Etiket arşivi: The Seed of the Sacred Fig

Kadın, Hayat, Özgürlük

“Alışılmadık yaşam döngüsüne sahip olan ‘Ficus Religiosa’nın tohumları kuş dışkıları vasıtasıyla diğer ağaçlara taşınıp, bitkinin tepeden gelişen hava kökleri hızla yayılarak toprağa kadar ulaşır, daha sonra dallanıp budaklanarak köklenen bitki ana ağacı çepeçevre sararak boğduktan sonra kendi hükümranlığını ilan edermiş”. İranlı sinemacı Muhammed Resulof, dünya prömiyerini yaptığı 77. Cannes Film Festivali’nde büyük yankı yaratan son cesur denemesi ‘Kutsal İncirin Tohumu / Dane-ye Anjir-e Ma’abed’in açılışında yer alan bu kıssayı, İslam Devrimi sonrasında köktendinci bir baskı rejimi altında yaşamaya mecbur kalan memleketinin ahvaline dair bir metafor olarak kullanıyor.

Filmin hikâyesine gelirsek, Tahran’daki Devrim Mahkemesi’nde soruşturma müfettişi olarak terfi eden İman, zimmetine verilen silahı teslim alıp, kırsalda bir türbede şükür namazını kıldıktan sonra evine döndüğünde karısı tarafından keyifle karşılanır. Öyle ya, terfi sonrası aileye 3 odalı bir apartman dairesi tahsis edilecek, çevrede itibarları artacaktır. Lakin bu mevkinin handikapları da vardır. Yeterli soruşturmayı yapamadan, hatta tek kelime okumadan idam hükümlerinin altına imza atacak olmanın haklı

tedirginliği içindedir İman. Karısı yakın bir gelecekteki hakimlik terfisinin hayalini kurarken, yeni görevinin tam da Mahsa Amini’nin ölümünün yarattığı infial ortamına denk gelmesi adalet yemini etmiş hukukçuyu iyice bunalıma sokar. Tam bu sırada adına zimmetli beylik tabancası odasının çekmecesinden kaybolunca İman karısı ve kızlarından şüphelenmeye başlar. Teokratik totaliter düzenin sadık uygulayıcısı hücrelerine işlemiş güvensizliği ve yükselen paranoyasıyla baş edemeyince sert önlemler alacak ve sorgu sürecini kendi evine taşıyacaktır.

İranlı sosyolog sinemacı Muhammed Resulof bizde de sinemalara uğrayan altıncı uzun metrajına atıfla ‘dürüst ve inatçı bir adam’, iflah olmaz bir muhalif. Rejimini eleştirdiği, toplumsal yozlaşmayı her fırsatta dile getirdiği ülkesinde her daim yasaklı olmuş, devlet sansürünün hışmına uğrayan filmlerinden hiçbiri ülkesinde gösterilememiş. İran’daki devlet sansürü üzerine 2008 yılında bir belgesel bile çekmiş. İstanbul Film Festivali’nde izleme şansı bulduğumuz, baskıcı rejimin 21 yazar ve gazeteciye suikast

planladığı 1995 yılında yaşanan gerçek olaylardan yola çıkan 2013 yapımı ‘El Yazmaları Yanmaz’dan sonra başı iyice derde girmiş, 6 yıl hapis cezası almış, ceza süresi 1 yıla indirilip rejim tarafından ‘akıllı ol’ uyarılarına maruz kaldıktan sonra bile yılmadan gerilla usulü filmlerini çekmeyi sürdürmüş. 5 yıl önce dört öyküden oluşan ‘Şeytan Yoktur / Sheytan Vojood Nadarad’ ile büyük ödül Altın Ayı’yı kazandığında gözaltında olduğu için Berlin’e gidemeyen Resulof, bu defa her şeyi göze almış.

‘Kutsal İncirin Tohumu’nun öyküsünü, dışarda başörtüsünü çıkardığı için tutuklanan Kürt kökenli Amini’nin 16 Eylül 2022’de polis nezaretinde katledilişi ile tetiklenen ‘Kadın, Yaşam, Özgürlük’ hareketi yaşanırken, parmaklıklar ardında kaleme almış. Tahliye olduktan sonra avukatları, eski filmleri ve aktivist girişimleri nedeniyle onu 8 yıllık bir hapis cezasının beklediğini bildirdiğinde yine geri çekilmemiş. Protesto hareketine destek veren oyuncularla, ağırlıklı olarak yakın bir dostunun set olarak yeniden dizayn edilmiş evinin iç mekânında ve final bölümünde gözlerden ırak kırsalda çalışmış. Kalabalık sahneleri her an yeniden gözaltına alınma korkusuyla asistanları vasıtasıyla uzaktan yönetmeye mecbur kalmış. Bu sancılı çekim sürecinin ardından

gizlice yurt dışına çıkarılan materyalin kurgusu Almanya’da Fatih Akın’ın gözde kurgucusu Andrew Bird’e teslim edilmiş. İran’dan kara yoluyla gizlice Türkiye’ye, oradan Almanya’ya kaçan Resulof daha sonra filmin prömiyerine katılacağı Cannes’a ulaşabilmiş. Kırmızı halıda İman’ın kızları ve büyük kızın okul arkadaşını canlandıran Mahsa Rostami (Rezvan), Setareh Maleki (Sana) ve Niousha Akshi (Sadaf) ile birlikte yürüyen sinemacı, İran’da ağır işleyen bir işkenceye dönüşmüş gözaltı nedeniyle ülke dışına çıkamamış başrol oyuncuları Missagh Zarek (İman) ile Soheila Golestani’nin (Necmiye) fotoğraflarını elinde sallayarak kalben onların yanında olduğunu ifade edişi Cannes tarihinin önemli sayfalarından biridir.

Tüm bu ölümcül çaba ve maceranın ardından izlediğimiz filmin, Resulof’un haklı isyanını üst perdeden haykıran bir manifestoya dönüştüğünü görüyoruz. İman’ın evi ve ailesinin kadınları ile ilişkilerini toplumun mikrokozmosu olarak ele alan sinemacı, sokakta tırmanan vahşeti mobil telefonlarla çekilmiş görüntülerle harmanlıyor. İnancın fanatizme, daha sonra şiddete dönüştüğü paranoyak bir düzende, sokaktakinin benzerinin ev içinde yaşandığına tanıklık ediyoruz. Zorunlu başörtü nizamına karşı protestolarda polisin orantısız müdahalesi sonucunda yitirilen canlar kor bir öfkeyi büyütürken, özgürlük haykırışı boyunduruk

altındaki toplumun tüm fertleri için yükselirken, Resoulof önceki filmlerinin, ‘Şeytan Yoktur’un özellikle o güzelim son öyküsünde yürek burkan hüzünlü itirazının bu kez tahammülü tüketmiş koyu bir öfke patlamasına dönüştüğünü gözlemliyoruz. Belki de bu nedenle büyük kız Rezvan’a didaktik cümleler sarfettiriyor. Karakter değişimlerindeki geçişi daha sabırsız, finale doğru senaryodaki boşluklar daha bir göze batıyor. Lakin, artısıyla eksisiyle dile getirdiği isyanına ve cesaretine saygı duyuyor ve ülkemizden sistemi eleştiren böylesine cesur sinemacılar çıkamadığı için yeniden hayıflanıyoruz.

(08 Ocak 2025)

Ferhan Baran

[email protected]

İki Kadın İki Film: Kutsal İncirin Tohumu ve Maria

Erkek egemen yapı yıllar, yüzyıllar boyu kadını hep ikinci sınıf olarak görmüş, küçümsemiş ama başarısından da hep gurur duymuş. Bu hafta (denk geldi, aynı gün izledik) iki ayrı kadını, iki ayrı dünyayı, iki ayrı ruhu karşılaştırabilme olanağı bulduk.

Çehov: “Sahnede silah varsa, patlamalı”

İlki Kutsal İncirin Tohumu (The Seed Of The Sacred Fig), yönetmen Muhammed Resulof’un belgeselmiş izlenimi verecek denli güçlü, ama kurgu; öyle ki oyuncularından yapımcılarına kadar kimsenin festivallere katılmasına izin verilmeyen bir İran filmi. Başörtüsünü çıkardığı için hunharca katledilen, bütün dünya için bir simge olan Mahsa Amini protestolarıyla başlıyor. Kimsenin ummadığı kadar büyük bir tepki doğuran İran’da bile kadınları günlerce sokaklara döken ve iktidara acımasız, orantısız güç kullandıran eylemler filmin ana eksenini oluşturuyor.

Biri üniversite, diğeri lise öğrencisi iki kızı olan ve yargıçlığa terfi eden adamın, İman (Missagh Zareh) eşi ve çocuklarıyla yaşadıkları… Dini, ahlâki, siyasal, sosyal hiçbir kalıba sığmayan, ama sırf daha rahat yaşayabilmek için her türlü hukuk dışı kararı vermekten (en azından çekinmemesi öğretilmiş) çekinmeyen yargıca bir silah verilir, olası tehditlere karşı.

Filmin asıl kahramanı anne. Soheila Golestani (Necmiye) tipik annelik içgüdüsüyle çocuklarını ve tabii, eşini korumak için her şeyi yapabilecek bir kadın. Öyle de oluyor. Üniversite öğrencisi Rezvan (Mahsa Rostami) daha bir bilinçlidir, yurtta kalan arkadaşıyla birlikte ucundan da olsa protestolara katılır. Evde kalmasını sağlar, yaralandığında eve getirip bakımını sağlar. Küçük kardeş Sana (Satareh Maleki) çok sevdiği ablasının yanında olur hep. Kızlarını kıramayan anne yaralanan ve tutuklanan arkadaşlarının durumunu öğrenmek için birilerini bulmaya, araya sokmaya çabalıyor; kocasının haberi olmadan kızlarının gönlünü rahatlatmaya çalışıyor.

Yargıç İman, silahı kaybolup da bulamayınca arkadaşlarından kızlarını ve eşini sorgulamalarını ister. Polis, her zaman polistir ve hiç de arkadaşça davranmaz onlara. Baba, durum giderek kötüleşip de bilgileri internete sız(dırıl)ınca ailesini köyüne götürür ve kendisi sorgulamak ister. (Burada güçlü ve güzel bir detay var: girdiği bakkalda kendisini tanıyanlar telefona sarılıp ifşa etmeye çalışırlar.) Anne, hem eşini hem kızlarını korumak için kaybolan silahı kendisinin alıp dereye attığını itiraf (!???) eder. Kızlar da, annelerini korumak amacıyla kendilerinin aldığını iddia ederler.

Yargıç, iki arada bir derede kalmış ve çıldırmıştır; o çok sevdiği çocuklarını öldürmek isteyebilecek denli gözü dönmüştür.

Ego, gurur ve haklı bir ün!

Efsanevi soprano Maria Callas’ın son dönemini ala alan filmi Steven Knight’ın senaryosundan Pablo Larraín çekmiş. Dünyaca ünlü sopranonun sesini, bağlı olarak da ününü kaybetmesi Callas tarafından da kabûl edilebilecek bir şey değildir. Ancak gururlu ve kararlı Callas çevresindekilere bunu hissettirmemeye çalışır.

Benim Jacqueline Kennedy Onassis’e benzettiğim Angeline Jolie, Callas’ı başarıyla (sesi konusu küçük bir soru işareti, ağzı senkron olsa da gerçek Callas’ın sesi kullanılmış sanki, iki sesin farkı fark edilebiliyor) canlandırıyor. Mağrur sopranonun çevresini hiç umursamayan, ama ününe toz kondurmaz tutumu filmin ana izleği… İki yardımcısı var yanında Callas’ın, Ferruccio

(Pierfrancesco Favino) ve Bruna (Alba Rohrwacher). İkisi de canla başla korumak için ünlü sopranonun yanında… Bir de uzatmalı sevgilisi var Callas’ın, evli olsa da dünyanın en zengin insanlarından, memleketlisi Aristotle Onasis. Haluk Bilginer’in fizik olarak da benze(til)diği Onasis rolünde gerçekten çok başarılı olduğu hemen tüm eleştirmenlerin ortak görüşü.

Her şey bir yana… “Maria”da sadece Maria Callas’ın yaşamı değil, bir kadının onurlu, mağrur, ama aşka yenik yaşamı yansıyor beyazperdeye.

10 Ocak 2025 / 21 Şubat 2025’ten başlayarak gösterimde…

(03 Ocak 2025)

Korkut Akın

[email protected]