Edie, Bonus Premium Cinecity – Trio’nun Açık Hava Sineması’nda

George Hickenlooper’in yönettiği ve Guy Pearce, Sienna Miller, Hayden Christensen ile Jimmy Fallon’un oynadığı Edie (Factory Girl: Edie), 18 Temmuz Çarşamba akşamı 21:30 seansında Bonus Premium Cinecity – Trio Açık Hava Sineması’nda gösterilecek. Açık hava sinemasının havuz başında şezlonglara veya minderlere uzanarak, Chocolate’ın hazırladığı özel kokteyller ve menüler ile yıldızlar ve palmiyeler arasında film seyrederek değişik bir ayrıcalık yaşanıyor. Ayrıcalık Eylül ayına kadar her hafta Çarşamba, Cuma ve Pazar akşamları 21:30 seansında yaşanacak.

Edie, Bonus Premium Cinecity – Trio’nun Açık Hava Sineması’nda yazısına devam et

Nicolas Cage


Nicolas Cage (Next’deki Cris Johnson.)


Gad Elmaleh (Zengin Avcısı – Hors de Prix’deki Jean.)


Halit Ergenç (En son Nihat Durak’ın İlk Aşk’ında Kemal rolünde izledik. Çağan Irmak’ın Babam ve Oğlum’u ile Olgun Arun’un Tramvay’ında da beyazperdede seyretmiştik.)

Gad Elmaleh


Gad Elmaleh (Zengin Avcısı – Hors de Prix’deki Jean.)


Nicolas Cage (Next’deki Cris Johnson.)


Halit Ergenç (En son Nihat Durak’ın İlk Aşk’ında Kemal rolünde izledik. Çağan Irmak’ın Babam ve Oğlum’u ile Olgun Arun’un Tramvay’ında da beyazperdede seyretmiştik.)

Peker Açıkalın


Peker Açıkalın (Son yıllarda Amerikalılar Karadenizde 2, Maskeli Beşler: Irak, Hababam Sınıfı 3,5 gibi filmlerde star haline geldi. Avrupa Yakası TV dizisinde canlandırdığı Gaffur tiplemesiyle fenomen oldu, sanatında zirveye çıktı.)


Yılmaz Güney (Sinemamızın çirkin kralı. Umut, Ağıt, Acı, Hudutların Kanunu, Kızılırmak Karakoyun, Sürü. Türk sinemasının en önemli sanatçılarından.)


Ethem Akpolat (Saddamın Askerleri: Kara Güneş’teki Yılmaz.)


Jason Schwartzman (Matrak Adamlar – Funny People’daki Mark Taylor Jackson.)

Yılmaz Güney


Yılmaz Güney (Sinemamızın çirkin kralı. Umut, Ağıt, Acı, Hudutların Kanunu, Kızılırmak Karakoyun, Sürü. Türk sinemasının en önemli sanatçılarından.)


Ethem Akpolat (Saddamın Askerleri: Kara Güneş’teki Yılmaz.)


Peker Açıkalın (Son yıllarda Amerikalılar Karadenizde 2, Maskeli Beşler: Irak, Hababam Sınıfı 3,5 gibi filmlerde star haline geldi. Avrupa Yakası TV dizisinde canlandırdığı Gaffur tiplemesiyle fenomen oldu, sanatında zirveye çıktı.)

Joseph Fiennes


Joseph Fiennes (Özgürlüğün Rengi – Goodbye Bafana’daki gardiyan James Gregory, Büyük Baskın – The Great Raid’deki Binbaşı Gibson.)


Cenk Ertan (Ihlamurlar Altında TV dizisindeki Cem rolüyle popüler oldu.)

Açelya Elmas


Açelya Elmas (Ihlamurlar Altında TV dizisinin Ceyda’sı, Kurşun Yarası adlı TV dizisinin Cemile’si. Osman Sınav’ın Deli Yürek adlı sinema filminde de oynadı.)


Marie Gillain (Ölüm Tohumları – Pars Vite et Reviens Tard – Seeds of Death’deki Marie.)

Marie Gillain


Marie Gillain (Ölüm Tohumları – Pars Vite et Reviens Tard – Seeds of Death’deki Marie.)


Açelya Elmas (Ihlamurlar Altında TV dizisinin Ceyda’sı, Kurşun Yarası adlı TV dizisinin Cemile’si. Osman Sınav’ın Deli Yürek adlı sinema filminde de oynadı.)

Hoşçakal En İyi Dostum

Bir film izledim. Öyle bir film ki, boğazımdaki yumrulardan tıpkı bir çığ gibi beslenerek yüreğime kaskatı, dev bir kütle halinde oturdu. Birkaç gündür de gitmiyor!

Filmin adı Goodbye Bafana. Tüm dünyanın, ilk olarak, “siyahların bağımsızlığı için mücadele veren adam” olarak tanıdığı Nelson Mandela’nın hapiste geçirdiği 27 yılı anlatıyor film. O yılların neredeyse tamamını kendisiyle geçiren beyaz bir gardiyanın gözünden tanıyoruz hapisteki Mandela’yı. 24 dizisinin karizmatik başkanı David Palmer’ın yani Dennis Haysbert’in çizdiği başarılı performansla, hemen sevdiriyor kendini. Barışa ulaşmak için savaş veren, davasını ailesinden bile önde gören bu adamın tavırlarında bilge bir yan var. Sürdürdüğü, üstelik lideri olduğu savaşıma rağmen, kanaatkâr, isyandan uzak. Ona yaklaşmak, akıl danışmak geliyor insanın içinden. Tıpkı James Gregory’nin yaptığı gibi. Bir filmin gerçek bir yaşam öyküsünün bir kesitinden yola çıkması elbette etkileyici. Ama filmin o yaşama değmiş, o yaşamla yoğrulmuş ve dönüşmüş bir başka gerçek yaşamın çerçevesinden anlatılması, söylemini çok daha güçlü hale getiriyor. Filmi kuru bir biyografi olmaktan çıkarıp duyguların ön plâna çıktığı başka bir plâtforma taşıyor adeta. Mandela, filmin yola çıktığı kitabı ve yazarı Gregory’i, gerçekleri çarpıttığı için mahkemeye vermiş, ne gam! Biyografik gerçeklerden, biçimsel özelliklerden çok öte bir şey benim yüreğime oturan. Filmi izlerken, adeta perdenin ortasında beliren üç soru hâlâ kafamın içinde dönüp durmakta.

Birinci soru: Ne zaman başkalarının haklarını kendi hakkımız beller olduk?

Adaya gitmek için bindikleri gemide, Gregory’nin genç ve güzel karısı Gloria, ‘terörist’ olarak tanımladığı siyahlardan neden uzak durmaları gerektiğini anlatıyor çocuklarına: “Onlar bizim bu topraklarda rahat yaşamımıza engel oluyorlar. Ellerine fırsat geçse, bizi hemen öldürürler.” Aklıma hemen, Mehmet Teoman – Vedat Sakman birlikteliğinin en güzel eserlerinden biri geliyor: Kafam Karışıyor. Zuhal Olcay, o buğulu sesiyle yüreğime dokunuyor: “Siyahların ülkesinde, hep beyazların sözü geçiyor…”

İkinci Soru: Çocuk masumiyetimizi ne zaman yitirdik?

Geçiş kartı yanında olmadığı için beyaz görevlilerce dövülen bir kadın, kucağındaki bebeğini yere düşürüyor. O andaki çırpınışları, kendinden çok bebeği için. Ama görevliler bebeğe dokunmasına izin vermiyor. Gregory’nin, tüm bunlara korkudan kocaman olmuş gözleriyle tanıklık eden küçük kızının küçük yüreği acıyla kasılıyor. İnsan oluşumuzun en masum haliyle, akşam babasına soruyor: “Neden o kadına vurdular?” Babanın yanıtı hazır: “Geçiş kartı yoktu”. “Peki ya bebek?” Anne Gloria yetişiyor baba James’in imdadına: “Bazı şeyler böyle olmak zorunda.” Hayvanlara dair birtakım garip örnekler verdikten sonra da ekliyor: “Öğrenmek için büyümen gerek.” İçimden haykırıyorum: Ne olur küçük kız, büyüme!

Üçüncü soru: Ne zaman öğretilenlere sorgusuz inanır olduk?

James, Mandela’ya mücadelesiyle ilgili birtakım yorumlarda bulunuyor. Mandela soruyor: “Özgürlük Bildirgesini okumadın değil mi?” Ne denli ezberci, ne denli kolaycı insanoğlu! Gerçekten neyi savunduğunu, ne adına savaş verdiğini bile bilmediğin bir insanı, sırf başkaları öyle istiyor ya da düşünüyor diye yargılamak, yargılayabilmek!

Biz ne zaman bu hale geldik? Günlerdir, yüreğim kaskatı, beynimde bu üç soru…

(19 Temmuz 2007)

Gülay Oktar Ural