları’nda yapıldı. Galaya yönetmen Görkem Turgut, oyuncular Serhan Yavaş, Pelin Batu, Turan Özdemir, Demir Karahan, Nilgün Belgün’le birlikte filmin müziklerini yapan Cahit Berkay, filmin esinlendiği eserin sahibi Osman Şahin de katıldı. Filmi izleyen diğer konuklar arasında Cengiz Ergun, Ozan Ergun, Ömer Uğur, Ali Tutal, Nurseli İdiz, Çetin Akcan, emekli büyükelçi İnal Batu ve CHP Şişli ilçe başkanı Av. Hıdır Tanrıverdi de vardı.

    Yağmurdan Sonra’nın Galası Yapıldı yazısına devam et

    02 Ocak 2009 Haftası

    “Yolcular”, ‘sevgili ölüm’den korkup yeni bir başlangıca direnen biz insanlara, ‘usulca bir yardım’: Hem düşünmemiz, hem de hissetmemiz için!

    “Süt”te, sıkıştırılmış – kıstırılmış ergenlik zamanlarında imgelem tuzla buz olup, tek dayanak anne ‘kaybedilirken’ ve saflık siyaha çalarken ve de kasaba peyzajının dokusuna sinerken bir genç adam, siz, seyirci olarak başınızı çevirip geriye bakacak, hem kendiniz, hem onun için yüreğinizin acımasını engelleyemeyeceksiniz.

    Hani hep ukalalık yaparız ya, ‘sinema görsel bir sanattır öncelikle’, ‘gevezelik yapabilir ama görsel anlatımdan taviz veremez’ diye… “Süt”, sapına kadar sinema!

    “Mutant Günlükleri”, insanın şeytanla savaşında 28. yüzyıldan bir kesit alırken, ‘dijital biçim’inin kaynaklarını şaşırtıcı biçimde sessiz sinema döneminden derlemiş; grafik şiddeti ise Romero’dan ödünç almış: ‘İnanç’ kavramının sınandığı bu ilginç deneyim, muhakkak ki, film izlerken efor sarfeden çalışkan seyirciler için!

    “Davetsiz Gelen 2”, ardı ardına şiddet ve ölüm içeren bir olayı doğaüstü bakış açısıyla gösteren, fakat uzun metrajın hakkını veremeyip bu ilginçliğin içini dolduramayan, yer yer komik de olabilen başarısız korku: Amerika’nın derin çöllerinde kaybolmak isteyenler için sadece.

    31 Aralık 2008

    Ali Ulvi Uyanık

    aliuyanik@superonline.com

    Özen Film Sinemaları ve Filmleri

    Suadiye Movieplex, Şişli Movieplex, Çemberlitaş Şafak, Beyoğlu Sinepop, Nişantaşı Movieplex, Yağmurdan Sonra, Muro: Nalet Olsun İçimdeki İnsan Sevgisine, Fırtına, Bahçemdeki Ateş Böcekleri (Fireflies in the Garden), Gomorra (Gomorrah), Aslan Kral’ın Oğlu Leo (Story of Leo), 26 Aralık 2008 – 01 Ocak 2009 seansları için tıklayınız.

    Adapazarı Sinemacıları’nın 6. Kısa Film Gösterimleri

    Adapazarı Sinemacıları’nın 6. kısa film gösterimleri 27 Aralık 2008 Cumartesi günü saat 15:00’de Sakarya AKM Tiyatro Sahnesi’nde yapılıyor. Kısa film gösterimleri ücretsiz izlenebiliyor. 19:00’da ise The Fall adlı film gösteriliyor.

  • Web Sitesi
  • Önceki etkinlikler hakkında bilgilere ve yüksek çözünürlüklü görsele haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Adapazarı Sinemacıları’nın 6. Kısa Film Gösterimleri yazısına devam et