Sinemada Oyuncunun Hali Pürmelali

Sinemanın zorlu ve aynı oranda da sorunlu bir alan olduğunu; senaristin ayrı, oyuncunun ayrı, yönetmenin ayrı, set çalışanlarının, montaj çalışmalarının, hatta gösterimlerin de sorunlarının olduğunu biliyoruz. Diğer sanat dallarından endüstriyel oluşuyla da ayrılan sinema, bir o kadar da ekonomiyle sıkı sıkıya bağlı.

Yetenekli Bay Cage, Nicolas Cage’in üzerine kurulu bir film olduğu için ağırlıklı olarak oyuncu sorununu işliyor. Kimi zaman komik, ama bencileyin kamera arkasından gelen biri için iç çektiren hüzünlü bir film “Yetenekli Bay Cage”. Dünya çapında ünlü olan, ama artık aranmayan ve istediklerini yapamadığı için, ayrıca parasal sıkıntı içinde, borçlu bir oyuncunun ruhsal durumu ve çözüm arayışının aktarıldığı film, tam Nicolas Cage için biçilmiş kaftan.

1 milyon dolarlık bir iş gelir Cage’e, bir milyarderin doğum günü partisine katılacaktır… Sonradan öğrenir ki, adam uyuşturucu baronudur. Müthiş hızlı, alabildiğine merak yüklü ve araya serpiştirilen oyuncu (dublör mü oynadı şu filmdeki rolünü) anekdotlarıyla keyifli bir film.

Filmin en ilgi çekici yanı, Nicolas Cage oyun mu yapıyor yoksa oyunculuğunu mu konuşturuyor acaba sorusunun hiç atlanmaması… Bazen bir oyuncu böyle durmaz kamera karşısında (yönetmen izin vermez en azından) diyorum, bazen de bu film içinde yer alan oyuncunun hareketleri, insan yaşamda da rol yapmaz ya diye geçiriyorum aklımdan.

“Artizlik yapma” veya “dublaj sesiyle konuşma” denir ya, duymuşsunuzdur… Acaba Nicolas Cage rol mü yapıyor? İyi anlatılmış, keyifli bir film.

Yetenekli Bay Cage (The Unbearable Weight of Massive Talent), aksiyon, komedi, Yönetmen: Tom Gormican, Senaryo: Tom Gormican, Kevin Etten, Oyuncular: Nicolas Cage, Pedro Pascal, Tiffany Haddish… 29 Nisan 2022 tarihinden başlayarak gösterimde…

(28 Nisan 2022)

Korkut Akın

[email protected]

Korkut Akın Yazıyor: Mitolojinin Işığında Viking İntikamı

İnsanların hayatı tanıması, olasılıkları gözetebilmesi, önceden kestirip de ona göre önlem alabilmesi ya da yolunu belirlemesi ancak anlatımlarla mümkün. Bu anlatımlara, biz, mitoloji diyoruz ve mitolojik öyküler, ülkeden ülkeye çeşitlilik gösterse de (Doğu Mitolojisi, Yunan Mitolojisi, İskandinav Mitolojisi, Latin Amerika Mitolojisi, vb.) öykülerin temelinde bir benzerlik hep bulunuyor. “Aaa, ben bunu bir yerlerden hatırlıyorum” deseniz bile öykünün … Devamı… »

Altın Baklava Film Akademisi 7. Uluslararası Öğrenci Film Festivali

Altın Baklava Film Akademisi 7. Uluslararası Öğrenci Film Festivali, 10 – 12 Mayıs 2022 tarihleri arasında Gaziantep Hasan Kalyoncu Üniversitesi’nce düzenleniyor. Üniversite öğrencilerinin hazırladıkları belgesel ve kurmaca alanlarındaki kısa filmlerin ödüllendirileceği festival, genç yönetmenleri heveslendirmeyi, sinema sektörünün gelişmesine katkıda bulunmayı ve genç sinemacıların ulusal ve uluslararası platformlarda tanınmasını amaçlıyor. Festival ve Akademi, finale kalan genç sinemacılara atölye çalışmalarına katılarak kendilerini geliştirme ve Türkiye’nin önde gelen, tanınmış, yönetmen, yapımcı ve oyuncularıyla tanışma imkânı da sunuyor.

  • Basın Bülteni
  • Fragman
  • Web Sitesi

Altın Baklava Film Akademisi 7. Uluslararası Öğrenci Film Festivali yazısına devam et

TMC Film, Uzun Bir Aradan Sonra Müjdemi İsterim Filmi ile Sinema Salonlarına Dönüyor

Yapımını TMC Film’in üstlendiği, yönetmenliğini Ömer Faruk Yardımcı’nın yaptığı, sinema filmi Müjdemi İsterim, önümüzdeki günlerde sete çıkmaya hazırlanıyor. Eğlenceli hikâyesiyle ilgi çekecek filmin başrollerinde Ahmet Kural, Ecem Erkek, Mehmet Özgür ve İlker Aksum yer alıyor. Çekimleri önümüzdeki günlerde başlayacak, gelecek sinema sezonunun en iddialı yapımlarından biri olmaya hazırlanan film, ünlü ve zengin oyuncu kadrosu ile sezonun favorisi olacak.

Bergen Filmi Yapımda Bir İlke İmza Atarak Kostüm Çalışmasını Kadın Kooperatifleri ile Birlikte Çalışarak Tasarladı

Seyirciden gördüğü büyük ilgi ile vizyon yolculuğuna devam eden Bergen, kadın dayanışmasına verdiği destekle de konuşulmaya devam ediyor. Proje aşamasından itibaren kadın dayanışmasıyla birlikte yol almayı hedefleyen Bergen ekibi filmde kullanılan kostümlerin bir kısmının üretimi için kadın kooperatifleri ile işbirliği yaptı. Bergen’in birçok kostümü dönemin şartlarını en doğru biçimde yansıtacak şekilde tümüyle kadınlar tarafından üretildi. El emeği elbiseler ve kostümler, Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı’nın desteklediği Nurtepe Mahallesi’nde yer alan İlk Adım Kadın Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi’nde örüldü.

Süper Yetenek 2

Mark Baldo’nun yönettiği ve Michael Adamthwaite, Ashleigh Ball, Kathleen Barr, Brian Drummond ile Brian Dobsbon’un seslendirdiği animasyon film Süper Yetenek 2 (Rock Dog 2: Rock Around the Park), 19 Mayıs 2022’de TME Films dağıtımıyla, TME Films tarafından vizyona çıkarıldı.
Bodi ve grubu Gerçek Mavi artık yerel olarak iyiden iyiye ünlenmiş, geniş gitlelerce tanınmış ve hatta sadık hayran kitlesi bile oluşmuştur. Müzik patronu Lang, pop yıldızı Lil’Foxy ile turne yapma fırsatı verdiğinde Bodi ve arkadaşları ünlü olmanın büyük bir bedeli olduğunu ve ancak kendi özüne sadık kalarak Rock’n Roll gücünü ortaya çıkarabileceklerini öğrenirler.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Kino 2022: Alman Filmleri Türkiye’de

Goethe – Institut, German Films işbirliğiyle düzenlediği Kino 2022 ile Alman sinemasının en güncel örneklerini Türkiye’de sinemaseverlere sunmanın mutluluğunu yaşıyor. Kino 2022 gösterimleri bu yıl 08 – 19 Nisan 2022 tarihleri arasında 41. İstanbul Film Festivali çerçevesinde gösterilen Alman yapımlarıyla başladı. İstanbul Film Festivali sonrasında 10 – 15 Mayıs 2022 tarihlerinde Sinematek / Sinema Evi’ndeki gösterimlerle devam edecek olan program, Ekim ve Kasım aylarında İzmir, Ankara ve Diyarbakır’da izleyicileriyle buluşacak. 19 – 22 Ekim 2022 tarihleri arasında İzmir Fransız Kültür Merkezi‘nde gerçekleşecek gösterimler ücretsiz olacak.

Kino 2022: Alman Filmleri Türkiye’de yazısına devam et

Ne Farkı Var Ülkelerin?

“Sinema öyle büyük bir keşiftir ki, bir gün gelecek, barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok, dünya medeniyetinin veçhesini değiştireceği görülecektir” sözü Atatürk’ün, daha o yıllardan önemini vurguluyor. Ardından, “Sinema, insanlar arasındaki görüş, düşünüş farklarını silecek, insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır” diyor.

Olga’yı izlerken bu cümleler dolanıp durdu aklımda. Devamındaki cümleyi de aktarmama izin verin lütfen, “Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini sevmelerini, tanımalarını temin edecektir.” Şimdi söyler misiniz, ne farkı var yaklaşık 15 yıl önceki Ukrayna ile bugün savaşan Ukrayna’nın arasında? Daha da ileri götüreyim: Türkiye’nin sosyal, siyasal, hukuki ve ekonomik sorunları filmdeki Ukrayna sanki kopya gibi birbirinin aynısı. Demek ki, “Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz”.

Gezi ile Turuncu Devrim

Olga, olimpiyatlara katılmak isteyen, ama muhalif gazeteci annesi nedeniyle hayatı da tehdit altındaki başarılı bir sporcudur. İsviçre’ye gider, sporculara verilen “çifte vatandaşlık” hakkından yararlanarak çalışmalarını sürdürür. Burada, ötekileştirildiğini, bunun da (çocuk denebilecek yaştaki) genç kızı alabildiğine etkilediğini görüyoruz. Türkiye’deki mültecilere bakışı getirin aklınıza…

Süreç aynı zamana denk düşüyor, orada Turuncu Devrim, burada Gezi Direnişi… Aradan geçen yıllarla, orada savaş, burada mahkeme salonları. “Ay ışığı ile eşeğin kuyruğu arasında diyalektik bir bağ var” ise ipuçlarını takip ederek kendi sonuçlarımızı çıkarabiliriz.

Film, alabildiğine sakin ve yalın… Yönetmeninin belgeselci olmasının da etkisiyle, hiçbir atraksiyona başvurmuyor, kamera oyunlarına girişmiyor, efektlere yönelmiyor, sadece kameranın 360 derece dönüp yolun uzunluğunu ve meşakkatini hissettirmesi bile yeterli görüntülerin gücünü aktarmaya…

Olga’nın yüzündeki tedirginlik, ne olacağını bilememe çaresizliği, başaramazsa neler olacağı düşüncesinin sıkıntısı filme damgasını vurmuş. Filmin yapım yılından yola çıkarak, pandeminin yönetmeni zorlamış olabileceğini düşünüyorum. Hep uzak durdu kamera, oyunculara da, yaşananlara da… O zorlu koşulların iyi değerlendirildiğini kabul etmek gerek.

Madem bizimle bağlantı kurduk: Sakin ve yalın olmak küçümsenecek veya eleştirilecek bir şey değil… Aksine başarının anahtarı belki de. Ne aksiyona gerek var (kuşkusuz olay örgüsü ve senaryo kurgusu belirleyici) ne de dijital efektlere…

Olga, dram, yaşam, Yönetmen: Elie Grappe, Senaryo: Elie Grappe Raphaëlle Desplechin, Oyuncular: Nastya Budiashkina, Sabrina Rubtsova, Caterine Barloggio… 29 Nisan 2022 tarihinden başlayarak gösterimde…

(27 Nisan 2022)

Korkut Akın

[email protected]

41. İstanbul Film Festivali Ödülleri Sahiplerini Buldu

41. İstanbul Film Festivali Ödül Töreni 19 Nisan Salı gecesi yapıldı. Gecede Uluslararası ve Ulusal Altın Lale ödüllerinin yanı sıra, Ulusal Yarışma bölümünde En İyi Yönetmen, Jüri Özel Ödülü, En İyi Kadın Oyuncu, Erkek Oyuncu, Senaryo, Görüntü Yönetmeni, Kurgu, Sanat Yönetmeni ve Özgün Müzik ödülleri takdim edildi. Ödül töreninde ayrıca Ulusal Belgesel Yarışması, Ulusal Kısa Film Yarışması ödülleri, Genç Usta Ödülü, Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü ve Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu (FIPRESCI) Ödülleri’nin kazananları da açıklandı. Ulusal Yarışma’da Altın Lale’yi Maryna Er Gorbach’ın yönettiği Klondike adlı film kazandı.

41. İstanbul Film Festivali Ödülleri Sahiplerini Buldu yazısına devam et

Payidar: Gazi’nin Büyük Tablosu

Görkem Uludüz ile Onur Ögden’in yönettiği ve Mert Baymak, Aycan Balkan, Meral Navdar ile Ziver Navdar’ın oynadığı belgesel film Payidar: Gazi’nin Büyük Tablosu, 27 Mayıs 2022’de CJ ENM dağıtımıyla Uludüz Medya tarafından vizyona çıkarıldı.
Bir baş sanatçı olarak tasvir edilen Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve payidar kalacak o büyük tablosu Türkiye Cumhuriyeti’nin konu alındığı belgesel, duygusal anlatımları ile olduğu kadar, canlandırma sahnelerinde gösterilen büyük özen ile izleyicileri adeta sürükleyecek bir yapıt. Ana teması Atatürk’ün özel hayatı, kişiliği ve sanat tutkusunun olduğu belgesel filme, Ulu Önder’in sevdiği şarkılar eşlik ediyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Payidar: Gazi’nin Büyük Tablosu yazısına devam et

Engelsiz Filmler Festivali Kısa Film Yarışması Başvuruları Başladı

17 – 23 Ekim 2022 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan Engelsiz Filmler Festivali kapsamında bu yıl ikinci kez düzenlenecek Kısa Film Yarışması’na başvurular başladı. Yarışmanın son başvuru tarihi 14 Temmuz 2022 olarak belirlendi. Yarışma, kısa film türünün gelişimine katkıda bulunarak, kısa film severler ile bu türde projeler ortaya koyan yönetmenleri bir araya getirmek ve onlara daha geniş bir ifade alanı açmak amacı taşıyor. Geçtiğimiz yıl festivale dahil edilen Kısa Film Yarışması’nda, bu yıl da kısa filmlerin sanatsal gücü seyirciler, genç yönetmenler ve sinema profesyonelleri arasındaki diyalogla bütünleştirilip yeni bakış açıları beyazperdeye yansıtılacak.

Engelsiz Filmler Festivali Kısa Film Yarışması Başvuruları Başladı yazısına devam et

Vizyona Ödül ile Giriyor

Senaryosu Esma Şevik imzası taşıyan ve Yunus Şevik yönetmenliğinde Ağva’da çekimleri tamamlanan Korku Takvimi isimli sinema filmi 13 Mayıs’da vizyona giriyor. Melisa Seda, Nevin Efe, Zafer Kora, Rümeysa Sarıarslan, Erdal Ayna, Nihat Yılmaz, Muharrem Fındıcak, Oktay Uncu’nun rol aldığı film pandemi öncesi çekildi fakat sinemaların kapalı olması nedeniyle bekletildi. Gönderildiği festivallerden ödüllerle dönen yapım, pandemi döneminde yollandığı Amerika, California’daki Awesome Film Festival’inde En İyi Korku Filmi Ödülü alırken, Los Angeles’ta 4 yıldır düzenlenen Hollywood New Directors Festivali’nde de Mansiyon Ödülüne layık görüldü.

Top Gun: Maverick – Her Oyuncunun Geçmesi Gereken Eğitimlere İnanamayacaksınız

27 Mayıs’ta sinemalarda gösterime girecek olan Top Gun: Maverick filmi için her oyuncunun geçmesi gereken eğitimlerin kamera arkasına ait görüntüler internet ortamında yayına verildi. Joseph Kosinski’nin yönettiği ve başrollerinde Tom Cruise, Miles Teller, Jennifer Connelly, Jon Hamm, Glen Powell, Lewis Pullman ve Ed Harris’in oynadığı filmde, donanmanın en iyi pilotlarından biri olan Pete “Maverick” Mitchell, 30 yıllık hizmetten sonra ait olduğu yerde, cesur bir test pilotu olarak sınırları zorluyor ve kendisini yere bağlayacak olan terfiden kaçıyor. Kendisini Top Gun mezunlarından oluşan bir müfrezeyi hiçbir pilotun görmediği bir görev için eğitirken bulur.

  • Basın Bülteni
  • Kamera arkası görüntüler için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Ferhan Baran Yazıyor: 41. İstanbul Film Festivali’nden Değerli Taşlar

2 yıl aradan sonra yaygın bir biçimde sinema salonlarına dönüş yapan ülkemizin en önemli film şenliğine ilişkin bu yazımda izleme şansı bulduklarım arasından en çok etkilendiğim 3 filmden söz etmek istiyorum. Geleneksel öneri listemin en başında bulunan ‘Alcarràs’, Berlin Film Festivali’den kazandığı Altın Ayı ödülünü sonuna kadar hak eden bir yapım. Yönetmeni Carla Simón’u 2017 yılında İstanbul Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü alan … Devamı… »

41. İstanbul Film Festivali’nden Son Filmler: Yang’dan Sonra ve Masumlar

41 kere maşallah, ülkemizin en başarılı ve belki de en sevilen film festivali bir kez daha güzel filmler, mutlu anılar, hak edilmiş ödüllerle sona erdi. Uluslararası Yarışma’da, ülkemize söyleşi için sürpriz biçimde gelerek herkesi şaşırtan, sevilen yönetmen Gaspar Noe imzalı “Vortex”, ulusal yarışmada ise Büyükada’dan yönetmen komşum Marna Er Gorbach imzalı Klondike filmi, “Altın Lale En İyi Film” ödülünü aldı. İki filmin de ödüllerini hak ettiğine inanıyorum, tebrikler.

Kişisel olarak festivali kapadığım iki film ise Kadıköy Sineması’nda peşpeşe izlediğim Yang’dan Sonra ve Masumlar oldu.

Yang’dan Sonra (After Yang, 2021) filminin bir gün içinde seyrettiğim tek film olmasını çok isterdim. Tüm zamanlar içinde en favori filmlerimden biri oldu kendisi. Üzerine sayfalarca yazılır ama kısa tutmaya çalışacağım. Film ülkemizde Temmuz’da vizyona girecek, 27 Nisan’da ise Başka Çarşamba salonlarında gösterimi var, kaçırmayın diyerek başlayayım. Yazı filmle ilgili pek çok sürprizbozan içeriyor, bunu da önceden söyleyelim.

Son yılların dikkat çeken sinemacılarından Güney Koreli yönetmen Kogonada’nın, Alexander Weinstein’ın “Saying Goodbye to Yang” isimli kısa öyküsünden esinlenerek yazıp yönettiği Yang’dan Sonra, ilk olarak 74. Cannes Film Festivali’nde gösterilip Belirli Bir Bakış (Un Certain Regard Award) bölümünde yarışmış, sonra Sundance’in Spotlight bölümünde de yer alıp ödül almıştı. Şahsen Çin ve Doğu felsefesine, Yin & Yang meselesine ve meditasyona düşkünlüğümden ilgilenmiştim bu filmle, ilk olarak ismini ve yönetmenini duyduğumda. Hakkında fazla bir şey okumadan aldım biletimi, iyi ki de ilgimi çekmiş, peşindeyim artık Kogonada!

Başrollerinde Colin Farrell, Jodie Turner-Smith, Justin H. Min, Malea Emma Tjandrawidjaja ve Haley Lu Richardson’ın yer aldığı yapım, yönetmenin ikinci uzun metrajı imiş. İlki Columbus (2017)’u ilk fırsatta seyretmek istiyorum.

Filmin hikâyesi gelecek bir zamana inşa edilmiş. Bu zamanda sadece küçük bir gözlük vasıtasıyla film izleyebiliyor, sürücüsüz ve sessiz arabalarla seyahat edebiliyorsunuz. Tekno-sapien’ler satın alabiliyorsunuz. Nedir bu tekno-sapienler?

Yapay Zeka (A. I, 2001) filmini hatırlayın. Spielberg’in ta yirmi yıl önce çekmiş olduğu o muhteşem filmde de “Mecha” adında robotlar vardı. Bu robotlar bir icattı en nihayetinde ve bu icadın amacı insanlığın sorunlarına çözümler üretmekti. David isimli robot, bir aile tarafından evlat edinilmişti. Kendi çocuklarının öleceğini düşünen aile, acılarını dindirmek için almıştı David’i ancak çocuk iyileşince robot evlatlarının pek de bir önemi kalmamıştı.

Yang’dan Sonra filminde de Çinli bir kız çocuk (Malea Emma Tjandrawidjaja) evlat edinmiş olan beyaz baba (Colin Farrel) ve siyah anne (Jodie Turner-Smith), kızlarına kendi kültürünü öğretebilmek adına Çinli olarak üretilmiş ikinci el bir tekno-sapien (Justin H. Min) alıyorlar. Yang isimli bu tekno-sapien, Çinli kız Mika’nın ağabeyi oluyor ve birbirleriyle çok iyi anlaşıyorlar. Aile de Yang’ı oğulları olarak bağırlarına basıyorlar.

Nefis bir elektronik müzik ve dans şöleni (Welcome to Family of 4 – Aska Matsumiya) olan bir sahnenin sonunda Yang dans etmeyi durduramıyor. Çünkü Yang, ikinci el bir android olarak, “bozuluyor.” Baba, Yang’ı “iyileştirmek” için elinden gelen her şeyi yapıyor, onu götürüp bulabildiği tüm teknik servis birimlerine gösteriyor ama sonuç maalesef olumsuz. Bu esnada Yang’ın içinden bir hafıza kartı çıkartıyorlar. Tekno-sapien’ler aslında bir korsan yazılım olan bu kartın içine kendileri adına önemli buldukları anları 5’er saniyelik görüntüler şeklinde kaydedebiliyorlar. Baba bu karttaki anları, anıları izliyor ve Yang’ın gözünden önemli kareleri onunla birlikte izlemeye başlıyoruz, adeta film içinde film izler gibi.

Tekno sapien’lerle ilgilenen bir müze, Yang’ın bedenini muhafaza etmek ve üzerinde araştırmalar yapmak istiyor, bunun yanı sıra müzedeki görevli, aileye, eğer isterlerse Yang’ın 5 saniyelik anılarını salonlarında video klipler olarak sergileyebileceklerini söylüyor ancak aile, bedeni verseler de anılarının herkes tarafından izlenmesini doğru bulmuyorlar.

Film, sakin, telaşsız bir şekilde o kadar çok konuya birden temas ediyor ve derinleşiyor ki, hangi şiirsel derinliğe dalsam bu yazıda, bilemedim. Örneğin bu beş saniyelik “anı” karelerin sergilenebilecek olması beni epey düşündürdü. Düşünün ki, günümüzde sanatçıların eserleri sergilenir. Bu eserler neler olabilir; fotoğraf, resim, video art, heykel, el sanatları… Bu eserlerin hiçbiri doğada kendiliğinden varolan ürünler değildir. Ben ormanda bu elmayı gördüm, çok güzel görünüyordu diyerek o elmayı olduğu gibi sergi alanına koymazsınız. (Gerçi son dönemde duvara bantlanmış muzun sergilendiği bir çalışma hatırlıyorum ama bu başka bir yazının konusu) Bir sergide bir sanatçının bir şeylere şekil verdiğini ve kendince yorumladığını görmeyi bekleriz genelde. Yang’ın önemli olarak gördüğü ve hafızasına kaydettiği anlar aslında doğal olanın mekanik gözdeki görünüşünden ve beyindeki yansımasından başka bir şey değil. Ancak örneğin fotoğraf sanatını ve video-art’ı ele alacak olursak, fotoğraf sanatçısı da doğada kendiliğinden var olan bir anı seçmek durumunda, o anı yakalayabilmek, bizlerle paylaşabilmek, belki sergileyebilmek için kendi gözünün yanısıra bir makineye ihtiyacı var, örneğin bir fotoğraf makinesine, ya da bir video kameraya. İnsan bir makine değil ve hafızasındaki görüntüleri kendi içinde bir yere aktaramıyor ancak filmde Yang bir makine aslında ve hafıza kartındaki görüntüler bir ürüne dönüşüyor, sergilenebilecek bir nesne haline geliyor yakaladığı anlar ve o anlar aslında doğalın, olanın, anın ta kendisinden başka bir şey değil. Yorumsuz, photoshopsuz, yalın. Gelecekte neler olacak, kendi anılarımızı dijital olarak kaydedebilecek miyiz gibi binlerce soru geliyor insanın aklına…

Yang’ın “babası” Jake ile bir sohbetinden beş saniye var mesela anılarda, devamını Jake hatırlıyor, biz de o sayede şahit oluyoruz bu mükemmel sohbete. Hafızamda binlerce bilgi var diyor Yang, senin belki çok bilmek isteyeceğin bilgiler, Çin’le ilgili, Çin’deki çaylarla ilgili. Ancak bu bilgilerin hiçbirine dair bir anım, gerçek bir hatıram yok, oraları görmedim, bir deneyimim olmadı. Senin ise çaylarla geçirdiğin süreler boyunca hissettiklerin, yaşadıkların var. Sizler gibi anılarım, hatıralarım olsun çok isterdim, diyor. “Annesi” Kyra ile olan müthiş şairane sohbette de Lao Tzu cümlesi çıkıyor Yang’ın ağzından: Tırtılın ölüm dediğine dünya kelebek der. Yang’ın bedeni ölse de, anılarını başka bedenlerde izlemeye devam edebiliyoruz. Filmin kendisi de yapısal olarak bu düzleme oturtmuş anlatım şeklini. Yang makine olarak, beden olarak yok ama biz onun anılarında gezdiğimiz bir filmde Yang’dan hiç kopamıyoruz, adeta içinde gezip duruyoruz.

Yang’dan Sonra, sayfalarca anlatsam da yetmeyeceğini düşündüğüm kadar bana hitap eden, derinliğini bana geçirebilen bir film oldu. Ruh nedir? Varlık nedir? İnsani değerler ne denli önemlidir? Makine bilinç kazanırsa seçimleri olur mu, bu seçimler duygu içerir mi gibi bitmek bilmez varoluşçu sorular… Kaçırmayın.

Gelelim Yang’dan Sonra’yı izledikten yarım saat sonra başlayan Masumlar (De uskyldige, 2021) adlı Norveç yapımı filme. Cannes Film Festivali’nin Un Certain Regard seçkisinde prömiyerini yapan film gerilim türünde. Süper güçlere sahip dört çocuk ve onların yaşadığı macerayı konu alan yapım, arka planda toplumsal gerçekçi bir atmosfer de oluşturabilmeyi başarıyor doğrusu. Yani süper güçler dediğimiz hikâyeye inanmamız ve filmle özdeşleşebilmemiz benzerlerine nazaran daha kolay oluyor böylelikle. Aslında çocukların dünyasının içine giriyoruz. Ailenin yaptığı hataların ya da onlardan yeterince ilgi, sevgi alamamalarının, içlerine doğdukları ortamın onlara nasıl etki ettiğini ve aslında çocuk dünyasının masumiyetten ne kadar uzak olabileceğini başarılı bir şekilde iletiyor bize film, süper güçler sadece filmi baharatı haline geliyor.

Esas karakterimiz, 9 yaşlarındaki Ida (Rakel Lenora Fløttum). Mükemmel bir performans sergilemiş. Çocuğun gözlerindeki donuklukta, merak dolu ama ifadesiz bakışlarda, aslında, çocuk olmanın da bir nevi robotik hallerini görüyoruz. Henüz hayatı algılama, öğrenme aşamasındalar, kendi bedenlerine, kendi güçlerine, kendi duygularına, düşüncelerine yeterince hakim değiller. Vicdanları henüz yüklenme aşamasında adeta. İyilik/kötülük kavramları çok havada. Dolayısıyla aileleriyle olan ilişkileri, çevreleriyle olan ilişkileri, zihinlerini nelerle besledikleri çok önemli.

Ida yaşından olgun olmak zorunda kalmış bir küçük kız, çünkü otistik bir ablası var: Anna (Alva Brynsmo Ramstad). Bu iki kızın ailesi yeni bir mahalleye taşınıyorlar ve yeni arkadaşları oluyor: Aisha (Mina Yasmin Bremseth Asheim) ve Ben (Sam Ashraf). Bu dört çocuk, bir şekilde birbirleriyle bağlılar zaten. Oynarlarken birbirlerinin yeteneklerini ortaya çıkarmaları söz konusu oluyor. Çocuklardan bir tanesi süper güçlerini fark ettikçe, sınırları genişliyor ve bu alışılmadık halin etkisiyle çocuk geri dönülemez bir yola giriyor, tüm çevresine zarar veriyor. Kontrolsüz güç, güç değildir cümlesinin bedenlenmiş hali adeta bu çocuk. Bir çocuk olduğunu ve aslında bu gücü kötüye kullanırken, bir yandan da elinde olmadığını, istemeden, bilinçsizce yaptığını minik oyuncu da yönetmen de seyirciye geçirmekte çok başarılı olmuş.

Norveç’te, güneşli yaz günlerinde çekilmiş olan filmin yönetmeni ve senaristi Eskil Vogt, çoğu gerilim dolu sekanslarda korku sineması estetiğini verebilmekte çok başarılı olmuş. Türü sevenler için oldukça başarılı bir film. Şahsen bu iki filmi ayrı günlerde izlemek isterdim, tek günde üst üste izlemek yerine. Farklı tatlarda iki yemeği peşpeşe yiyip lezzetlerine doyamadığım iki yemek gibi oldu benim için açıkçası. Masumlar ülkemizde Haziran’da vizyonda, belki yine erken bir Başka Çarşamba gösterimi de olur, türün meraklıları kaçırmasın. İyi seyirler.

(25 Nisan 2022)

Melis Zararsız

[email protected]

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu