Çiçek Coşkun, “1990 Sonrası Türk Sineması ve Derviş Zaim” ile “Docudrama: The Real (Hi)Story” adlı çalışmalarını tamamladı. Yayın müsadesi için teşekkür ederiz.
1990 Sonrası Türk Sineması ve Derviş Zaim / Documentary Genres yazısına devam et
Çiçek Coşkun, “1990 Sonrası Türk Sineması ve Derviş Zaim” ile “Docudrama: The Real (Hi)Story” adlı çalışmalarını tamamladı. Yayın müsadesi için teşekkür ederiz.
Ahmet Uluçay’ın yönettiği ve Serkan Özcan, Mehmet Gürleyen ile Ahmet Tepe’nin oynadığı Bozkırda Deniz Kabuğu, önümüzdeki aylarda Tersine Filmler ve Organizasyon Ltd. Şti. tarafından vizyona çıkarılıyor.
Film, 60’lı yılların ilk yarısında yoksul bir Anadolu köyünde çobanlık yapan Yakup’un, köyün yakınından geçen trende gördüğü bir kızın kendisine mendilini vermesiyle tutulduğu kara sevdayı konu alıyor. Uluçay, filminde bu kez çocukluğundan beri iç içe yaşadığı cinleri de, hayaletleri de bizlere tanıtırken, Gaipler Köyü’nde yaşanan çok zengin bir aşk hikâyesini de izlettirecek.
Digital Film Academy ile Cinemascope Dergisi işbirliğiyle 2 Sayfa Kısa Film Senaryo Yarışması düzenliyor. Yarışmanın bu yılki teması Oyun olarak belirlendi. Başvurular arasından seçilecek olan 3 senaryo sahibine DFA’dan eğitim paketi, Cinemasope Dergisi aboneliği ve başarı sertifikası verilecek. Ayrıca birincilik derecesini alan senaryo DFA tarafından dijital olarak çekilecek ve Türkiye’de bu yıl dördüncüsü düzenlenen Uluslararası RESFEST Dijital Film Festivali kapsamında gösterilecek. Jüri ayrıca mansiyon olarak bir senaryo daha seçecek ve bu senaryo sahibi Cinemascope Dergisi’nden 1 yıllık abonelik ve mansiyon sertifikası kazanacak.
Emre Kavuk, Engin Kılıçatan, Cenker Ekemen, Hasan Tolga Pulat ile Müslim Yazıcı’nın yönettiği ve Ali Günal, Elvan Demirez, Emre Erkan ile Eser Karabil’in oynadığı Kaybedenler, önümüzdeki aylarda 16:9 Ekibi tarafından vizyona çıkarılıyor.
Kaybedenler, sekiz ayrı öyküden oluşan bir film. Film 1 gün içerisinde İzmir’de geçiyor. Ve daha çok İzmir’in arka mahallelerinde yaşayan, günlük hayatta karşımıza da çıkabilecek sıradan insanların hikâyelerini anlatıyor. Sekiz farklı karakterin günlük hayatta kesişen yolları ve farkında olmadan birbirlerinin hayatına müdahalesini konu alıyor.
Mark Osborne ve John Stevenson’ın yönettiği Kung Fu Panda adlı filmin Türkçe imza ikonları yayınlandı.
04 Temmuz 2008′de UIP Filmcilik tarafından ülkemizde de vizyona çıkarılacak olan Kung Fu Panda, Jonathan Aibel ve Glenn Berger’in senaryosundan çekilen bir animasyon film.
Red Kit: Batıya Hücum (Tous A L’ouest: Une Aventure de Lucky Luke – Go West: A Lucky Luke Adventure), Cassandra’nın Rüyası (Cassandra’s Dream), Angel, 22 – 28 Şubat 2008 seansları için tıklayınız.
Ethan ve Joel Coen’in yönettiği, başrollerini Tommy Lee Jones ve Javier Bardem’in paylaştığı 4 Oscar ödülüne sahip olan No Country For Old Men günümüzdeki en önemli sorunu, şiddeti konu alıyor.
Dünyada şiddetin hiç bitmediğini ve günden güne güçlendiğini, polislerin suçluları yakalamakta zorluk çektiğini, suçluların amaçlarını serbestçe gerçekleştirebildiklerini anlatıyor.
Geçenlerde Roma’da Stanley Kubrick sergisine gittim. Yönettiği bütün filmlerden parçaların gösterildiği sergide Otomatik Portakal filminin bölümüne girip hakkında yapılan belgeseli izledim. Filmi görmedim ama duyduğuma ve o belgeselden anladığıma göre, polisler toplum düzenini korumak amacıyla şiddete bile başvuruyor, hatta suçluların beyinlerini yıkayarak etkisiz hale getiriyorlar.
No Country For Old Men’de ise suçlular başa geçiyor ve dünya bir suç devleti haline geliyor.
Film aynı zamanda insanların gittikçe barbarlaştığını, para ve silâhla her şeye sahip olunabileceğini anlatıyor.
Filmin başında şerifin dediği gibi eskiden hiç bir şerifin silâhı yoktu, silâhsız her iş hallediliyordu ama artık silâhtan bile korkulmuyor çünkü herkes kolayca ediniyor.
İletişimsizlik, bireysel şiddet ve yalnızlık beyazperdeye iyi yansımış, Javier Bardem ise performansıyla yardımcı erkek ödülünü hak etmiş ama film oldukça durağan bir filmdi, bana göre daha iyileri çekildi ama günümüzde o kadar çok kötü film yapılıyor ki bunun gibi filmler Oscar kazanıyor.
(06 Mart 2008)
Emir Batuş
Not: Seni Seviyorum (P. S. I Love You), Semum, 29 Şubat – 06 Mart 2008 seansları için tıklayınız.
Dağ Filmleri Festivali’ni organize eden DAG (Doğa Aktiviteleri Grubu) film gösterimlerini sürdürüyor. “Asmalı Mescit Mah, Meşrutiyet Cad, No: 39, Galatasaray Pasajı, K: 3, D:5, Galatasaray, İstanbul” adresindeki gösterimler ücretsiz yapılıyor. 29 Şubat Cuma günü saat 20:00’de yönetmenliğini Eric Valli’nin yaptığı Himalaya: Şefin Çocukluğu (L’Enfance d’un Chef) Türkçe altyazı ile gösteriliyor. Filmin konusu şöyle: Tibet’te tuz ticareti yapan bir kabilenin tecrübeli kafile şefi Tinle’nin oğlu bir yolculuk esnasında ölmüştür. Ölümden genç kafile şefi Karma’yı sorumlu tutan Tinle, kendisinden sonra şeflik görevinin ona verilmesini istemez. Bu yüzden yaşlı bedenini yeni bir yolculuğa zorlar.
Maskeli Beşler Kıbrıs, 21 – 24 Şubat 2008 Almanya sinema hasılatı için tıklayınız.
Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) 03 Mart Pazartesi günü düzenleyeceği 40. Türk Sineması Ödülleri töreni Türkiye’nin önemli sanatçılarını bir araya getiriyor. 2007 yılında vizyona giren Türk filmleri arasında yapılan değerlendirme sonucu 13 dalda ödül verilecek olan geceye Nejat İşler, Nurgül Yeşilçay, Cem Özer, Özgü Namal, Saadet Işıl Aksoy, Murat Han, Turgut Yasalar, Onur Ünlü, İlyas Salman’ın aralarında bulunduğu 55 adayın yanı sıra, ödül vermek üzere Hülya Avşar, Ersin Pertan, Türkan Şoray ve Hülya Koçyiğit katılacak. TİM Maslak Show Center’da gerçekleşecek gecede Işın Karaca da mini bir konser verecek.
Hazan Mevsimi: Bir Panayır Hikayesi, Kalbini Dinle (August Rush), Winx Club: Kayıp Krallığın Sırrı (Winx Club), Şeytan Duymadan Önce (Before The Devil Knows You’re Dead), Fidel’in Yüzünden (La Faute a Fidel – Blame It On Fidel), İçerde (Inside), Ölüm Bekçisi (Deaths of Ian Stone), 29 Şubat – 06 Mart 2008 seansları için tıklayınız.
“TOPLUM BÖYLE İSTİYOR, O YÜZDEN BEN DE REİS ÇELİK OLARAK MASKELİ BEŞLER SAHİLDE FİLMİNİ ÇEKEYİM” DİYEMEM. TEK BAŞINADA KALABİLİRSİN AMA SÖYLEYECEK BİR SÖZÜN VARSA SÖYLEYECEKSİN.
Reis Çelik’in son filmi Mülteci, 7 Mart’ta sinemalarda. Kendisiyle kendi mekânı Cadde-i Kebir’de buluşuyoruz. Dışarıda kar yağıyor. Çok üşümüşüz… Bize hemen sıcak elma suyu ikram ediyor. Bunu içince paltolarımıza ihtiyaç kalmayacağını söylüyor. Gerçekten mükemmel bir şey. Koyu ve keyifli bir sohbete başlıyoruz. Reis Bey, Türkiye’deki sinema seyircisinin giderek azalmasından yakınıyor. Bu yalnızca kendi filmlerinin değil, birçok alternatif film yönetmenlerinin de başına gelen bir durum olduğunu söylüyor. “Ben bu konuları kendi çevremle de konuşuyorum” diyor, onlar da başka arkadaşlarıyla konuşuyor… Peki o konuşanlar da mı gitmiyor sinemaya?
Gazeteci kökenlisiniz, sinemacı olmaya nasıl karar verdiniz?
Günaydın Gazetesi’nde çalışırken, 1983 yılında Günaydın Video Televizyonu’nu kurduk. Televizyon yayınına izin verilmediği için televizyon yayının kasetlere doldurup bayilere veriyorduk. Bu dünyada da ilk örnektir. Orada kamerayı, kurguyu öğrenip geliştirdim. Sonra da kötü yola düştük.
1998 yılında çektiğiniz Hoşçakal Yarın adlı film çok fazla eleştiri aldı, bunlar ne kadar umurunuzda oldu?
Hiç umurumda olmadı. O eleştiriler bir şey yapmadan oturanların kendi yüzlerini kaşımasından öteye gitmedi. Umurumuzda olursa sinema yapamayız. Deniz (Gezmiş) herkesin tartışacağı bir adamdı. Zaten tartışılmasaydı bir sorun olduğunu düşünürdüm. Artık TV dizilerinde bile yer veriliyor. Bu çok güzel bir şey bence.
Hoşçakal Yarın, Kültür Bakanlığı’ndan destek aldı mı?
Onun hikâyesi çok ilginç. O zaman Kültür Bakanlığı Sinema Dairesi sinema filmlerine küçük bir yardımda bulunuyordu. Baş vurdum. O zamanlar Fikri Sağlar Kültür Bakanıydı. Hoşçakal Yarın, seçilen 18 film arasına girdi. Daha sonra Kültür Bakanı değişti ve bana verilen destek iptâl edildi. Ben de dava açtım ve kazandım. Filmin altına Kültür Bakanlığı’nın adını özellikle yazdım. Çünkü bu bir özür niteliği taşıyordu.
SANAT KARŞI DURUŞTUR, GÖRÜNMEYENİ GÖREN, SÖYLENMEYENİ SÖYLEYENDİR. BUNLARI YAPMAK İÇİN SİNEMACI OLMAYI SEÇTİM
Işıklar Sönmesin’de benzer eleştiriler aldı değil mi?
Evet. Çünkü ilk kez Kürt sorununu tartışmaya açtık. Kaynar kazana girerseniz mutlaka canınız yanar. Bunlar hiçbir zaman beni engellemez. Ben bu yüzden sinema yapmaya karar verdim.
İnat Hikayeleri nasıl ortaya çıktı? Senaryo yok, ekip yok…
Yine toplumsal bakışımla örtüşen bir hikâyeden çıktı. Halka bağlantımızın koptuğuna inanıyorum. Senaryo yazıyoruz ve orada “Seni seviyorum” yazıyor ama orada onun karşılığı yok, çok yapay… Halk kültürünü, halk edebiyatını görmezlikten geliyoruz ve aşağılıyoruz. “Bir halk ozanının sazıyla yaptığı şeyi ben kamerayla yapamaz mıyım?” diye düşündüm. Gitmeden, dokunmadan, işitmeden her şeyi yazıyoruz. Pir Sultanlar, Yunuslar hep o hakir gördüğümüz Anadolu köylerinden çıktılar.
İnat Hikâyeleri için Tuncel Kurtiz’le nasıl bir araya geldiniz?
Yine bir Şubat ayıydı. Oturduğunuz yerde oturuyordu Tuncel. Tıpkı bugünkü gibi kar yağıyordu. Yola çıktık. Bir ben, bir Kurtiz, bir araba, bir kamera… Ardahan’a gittik. Çıldır’da küçük bir belediye binası var. Belediye Başkanı Erdal Şirin belediye binasını bize tahsis etti. Gece başkanın odası Kurtiz’in, hesap işleri müdürünün odası da benim yatak odamdı. Senaryo yoktu ama bir tek sözcük vardı: “İnat”
Neden “İnat”?
Biz ne kadar onları görmezden geliyorsak, onları köylü diye aşağılıyorsak, sistemler onları yok etmeye çalıştıysa da onlar inatla ayakta kaldılar.
Kamera ürkütmedi mi köylüleri?
Köylüler bizden rahat. Tabii başta korkuyorlar. Birazda onların kültürünü bilmek gerekiyor. Bu konuda da kendime güvenmeseydim o yolculuğa çıkmazdım. Yeri geldi kamerayı paltonun altında sakladım, türküler söyledik…
Ve İnat Hikâyeleri ortaya çıktı…
Evet. Sonuçta heybelerimizde topladıklarımızı kestik, biçtik… Bana göre İnat Hikâyeleri bir laboratuar çalışmasıdır. Bizden sonra çekilen Oyun, Dondurmam Gaymak hep bu türde filmler. Çok da güzeldiler.
SİNEMA PAHALI BİR ŞEY. 500.000 DOLAR PARA BULACAKSIN. FİLMİNE 20.000 KİŞİ GİDECEK. 10 YIL BORÇ ÖDEYECEKSİN. SONRA YENİ BİR FİLME BAŞLAYACAKSIN, YENİ BORÇLAR… SİSTEM BU ŞEKİLDE KAPATIYOR SENİN YOLUNU. SİYASİ FİLM YAPMA, BURNUNU SOKMA MESAJI VERİLİYOR
Yine de seyirciyi çekemedi değil mi Türkiye’de?
Maalesef, İnat Hikâyeleri New York’da 25.000 seyirci yaptı. Daha sonra da alternatif sinema müzesinin filmlerinden birisi oldu. İstanbul’da bırakın entelektüelleri yaklaşık 1 milyon Karslı var. Bunları da mı merak etmediler bu filmi de 20.000 seyirci yaptı. Peki ya sinema okulundaki öğrenciler? Senaryo olmadan doğaçlama bir film yapılmış, oyuncu olmadan, ekip olmadan. Bir bakalım çocuklar bu adam ne saçmalamış da mı demediler? Sinema okuyan birisi için kötüyse de, iyiyse de ders.
Sadece sizin filmleriniz için geçerli değil ama bu durum genel olarak böyle…
Nuri Bilge Ceylan’ın Uzak filmi Cannes’da ödül aldı. Dünyada çok takdir gördü. Fransa’da 230.000 seyirci yapıyor. Türkiye’de ise 30.000 seyirci yapıyor. Bu ülkede sadece 30.000 tane sinema-televizyon öğrencisi vardır. Hani hep entelektüelim diye geçinen kesimimiz var bizim onlar neredeydi? 100.00 tane entelektüelimiz yok mu bizim? Zeki Demirkubuz kötü bir yönetmen mi? Kader gibi bir film 12 – 13.000 seyirci yapıyor. Rıza diye bir film çekildi. Son derece entelektüel bir anlatım tarzı denemiş yönetmen. Normal vatandaş sıkılır bundan doğrudur. Seyirci sayısı 600 kişi arkadaşlar… Hiç de öyle vasat bir filmde değil. Kadrajları, sinema kalitesi son derece iyi. Bu filmi bir 30.000 kişi izleyemez miydi?
Tuncel Kurtiz sizin için ne ifade ediyor? Birçok projede birlikteydiniz…
Ben Kurtiz’i 90’lı yıllarda Şeyh Bedrettin’i oynarken tanıdım. Tuncel Kurtiz bana göre bu ülkedeki sinema ve oyunculuk üzerinde bu ülkedeki en önemli adamlardan. Bir dünya oyuncusu. Ben film çekmek için dünyanın neresine gittiysem bana iki isim sordular: Yılmaz Güney ve Tuncel Kurtiz. Ama biz popüler kültürün esiri olduğumuz için bu tür insanların kıymetini bilmiyoruz.
Berhan Şimşek ile de birçok proje de çalıştınız…
Berhan Şimşek ve Tarık Tarcan da benim için çok önemli insanlardır. İnat Hikâyeleri’ni çekerken çalmadığım kapı kalmadı. Hiç kimse gelmek istemedi ama Berhan ve Tarık hiç düşünmeden geldiler benimle…
Mülteci’de neden birlikte çalışmadınız bu oyuncularla?
Tuncel’in dizisi vardı. Çok üzüldü oynayamadığı için. Şimşek ise milletvekili olduğu için bu aralar sinemayla flört etmiyor.
TÜRKİYE’DE 70.000 DOLAYINDA ÖĞRETMEN VAR. AYDA ORTALAMA BİR KİTAP OKUMUYORSA NEYİ ÖĞRETİYOR O ÖĞRETMEN? ÖĞRETMENLERİN GÜNLÜK GAZETE ALMA ALIŞKANLIĞI % 17, KİTAP SATIN ALMA % 3… EĞER BİR ÜLKENİN AYDINLARININ ÜZERİNDEN HİÇ ACIMADAN GEÇERSEN, ÇİĞNERSEN ORTAYA BÖYLE KISIR BİR TOPLUM ÇIKAR. 1960, 1970, 1980… HER DÖNEMDE DEZENFEKTE EDİLDİ AYDINLAR.
Mülteci’nin mesajı ne?
Bizim ülkemizde siyasal problemler var. Biz mücadelemizi veriyoruz. Ama dünyaya demokrasi dersi veren batı ne yapıyor? Mültecilik niye olur? Niye insan başka bir ülkeye sığınır. Ben kapitalizmin bu göçlerin temel nedeni olduğuna inanıyorum. Afrika’da madenlerin tamamını bitirseniz, kömürünü, odununu, altınını tüketirseniz bir gün o alıp götürdüğünüz şeylerin sahipleri onların peşinden gelirler. Çünkü aç kalıyorlar. İnsanların Avrupa ve Amerika kapılarına dayanmanın sebebi de bu. Filmde de bunu anlatmaya çalıştım.
HEMEN HEMEN HER AİLEDE MÜLTECİLİK VARDIR
İnsanlar ne kadar ilgi gösterecek sizce filme?
Bu konuda umutsuzum, Hoşçakal Yarın ve Işıklar Sönmesin’deki seyirciyi bile kaybetmiş durumdayız. Üniversite öğrencileri de dahil buna. Daha önce bir alt izleme oranı vardı. Artık o da yok.
Mültecilik yabancısı olmadığımız bir kavram oysaki…
Evet, Türkiye’de hemen hemen her insanın ailesinde mültecilik vardır. Almanya kapısına, Fransa kapısına ailesinden biri dayanmayan insan yoktur. Ancak bazen toplumsal gerçeklik dibe vurur. İnsanlar kendi sorunlarına bile sahip çıkmazlar. Şu an dibe vurduğu dönemdeyiz.
MÜLTECİ FİLMİ ÇEKİM NOTLARI
SENARYO YAZIMI (Gerçek bir hikâye)
Reis Çelik, Finlandiya Kültür Bakanlığı’nın davetlisi olarak gittiği Oulu kentinde tanıdığı Türkiye’li bir akıl hastasının gerçek hikâyesini Almanya’daki kaplara taşıdı. Uzun süre mülteci kamplarını dolaşarak buradaki hikâyeleri toplamaya başlayan yönetmen zaman zaman kaçak girdiği kamplarda tutuklanmalar yaşadı. Yazım ve ön çalışmaları 6 yıl süren Mülteci filminin sahneleri gerçek bir kampta neler nasıl uygulanıyorsa bu işlem ve süreleri bire bir aynen yazıldı.
ÇEKİMLER
Filmin finali her yıl Şubat ayının sonunda yapılan Köln Karnavalı’nda geçtiği için filmin çekimlerine 2006 yılının Şubat ayında Köln’de başladı. Aynı yılın Ekim ayında Kars – Ardahan bölgesinde Anadolu bölümleri çekildi. Almanya’daki mülteci kamplarından bir yıl süren izin beklentisine Kasım 2006’da yanıt geldi Nürnberg Sindorf Kampı’nda önce çekime izin verildi sonra senaryonun içeriğinden rahatsız olan Eyalet İçişleri izni iptal etti. Çekimleri yarım kalan mülteci kampının aynısı Kırklareli Kavaklı Göçmen Misafirhanesi’ne birebir kuruldu. Filmde oyuncuların yanı sıra mülteci kampı sahnelerinde gerçek mülteciler, köy sahnelerinde ise gerçek köylüler oynadı. Alman oyuncuların Türkiye’ye gelmelerinde ekonomik sıkıntılar yaşanınca Türkiye’de öğretmenlik ve gazetecilik yapan Almanlar filmdeki Alman karakterleri canlandırdı. Filmde Türkçe ana dil olarak kullanıldı; yan diller olarak Kürtçe, Almanca, İngilizce, Rusça, Afganca, Afrika Zuaheli gibi çok farklı diller kullanıldı. Filmde başrol oyuncularından Luk Piyes, Almanya da doğup büyümüş Türkiye kökenlidir. Oyunculuğunun yanı sıra Mülteci kamplarında sosyal danışmanlık yapmaktadır. Derya Durmaz da oyunculuğunun yanı sıra Birleşmiş Milletler Mültecilik Komiserliği’nde gönüllü çalışanlardandır. Filmde köylü nakkaşı canlandıran Balaban, Nazım Hikmet ile Bursa Cezaevi’nde beraber yatmış ve onun yetiştirdiği ressam İbrahim Balaban’dır. İlk defa bir filmde oynuyor.
REİS ÇELİK KİMDİR?
Reis Çelik, 1961 yılında Ardahan’da doğdu. İlk ve orta öğretimini tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşti. İstanbul Belediye Konservatuarı’nda Müzik ve Tiyatro eğitimi aldı. 1982 yılında gazeteciliğe başladı. Ekonomi ve politika muhabiri olarak çalıştı. Çeşitli televizyon programları hazırladı. Bir yandan okurken bir yandan da 70’lerin o büyük, kitlesel siyasal hareketlenmesi içinde yer aldı. Gazetecilikten dağıtımcılığa, fotoğrafçılıktan video gazete yayıncılığına kadar pek çok işte çalıştı. Fakat aklında hep film yapma fikri vardı. Belgesel filmler çekmeye başlayan Reis Çelik, çeşitli kuruluşlara 600 civarında reklâm filmi ve siyasal kampanya filmi çekti. Türkiye’de yapılan ilk Nazım Hikmet Belgeseli olan: Nazım Hikmet Ziyaretçin Var’a imza attı. (Bu röportaj Mirror Dergisi’nin 45. sayısında yayınlanmıştır.)
(28 Şubat 2008)
Gizem Ertürk
Suadiye Movieplex, Şişli Movieplex, Nişantaşı Movieplex, Çemberlitaş Şafak, Beyoğlu Sinepop, Kadıköy Broadway, Benimle Evlenir misin? (27 Dresses), Recep İvedik, 120, Örtülü Gerçek (Redacted), Esrarengiz Kadın (La Sconosciuta – The Unknown Woman), John Rambo, Don Kişot (Donkey Xote), Çılgın Dersane Kampta, 29 Şubat – 06 Mart 2008 seansları için tıklayınız.