Limon Ağacı

Geçtiğimiz aylarda Elif Ayla adlı yazarın Kalbin Limon Hali isimli bir kitabı çıkmıştı. Neden kalbi limona benzetmişti yazar? Elma, portakal ya da dut ağacı değil de limona ağacına… Şöyle dedi: Sıcak iklimlerin kış aylarında on beş gün poyraz olur. Poyraz limon ağacını öldürür. İşte insanlar kışın o poyrazda, geceleyin sıcak yataklarından kalkıp bir tenekenin içine saman doldurup yakarlar. Limon ağacı üşümesin, limon ağacı ölmesin diye. Çünkü limonun hatırı vardır! İşte insanların kalpleri de limon ağaçları gibidir. Ara sıra sevdikleriniz için poyraza çıkacaksınız. Çok üşüyeceksiniz ama olsun o benim sevdiğim, ben onun için üşürüm, çünkü o benim limon ağacım diyeceksiniz. Kalbini ısıtacaksınız ki kalbi ölmesin. Çünkü kalpler de limon ağaçları gibi bir kere buz tuttu mu bir daha ısınmıyor…

Yönetmen Eran Riklis ve senarist Sura Araf bu sırrı biliyor olmalılar ki hikâyelerini anlatmak için limon ağacını seçmişlerdi. Yıllardır baba yadigarı limon bahçesinde limonlarını satarak kıt kanaat geçinen dul, Filistinli bir kadın Selma. Biraz da babalarının ölmüş olmasının verdiği rahatlık ya da otorite boşluğu ile çocuklarının her biri de ayı bir yere dağılmış. Selma küçük dünyasında, ölen babası yerine koyduğu eski bir aile dostu ile küçük dünyasını paylaşıyor. Ara sıra gelen çocukları dışında bir ses-soluk yok hayatında. Tek yaşam kaynağı limon ağaçları ve limonlarının her bir tekine o hiç tatmadığı aşkla bağlı sanki…

Ancak bu sade hayatı İsrail Savunma Bakanı’nın evinin tam karşına bir villa inşa ettirmesiyle kâbusa dönüşüyor. Yıllardır bitip tükenmek bilmeyen İsrail-Filistin savaşının bir limon bahçesinin iki yakasında yaşanan haline tanık oluyoruz. Selma’nın limon bahçesi öyle köklü, güzel ve sonsuz ki… İsrailli uzmanlar teröristlerin o ağaçların aralarına saklanarak bakanın villasına saldırabileceğini düşünüyorlar. Tabii orada yaşayan Selma’yı da potansiyel bir terörist…

İşte bir inat hikâyesi de böylece başlamış oluyor. Yer yer gülümsediğimiz ama çoğu zamanda çaresiz, seyre daldığımız dünya hali bu… Limon ağaçlarının kesilmesine gönlü razı olmayan Selma’nın avukatı ile birlikte verdiği bir insanlık mücadelesi. Filmin gerçek bir hikâyeden temellenmiş olması hiç kuşkusuz filmin inandırıcılığını, samimiyetini kat ve kat arttırıyor.

Selma’nın ölen kocasının salonun ortasındaki çatık kaşlı fotoğrafı bir kadının hiçbir zaman özgür olamayacağını, her zaman ölü, ya da diri tepelerinde dikilen bir adamın olacağını bir kere daha tekrar ediyoruz. Kadınların, kocalarından başka bir erkek tanımamışlığına, baskı ve çile dolu hayatlarına bir ağıt bu.

Erkeklerin gözlerini kör eden iktidar ve güç gösterilerinin ardında birbirlerini teğet geçiyormuş gibi görünen ancak içten içe birbirlerinin ruhlarını gören iki kadının her şeyin ötesindeki dayanışmasına şahit oluyoruz.

Aslında tüm bu hırslar, diplomatik kaygılar olmasa ne kadar da barış içinde yaşabileceklerini gösteren pırıltılar geçiyor yer yer gözümüzün önünden. İnsanların hayatlarına kasteden, nefret tohumları eken yıkılası duvarlarından ardında…

Film öyle naif ama bir o kadar da keskin bir şekilde ilerliyor ki hangisinin ağır bastığına karar veremiyor, sersemliyor insan. Hiam Abbass’ın harika performansını izlemeye doyum olmuyor. Abbass, Selma karakterine öyle bir can vermiş ki artık izlediğiniz sadece Selma olmaktan çıkıyor, Filistinli kadınlar, İsrailli kadınlar, bütün kadınlar Selma oluveriyor. Selma gerçek bir kadının tüm cesaretini, gururunu taşıyor.

Birileri hâlâ limon ağaçlarının da insanlar gibi, insanların da limon ağaçları gibi olduğunu biliyor. Ama karşılarında koskoca bir bilmeyenler ve görmeyenler ve asla bilmek ve görmek istemeyenler ordusu duruyor.

İşte bu yüzden Selma fırtınaları gecelerde titreyen limon ağaçları için göz yaşı döküyor. İnsanların bile hayatlarının zerre kadar önemi olmadığı şu “ülke çıkarları” mevzularında değil bir limon ağacının çığlığı duyulsun.. Ama duyan birileri var ve hâlâ onlar bu dünyada bin bir güçlükle de olsa nefes alabildikleri için bizler hâlâ umut edebiliyoruz… Umuyorum Türkiyeli seyirci de Limon Ağacı’na sahip çıkar.

(15 Kasım 2008)

Gizem Ertürk