Outlaw – Kanunsuzlar

Erk duygusu, isyan duygusu, psikolojik rahatsızlık, nedeni her ne olursa olsun, toplumda şiddet eğilimli insanlar var. Her gün gazetelerde okuduğumuz, artık, belki de bu tür haberlere fazlasıyla rastladığımızdan, neredeyse kanıksadığımız birtakım insanlar bunlar. Zevk için cinayet işleyenler, insanları haraca kesenler, cinsel tacizciler… Liste böyle uzar gider.

Sinemanın en büyük kaynaklarından biri de toplumsal olaylar olunca, bu konu da beyazperdeye yansımakta gecikmedi. Dünya üzerinde çeşitli yönetmenler şiddet konulu filmler için kamera arkasına geçti. Bu sene gösterime giren Serdar Akar imzalı Barda da bu tür filmlerin yerli örneklerinden biri. Bu ay da, türün İngiliz yapımı bir örneği buluşuyor izleyiciyle: OUTLAW ya da Türkçe adıyla KANUNSUZLAR…

Filmin yazar – yönetmeni Nick Love, gazetelerde rastladığı güncel haberlerden yola çıkarak oluşturmuş senaryoyu. Yani Outlaw, bir anlamda, yönetmenin toplumdaki şiddet olaylarına tepkisinin dışavurumu. Filmde izlediğimiz olaylar, her an karşımıza çıkabilecek olaylar olduğundan, izleyici hemen özdeşlik kurabiliyor filmle. Özellikle de, sonradan bir rüya olduğunu anlamamıza rağmen gerçekçiliğinden hiçbir şey yitirmeyen ilk sahne, koltuğa çiviliyor insanı.

Şöyle bir canlandırın gözünüzde: Yaşamınız huzur içinde akıp giderken, aniden bir el uzanıp onca emekle kurduğunuz düzeni yerle bir ediyor. Gasp, cinayet ya da tecavüz korkusuyla sokağa adım atamaz oluyorsunuz. Kendinizi bile koruyamazken, sevdiklerinizi korumak adına hiçbir şey yapamamanın çaresizliğini yaşıyorsunuz bir yandan da. Tüm bunları birkaç saniyeliğine düşünmek bile, Ağustos sıcağına rağmen tüylerinizin ürpermesine neden oldu değil mi? İşte Outlaw ve benzeri filmler, her ne kadar bazılarını izlemek cesaret istese de, toplumsal gerçekleri yansıtan birer ayna görevi görmekte ve kabûl etmek güç olsa da, toplumlar git gide daha karanlık bir dünyaya sürüklenmekte.

Filme dönersek… Outlaw, gerçeğe dayanan güçlü bir öyküye sahip olsa da, senaryoda birtakım boşluklar ve izleyiciyi filmden uzaklaştıran bazı saçmalıklar mevcut. Bunlardan en çok göze çarpanı, filmin başında bizi fazlasıyla etkileyen Gene karakterinin, filmin sonunda, yaralı olmasına rağmen, onca polisin arasından sıyrılıp, intikamını almak adına işyerine varabilmesi. Aynı sekansta karşılaştığımız bir başka saçmalık da, bunca adamı olan, üstelik ciddi anlamda koruma altında tutulan uyuşturucu baronu Manning’in, sıradan bir adama rüşvet babında verilecek para dolu bir zarfı, kendi eliyle vermek için kendi kullandığı bir arabayla tek başına getirmesi! Filmdeki mantık hatalarının yanı sıra, teknik anlamda beni rahatsız eden bir şey de kameranın sürekli titremesi oldu. Bu durumun, ‘dogma’ geleneğinden beri süregelen ‘filmleri el kamerasıyla çekme modası’ veya görüntüdeki titremenin ‘şiddetin insan ruhunda yarattığı sarsıntının filme yansıması’ şeklinde açıklamaları varsa, kabûl!

Outlaw’ı, tüm bunların ötesinde, çizdiği karakterler üzerinden yorumlamak çok daha doğru olur belki de. Filmin ana kahramanı Danny Bryant (Sean Bean) başta olmak üzere, Gene Dekker (Danny Dyer), Cedric Munroe (Lennie James), Sandy Mardell (Rupert Friend), Simon Hillier (Sean Harris) ve Walter Lewis (Bob Hoskins)’in, toplumun farklı kesimlerinden gelen altı kişinin, kesişen yaşamlarına tanık oluruz Outlaw’da. Hepsinin yaşamlarında baş etmekte zorlandıkları problemleri vardır ve ‘şiddete karşı durmak’ adına kurulan bu birliktelik, ya da medyada yer alan adıyla Kanunsuzlar Çetesi, her birinin yaşamında olumlu ya da olumsuz değişiklikler yaratacaktır.

Danny Bryant, Irak’taki görevinden henüz dönmüş emekli bir paraşütçüdür. Ülkesini korumak adına bunca yılı evinden ve sevdiklerinden uzakta geçirmek zorunda kalan bir insan için, geri döndüğünde, sokaklarında suçun alıp yürüdüğü ve devletin bu konuda hiçbir şey yapmadığı bir ülkeyle ve kendisine sadık kalmamış bir eşle karşılaşmak yıkıcı bir darbedir. Danny bir otele yerleşir. İçine kapanıktır. Dertleşmek için buluştuğu eski komutanına bile, yaşamındaki büyük boşluğu anlatamaz. Kaldığı oteldeki güvenlik görevlisi Simon’la birlikte, şiddete karşı mücadele edecek bir çete kurmaya karar verir. Liderlik ve şiddete karşı girdiği savaşım Danny’i yeniden ayağa kaldırsa da, çok geçmeden o da sistemin oyununa gelecek ve kendi kendini yok edecektir.

Güvenlik görevlisi Simon, askerlikten atılmış, yalnızlığın kendisini ‘insanları röntgenleme’ye ittiği bir adam olarak çıkar karşımıza. O da şiddete karşı savaşmak istemektedir. Ama film ilerledikçe, Simon’un tam anlamıyla ırkçı ve faşist olduğu çıkar ortaya. O güne kadar içinde beslediği topluma karşı duyduğu büyük öfke bir anda patlar. Aslında tek istediği şiddet uygulamakken, buna temiz bir kılıf bulmaya çalışır çete aracılığıyla. Sonuç, lider tarafından çeteden ihraç edilmesi olur.

Gene, sıradan bir hayat süren, orta sınıf bir vatandaş. Evlenme hazırlığı yaptığı nişanlısı ile birlikte yaşıyor. Karakterlerimizin çoğu gibi, şiddet yanlısı değil. Aksine şiddetten ürküyor. Sokakta, kendinin ya da nişanlısının başına gelebilecek kötülüklerden o denli ürküyor ki, rüyalarında bile bununla uğraşıyor. Uğraşmak zorunda olduğu bir sorun da işyerinde başına çöreklenen şirket mafyası. Çete sonrası Gene’in yaşadığı değişimse gözler görülür derecede. Evlenmekten vazgeçiyor. Şirkette ona musallat olan adamı bir yumrukta deviriyor ve filmin sonunda (saçma da olsa!) mafya babasını öldürüyor.

Cedric bir savcı. Uyuşturucu baronu Manning’e karşı olan davada görevli. Mahkeme tuvaletinde Manning’in adamlarından biri tarafından tehdit ediliyor. Huzuru kaçıyor ama ses çıkarmıyor. Ama tehdit gerçekleşiyor. Manning’in adamları Cedric’in karısını karnından bıçaklıyor. Bebek anında ölüyor, kadınsa hastanede. Aradığı adaleti artık hukuktan bulamayacağını anlayan kanun adamı da Kanunsuzlar Çetesi’nin bir üyesi oluveriyor! Ama filmin sonunda yine kanuna güvenip teslim olduğunda sistemden son tokadını yiyor ve polisler tarafından ‘ortadan kaldırılmak’ adına öldürülüyor!

Walter, önce Cedric’i mahkemeye götürmekle görevli sıradan bir polis memuru olarak çıkıyor karşımıza. Çetenin bir üyesi olmasa da, onlara destek veriyor. Çünkü, meslekte geçirdiği bunca yıldan sonra, doğru biri olmanın insanı bir yere götürmediğini anlamış durumda. Üstelik polis merkezindeki yozlaşmanın, dönen dolapların, cebe atılan rüşvetlerin de farkında. Böylece Walter, çeteye içeriden bilgi aktarıyor. Bunu yaparken de belki meslek hayatı boyunca hissetmediği kadar işe yaradığını hissediyor ve bu his içindeyken de öldürülüyor!

Sandy bir üniversite öğrencisiyken, eşcinsel olduğunu düşünen birtakım adamların saldırısına uğruyor. Bu dehşet verici saldırıdan geriye, yüzünde ve bedenindeki artık birlikte yaşamak zorunda olduğu izler kalıyor. Sandy’i tanıdığımızda, içine kapanık, yara izlerinden utandığından ve yeniden saldıra uğramaktan korktuğundan kendini toplumdan uzaklaştırmış bir genç adam. Üstelik kendisine saldıran adamların salınıverdiğini öğreniyor. Çetenin dağılmasından sonra, Sandy’i yeniden üniversiteye başlamış halde görüyoruz. Korkuları geride kalmış. Kızlarla flört edecek kadar yeni yüzüyle barışmış, spor müsabakalarına katılan dışa dönük bir genç adam artık o. Çeteye yeniden katılmayı reddeden de tek o oluyor. Bunun için suçlamalı mı? Suçlanmamalı mı? İşte size medyadan çok alışık olduğunuz türde bir oylama sorusu. Filmi izlerken de benzeri bir oylamayla karşılaşmıştık, hatırlarsanız. Haber spikeri yüzünde kocaman bir sırıtış, konuşuyordu: “Kanunsuzlar Çetesi halktan yana mı? Değil mi? Eğer halktan yana diyorsanız…”

(31 Temmuz 2007)

Gülay Oktar Ural

Oscar Ödüllü Başkalarının Hayatı Filminin Yıldızı Ulrich Mühe Yaşamını Yitirdi

Oscar Ödüllü Başkalarının Hayatı (The Lives of Others) filminin aktörü 54 yaşındaki Ulrich Mühe, mide kanseri hastalığı nedeniyle 22 Temmuz Pazar günü yaşamını yitirdi. Başkalarının Hayatı’nda Ulrich Mühe, Berlin Duvarı yıkılmadan önce ünlü oyun yazarı ve sanatçı çift Georg Dreyman ve Christa – Maria Sieland’ın hayatlarını gizlice gözetleyip ihbar etmekle görevli, Doğu Almanya’nın gizli polis örgütü Stasi için çalışan Yüzbaşı Gerd Wiesler’ı oynamıştı. Film bu yıl Los Angeles’ta yapılan Oscar Ödül Töreni’nde En İyi Yabancı Film Ödülünü kazanmıştı. Mühe’de bu filmdeki rolüyle 2006 Avrupa Film Ödülleri’nde En İyi Aktör ödülünü kazanmıştı.

Aman Tanrım

Tom Shadyac’ın yönettiği ve Steve Carell, Lauren Graham, Jimmy Bennett ile Johnny Simmons’un oynadığı Aman Tanrım (Evan Almighty), 17 Ağustos 2007’de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
Tanrı’nın çok özel bir görev yüklediği yeni kişi bu kez, haberciliği bıraktıktan sonra siyasete atılan ve kongreye yeni seçilen Evan Baxter’dır. Geçmişini Buffalo’da bırakarak ailesini Virginia’ya taşımıştır. Ancak oradaki yeni yaşamında Tanrı’nın aniden karşısına çıkması ve Nuh’un gemisinin benzerini inşa etmesini buyurmasıyla hayatı bir anda altüst olur.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb

Aman Tanrım yazısına devam et

Kara Yılan İnliyor

Craig Brewer’ın yönettiği ve Samuel L. Jackson, Christina Ricci, Justin Timberlake ile S. Epatha Merkerson’un oynadığı Kara Yılan İnliyor (Black Snake Moan), 27 Temmuz 2007’de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
Lazarus’un blues çaldığı günler geride kalmıştır. Hayatının kadınını bulduğuna inanarak evlenmiş, blues şarkıları söylemeyi bırakmıştır. Karısı tarafından aldatılıp evliliği paramparça olunca, sadece hayallerini kaybetmez, ihanetin getirdiği aşağılanmada ruhunun da kaybolduğunu hisseder. Aradığı huzuru yeniden eski dostu gitarında ve blues şarkılarında bulmaya çalışır. Ta ki karşısına Rae çıkıncaya kadar.

Kara Yılan İnliyor yazısına devam et