Bir insan neden ihanet eder?
Tüm yerli ve yabancı düşmanlara karşı devletini savunacağına dair and içmiş üst düzey bir FBI ajanının ihanet gerekçesi ne olabilir? Amerika Birleşik Devletleri’nin gelmiş geçmiş en büyük haini ilân edilen Robert Hanssen’in ihanet sebebi belki intikamdı, belki para. Salt kötülük olsun diye de yapmış olabilirdi bunu ama kesin olan, Hanssen’ın yaptığı şeyden heyecan duyduğuydu. Zira, Hanssen, Rusya hesabına çalışan İngiliz köstebek Kim Philby’nin maceralarını okuyarak büyümüştü ve casus olmayı kafasına koyduğunda henüz 14 yaşındaydı. İlk ihanetini, ABD’deki Rus casuslarının faaliyetini izlemekle görevli bir FBI ajanıyken gerçekleştirdi. İşin ilginç yanı, kendisi gibi ülkesine ihanet eden bir ajanı ispiyonlamış olmasıydı. Tek farkla: adam, Amerika adına casusluk yapan bir Rus ajanıydı! Bu ilk işiyle Rusların gözüne girdikten sonra, sıra, oyunu kendi kurallarıyla oynamaya gelmişti. Evet, Hanssen için bu bir oyundu. Zekice kurgulanmış bu oyununda Hanssen’ın korkacağı tek şey ancak kendisi gibi biri olabilirdi, yani Hanssen’ın Amerika’ya ihanet ettiğini bilen ve kendisi de Amerika için çalışmaya karar vermiş bir Rus ajanı… İşte bu yüzden oyunun kurallarını kendi koydu. Ruslar onun gerçek kimliğini hiç bilmedi. Oyun alanı, Washington civarındaki ormanlık alan ve parklardı. 15 yıl süren bu oyunda Hanssen, FBI’ın karşı istihbarat faaliyetleri, uydu ve erken uyarı sistemlerinin de dahil olduğu 6 bin gizli belgeyi Moskova’ya ulaştırdı. Köstebeklikten kazandığı para ise 1.4 milyon dolardı! Robert Hanssen 2001 yılında Moskova hesabına casusluk yapmaktan afsız müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Gazeteler olayı, “filmlere konu olacak ihanet” başlığıyla verdi. Gerçekten de, Hanssen’ın ihaneti 2007 yılında film oldu…
Film, terfi etmek için canla başla çalışan genç bir FBI ajanıyla tanıştırır önce bizi: Eric O’Neill. Eric, emekli olmaya hazırlanırken Büro’nun bilgisayar sisteminin yenilenmesiyle görevlendirilen Robert Hanssen’ın asistanlığına verilir. Ama bu bir paravan görevdir. Gerçekte, Hanssen hakkında bilgi toplamakla görevlendirilmiştir ve hainin yakalanmasında başrolü oynar. Hanssen’ın yakalanmasından sonra da, büroyu bırakıp hukuk eğitimi üzerine yoğunlaşır. Filmin Eric O’Neill’e odaklanmasının sebebi, yaşananların beyazperdeye aktarılması fikrinin ona ait olmasıdır. Öykü, yapımcılar tarafından beğenilince, geriye FBI’dan onay almak kalır. Sonunda ortaya Billy Ray imzalı dramatik bir gerilim filmi çıkar.
Gerçek bir olayın beyazperdeye aktarılması…
Gerçek bir olayı, hele ki karakterleri hâlâ hayatta olan bir olayı beyazperdeye aktarmak, ustalık, biraz da cesaret isteyen bir iş. Üzerinde düşünülmesi ve çalışılması gereken iki öncelikli konu var. Birincisi, böyle bir film için gerekli dramatik gerilim atmosferini yaratmak, bu yolla da seyirciyi filmin içine çekmek. İkincisi ise, gerçeklerden çok fazla uzaklaşmadan ortaya iyi bir hikâye koyabilmek. İhanet filminin kamera arkasına baktığımızda, tüm yapım ekibinin bu iki konu üzerinde canla başla çalışmış olduğunu görüyoruz. Eric O’Neill’in senaryonun yazımından itibaren yapımın tüm aşamalarına dahil olması filmin en büyük avantajı. Tabii oyuncuların da… Robert Hanssen’i canlandıran Akademi ödüllü Chris COOPER, O’Neill’den “eski patronu” ile ilgili detaylı bilgi alırken, O’Neill rolünü oynayan Ryan PHILIPPE, canlandırdığı kişiyi tanıma ve onunla birebir çalışma şansına sahip olmuş. Bu az rastlanır durum, iki oyuncuyu daha da kamçılamış olmalı ki, rollerinin hakkını verebilmek için onlarca kitap okumuş, her bir sahne üzerinde uzun uzun çalışmışlar. Filme damgasını vuran bir başka “az rastlanır” durum da, hikâyenin doğru aktarılabilmesi için ekiple işbirliği yapan FBI’ın, iç anahtar çekimler için, erişimi kısıtlı FBI binasının kapılarını açmış olması. Mimari açıdan benzersiz olan FBI binasının kopyasını yapmanın zorluğu düşünülürse, bunu da filmin artı hanesine eklemek gerek derim. Bunca emekten sonra, yönetmen Billy Ray, haklı olarak, Hanssen’in tutuklanma sahnesinin, 2001’deki gerçek tutuklanmanın gerçekleştiği yerde çekilmesinde ısrar eder. FBI da kendini filmin heyecanına kaptırmış olmalı ki, sahnenin aslına uygun olarak yeniden oluşturulabilmesi için, ekibe, olayın gözden geçirilmiş bandını bile verir. Daha ne olsun ki? Hanssen’ı hapisten çıkarıp başrolde oynatacak halleri de yoktu ya! Başrolde oynamasa da, kendini canlandıran Chris Cooper’ın oturduğu masanın üzerinde asılı tablodan gülümseyerek filme bir şekilde dahil olur Robert Hanssen.
Gerçeğe sadık kalmak için harcanan tüm bu emekten sonra gelelim işin iyi bir hikâye yaratma kısmına. Yapım ekibinin kararı, izleyicinin olayları O’Neill’in bakış açısından görmesi olmuş. Filmin ortalarına kadar, Eric’in, Hanssen ile ilgili gerçekte neler döndüğü hakkında hiçbir fikri yok. Dolayısıyla izleyicinin de. Bunun çok yerinde bir karar olduğunu söylemek lazım. Zira, gerçek öykü hakkında çok fazla bilgi sahibi olmayan bir izleyicinin, tıpkı O’Neill gibi, Hanssen’ın kişiliği ve yaptıkları hakkında çelişkiye düşmesi muhtemel. Bu da, merak unsurunu artıran ve filmi seyredilir kılan bir durum.
Bir ihanet kaç kişinin yaşamını etkiler?
Eric O’Neill kendini bir açmazda buluyor. İç dünyasıyla dış dünyada yaşadıkları kıyasıya bir çarpışmaya giriyor. İşine ve ettiği yemine bağlı olan tarafı, görevini layığıyla yerine getirmek için çırpınıyor. Eric, hırslı ve oldukça akıllı bir genç adam. Bu özel görev için seçilmesinin kendisi için bir şans olduğunun da farkında. FBI teşkilâtında tam yetkili bir ajan olma hayalini gerçekleştirmesine ramak kaldığının da. Oysa diğer yandan, kendisine şüpheli bir şahıs olarak tanıtılan ve suçunu belgelemek zorunda olduğu adama karşı garip hisler içinde. İlk başta Hanssen’ın garip sorularından, karşısındakini delip geçen bakışlarından, nezaketten uzak tavırlarından oldukça rahatsız olsa da, onu tanıdıkça, torunlarıyla saatlerce oyun oynayan, karısıyla sevgi dolu bir ilişki yaşayan, birlikte çalıştığı bir insanın babasının hastalığıyla ilgili bilgi toplayacak kadar düşünceli davranan ve fazlasıyla dindar olan 56 yaşındaki bu egzantrik adamdan etkilenmeye başlıyor. Ama görevini yerine getirmek, Hanssen’ın cinsel yaşamını internet ortamında sergilediğine dair kanıt toplamak zorunda. Üstelik tam da Hanssen ona güvenmeye başlamışken. Bir haini ortaya çıkarabilmek adına bir haine dönüşmek! Bu çelişki Eric’in canını fazlasıyla yakarken, bir yandan da başka bir sorunla, FBI yaşantısının en zor taraflarından biriyle boğuşmak zorunda kalıyor: Görevinin gizliliğini koruyabilmek için, henüz çiçeği burnundaki karısına yalan söylemek… Juliana, yaşına göre oldukça olgun, eşini fazlasıyla seven ve destekleyen bir kadın. Ama zamanla, kocasıyla ilgili birtakım gerçeklerin dışında kalmaktan -olan bitenin Hanssen’la ilgili olduğunu anlasa da- rahatsızlık duymaya başlıyor. Bildiği tek şey kocasının değiştiği, Eric’in artık o evlendiği insan olmadığı. Evlilikleri çatırdamaya başlıyor.
Hanssen’ın ihaneti, bir başka hayal kırıklığını daha ortaya çıkarıyor. Operasyon boyunca, O’Neill’i bilgilendiren ve onun topladığı bilgileri analiz edip Hanssen hakkındaki gizli soruşturmayı yürüten ekibe bildiren Ajan Burroughs’un kimliğinde vücut bulan bu hayal kırıklığının sahipleri, bunca yıl boyunca Hanssen’la omuz omuza çalışmış ve o süre zarfında aradıkları casusun yanı başlarındaki adam olduğunu henüz öğrenmiş olan ajanlar. Bunca yıllık çalışmanın bir hiç uğruna olduğunu öğrenmek… İşine ve kendisine olan saygısını sorgulamaya sürüklemez mi insanı?
Ve Hanssen’ın karısı Bonnie… Kendisini ailesine adamış fazlasıyla dindar bir Katolik. Akıllı ve güçlü, kocasına destek olmayı da onu yönlendirmeyi de becerebilen bir kadın. Bu kısmı filmde yer almasa da, eklemek istiyorum: Hanssen, tıpkı Eric gibi, FBI ajanlığının kazandırdığı alışkanlıkla, yaptıklarını karısından saklıyor. Tabii bu gizlilikte, casus olduğunu karısına açıklamaktan çekinmesinin de payı olmalı. Ama Bonnie onu gizli bir mektup yazarken yakalayıp başka bir kadınla ilişkisi olduğunu sandığında, ona gerçeği, 20 bin dolar karşılığında Sovyetlere birkaç değersiz bilgi sattığını itiraf etmek zorunda kalıyor. Bonnie de ona günah çıkarmasının söylüyor! İşin bu kısmı kolay atlatılmış gözükse de, Hanssen’ın yakalanmasından sonra patlayan gerçekler, karısıyla yaşadığı mahrem anları kaydedip bir arkadaşına göndermesi, ya da Hanssen’ın “kendisine asla elini sürmediğini” iddia eden striptizci sevgilisinin ortaya çıkması, kadıncağızı nasıl etkilemiştir, bilemeyiz!
Hayatları birebir etkilenen bu insanların yanı sıra, Hanssen’ın ihanetinin Federal Büroya ciddi anlamda zarar verdiğini, köstebeğin Moskova’ya ilettiği gizli bilgilerin Amerika’yı halen içinde bulunduğu tehlikeli bir duruma soktuğunu söylemeye bilmem gerek var mı?
Sonuç olarak, tüm bu bilgiler ışığında çekilen İhanet, sadece oyunculuk başarısı için bile izlenmeye değer bir film olmasının yanı sıra, “gerçeğin öyküsü” olarak nitelendirilmeyi sonuna kadar hak eden bir yapım.
(25 Temmuz 2007)
Gülay Oktar Ural