Yeni Sezonun Merakla Beklenen Filmleri Nisan’da İstanbul Film Festivali’nde

Sinemaseverleri dünya sinemalarından en nitelikli ve başarılı filmleri, yıldız oyuncuları ve usta yönetmenleriyle buluşturan İstanbul Film Festivali, Nisan ayında 36. kez izleyicileriyle buluşmaya hazırlanıyor. Festival bu yıl da sinemaseverlere en yenilerden klasiklere, usta yönetmenlerin başyapıtlarından yaratıcılığın sınırlarını zorlayan filmlere zengin bir program sunacak. 20’nin üzerinde bölümde 200’ü aşkın filmin yanı sıra söyleşi ve atölye çalışmaları yapılacak.

Yeni Sezonun Merakla Beklenen Filmleri Nisan’da İstanbul Film Festivali’nde yazısına devam et

Yakın Dönem Hollanda Sineması Akbank Sanat’ta

Akbank Sanat, 11 – 25 Şubat 2017 tarihleri arasında, Yakın Dönem Hollanda Sineması’na ev sahipliği yapıyor. Akbank Sanat Sinema Kuşağı kapsamında İstanbul Hollanda Başkonsolosluğu’nun katkılarıyla gerçekleştirilecek etkinlikte, Maraton (The Marathon), Bay Twister: Eğlenceli Sınıf (Mister Twister – Class of Fun), Finn, Soff ve Neydi O Günler (Those WereThe Days) isimli beş film Hollandaca orijinal ve Türkçe altyazılı olarak izleyiciyle buluşacak.

Yakın Dönem Hollanda Sineması Akbank Sanat’ta yazısına devam et

Toni Erdmann’dan Yaşam Dersleri

2016 yılının en büyük sürprizlerinden biriydi ‘Toni Erdmann’. İlk kez gösterildiği ’69. Cannes Film Festivali’nde eleştirmenlerin gözdesi oldu. Aralık ayı içinde açıklanan Avrupa Film Ödülleri’ne beş ana dalda damgasını vurdu. Şimdilerde En İyi Yabancı Film dalında Oscar’ın favorisi.

Alışılmadık bir baba kız ilişkisini konu alan filmin bu denli sevilmesinin nedeni, paha biçilmez yaşam dersleri içermesinden kaynaklanıyor. Sakin Alman kasabasında yaşamını sürdüren emekli müzik öğretmeni ile çokuluslu petrol şirketinin Romanya bürosunda danışman olarak çalışan kızı, çok farklı iki kuşağın temsilcileri. Eve gelen kuryeye bile şaka yapmaktan kendini alamayan muzip Winfried, korkunç bir peruk ve takma dişlerle büründüğü Toni Erdmann karakteriyle kızının hummalı çalışma hayatına kendi bildiği şekilde müdahaleye başlıyor. Kâh serbest çalışan bir yaşam koçu, kâh Alman Büyükelçi olarak tanıtıyor kendini ve herkesin sürekli rol kestiği ortamlarda kolaylıkla kabûl görüyor. Maskeli yüzüyle kapitalist dünyanın yapaylığını göstermeye çalışıyor Ines’e. ‘Gerçekten insan mısın sen’ diye sorarken, hayatın güzelliklerini hatırlatmaya çalışıyor ona.

Yönetmen Maren Ade’nin üçüncü uzun metrajı bu. Alman sinemacıyı yıllar önce ‘If Bağımsız Filmler Festivali’nde izlediğimiz Berlinale Büyük Jüri Ödüllü bir önceki filmi 2009 yapımı Herkes Gibi (Alle Anderen)
ile tanımıştık. Çağdaş kadın erkek ilişkileri üzerine benzersiz gözlemler içeriyordu bu güzel yapım. ‘Toni Erdmann’ ile kapitalist dünyada ıssızlaşan insan ilişkilerinin çıkmazını baba/kız ilişkisi çerçevesinde işliyor bu kez. Unutulmaz komik anlar, absürd sahneler barındırıyor film. Bunu yaparken ana karakterin sebep olduğu tuhaflıkların sulu zırtlak bir güldürüye dönüşmesine izin vermiyor. Komik anların ardındaki gizli hüznü seyirciye geçirmeyi başarıyor.

Yüzü belirsiz sarışın bir kadının (sonradan Kukeri olarak adlandırılan bir Bulgar miti olduğunu öğrendiğimiz) tüylü dev yaratığı kucakladığı alışılmadık afiş fotoğrafından başlayarak sürekli şaşırtıyor bizleri. Ines’in meydan okuması olarak okunabilecek ünlü ‘pötifur’ ya da ‘çıplak doğumgünü partisi’ sahnelerinin içerdiği kırılgan mizahla seyircisini sarsan sinemacı, Ines’den Whithey Houston klasiği ‘Greatest Love of All’ performansı ya da dev yaratık maskeli babayla kucaklaşma sahnesinde duygusal anlar yaşatıyor. Enfes bir finalle filmini noktalarken mizah/drama dengesini korumaya hep dikkat ediyor. Üç saate yaklaşan süresi içinde karakterlerini detaylı olarak tanıtıyor, zorlu aşamalardan sonra kabullendiriyor onları. Bunda, Avrupa ödüllerinde en iyi erkek ve kadın oyuncu seçilen Peter Simonischek ile Sandra Hüller’in mükemmel performanslarının önemli payı olduğunun da altını çizmek isterim.

Aylar önce festival koşturmacası içinde ilgiyle izlemiştim ‘Toni Erdmann’ı. Daha sakin bir ortamda ikinci izleyişte filmin kat kat açılan yapısının büyüsünü daha derinden hissettiğimi ifade etmeliyim. Bu eşi benzerine kolay rastlanılmayacak deneyimi tüm sinemaseverlere tavsiye ediyorum.

(12 Şubat 2017)

Ferhan Baran

[email protected]

Ali Erden Yazıyor: Joe İyi Adamdı ama…

Film, sepyalaşmış fotoğraf üzerine açılıyor. Ellis Adası’nda yüzleri New York’a dönük göçmen aile geleceklerine mutlulukla bakıyorlar. Altta da Joseph “Joe” Coughlin’in sesi duyuluyor. Sonra I. Dünya Savaşı’ndan cepheden fotoğraflar yansıyor. Etrafında hep iyi insanların ölümüne tanıklık etmiş. Bu ölümlere sebep olanlarsa yaşıyorlar. Filmin bu girişi gerçekten çok önemliydi. Fotoğraflar “nostalji”yi, yaşanmışlığı çağrıştırıyor. Filmin … Devamı… »

Geçmişten Gelen

Sadi Bey’in Facebook Günlükleri:

Zaman zaman sinemacı ve filmcilere ve çalışanlarına sosyal medya ortamından olsun, sosyal medya ortamından olmasın sitem ederiz. Bu sitemlerin bazıları, teknolojinin hızının sağladığı gerekçeler öğrenildiğinde haksız oluyor. Varlığından yeni haberdar olduğum bir filme, geçenlerde bir Çarşamba günü basın gösterimi düzenlendi. Filmin alt yazılarını çeviren arkadaşa rastlayınca “Nereden çıktı bu film birden?” diye sordum. “Sorma abi, o kadar hızlı oldu ki, film Cuma günü geldi, haftasonu alt yazıları çevirdim, bugünkü basın gösterimine ucu ucuna yetiştirebildik.” dedi. Yani bizim yakadan şöyle görünen olay karşı yakadan böyle görünebiliyor. Gönül koyalım mı? Hayııır, gönül koymayalım, herkes haklı olabiliyor. (07 Şubat 2017)

“Karanlığın Ellibir Tonu” 2018 Şubatında sinemalarda. (-Müneccim miyim neyim ben? -Yok canım, ne âlâkası var; sadece “Karanlığın Elli Tonu”nun sondaki jeneriğini The End’e kadar izledim, hepsi bu.) (08 Şubat 2017)

Aşk ve seks ağırlıklı “Karanlığın Elli Tonu” filminin verdiği ilhamla: Aciz insanoğu hangi makamda, hangi yerde ve hangi zamanda olursa olsun yapacaklarının mutlaka bir sınırı vardır. Bu dünyada yaşamak bir sınırdır, bu şehirde yaşamak bir sınırdır, bu yediklerimiz bir sınırdır, bu içtiklerimiz bir sınırdır, bu gördüklerimiz bir sınırdır. Bu yazdıklarımın hiçbiri aklınıza yatmadıysa söyleyeyim: Ömür bir sınırdır. O nedenle ihtirasa kapılmayın, adaletsiz olmayın, yanlış yapmayın; sevecen olun, adil olun, doğru olun.
Yukarıda yazdıklarım da gösteriyor ki hiçbir filmi küçümsememeli, her filmden mutlaka alacağımız bir şeyler vardır. Filmin sonlarına doğru anne mealen şöyle diyor: “Çocuklarımız büyüdüğünde bizden uzaklaşır; mutlu bir hayat yaşıyorlarsa bunu sorun etmemeliyiz.” (08 Şubat 2017)

TRT Müzik 08 Şubat 2017, 20:38: “Kadifeden kesesi, havadan gelir sesi…”. (Daha önce bahçeden geliyordu, şimdi havadan geliyor yapmışlar.) (08 Şubat 2017)

Sinemacı tabiriyle söylersek, başka bir kamera açısından baktığımızda hayır demek mevcut duruma evet demek oluyor. Veya hayır dersem belki demek, belki dersem evet anla; evet dersem belki demek, belki dersem hayır anla. (09 Şubat 2017)

Atalarımız boşuna “İnsandır beşer, kuldur şaşar” dememiş. Geçen gün Franco Nero’dan bahsederken O’nu 1970’lerdeki Sartana adlı kovboy filmleri serisinden hatırladığımızı, ayrıca yanılabileceğimi bu filmlerde Anthony Steffen adlı başka bir oyuncunun oynamış olabileceğini yazmıştım. Bir kez yanılmakla kalmamış, iki kez yanılmışım. Az önce sinemaseverlerin kutsal kitabı IMDb’ye baktım, Sartana filmlerinde Gianni Garko ve William Berger oynuyor. Bu wesileyle William Berger’den kısaca bahsedeyim. Bu oyuncu, ünlü Alman oyuncu Klaus Kinski ve bizim Erol Taş’ımız gibi genelde kötü rollerde oynasa dahi sinemaseverler tarafından çok sevilirdi. Sartana’lara dönersek IMDb.de Türkçe adlı Sartana Affetmez (1968), Sartana’nın Oyunu (1969), Sartana Ölüm Vadisi (1970), Sartana Ölümle Öder Amigo (1970) adlı filmler var. Benim sinemalarda gösterildiğinde Türkçe afişlerinden aldığım notlarımda Sartana Ölümle Öder (IMDb.de “Amigo” eki konmuş) ve Sartana Ölüm Vadisinde (IMDb.de “nde” eki yok) adlı filmlerin 1972 Mayıs ayında, Sartana’nın Acı İntikamı adlı filmin ise 1972 Ağustos ayında ülkemiz sinemalarında gösterildiği yazıyor. IMDb.ye Türkiye’den bilgi giren arkadaşlar zaman zaman değişiyor, şu anda hangi arkadaşın ilgilendiğini bilmiyorum, o nedenle buradan yazayım: Sartana’nın Oyunu ve Sartana Ölümle Öder Amigo filmlerinde aynı orijinal afiş (yukarıda görülen) kullanılmış, sanırım birisinin kaldırılması gerek. (09 Şubat 2017)

TRT Müzik 09 Şubat 2017, 14:42: “Onbeş yaşında da Nazife de Hanıma doyum olur mu?”. (Restorasyona meraklıysan, bunu “Ellibeş yaşında da Nazife de Hanıma…” yapsana.) (09 Şubat 2017)

Asansör bozuldu. (Merdivenlerin ahı tuttu herhalde.) (09 Şubat 2017)

(11 Şubat 2017)

Sadi Çilingir

[email protected]

Metin Keçeci, Parayı Bulduk Dedi

Birçok dizi ve sinema filmlerindeki başarılı oyunculuğuyla isminden sıkça söz ettiren başarılı oyuncu Metin Keçeci, son filmi Parayı Bulduk filminde yine izleyiciyi güldürmeye hazırlanıyor. Ersin Korkut, Alay Cihan ve Gülsüm Alkan gibi oyuncularla kamera karşısına geçen başarılı oyuncu, sergilediği performansıyla yönetmen İhsan Taş’tan tam not aldı. Filmin içinde yönetmeni canlandıran Keçeci, her rolün üstünden gelebileceğini bir kez daha kanıtlamış oldu.

Gizem Ertürk Yazıyor: Zaman İlâç mı Yoksa Bıçak mıdır?

Sinema çok ulvi, büyük bir güç… İnsana bir an için kendi yasını unutturup başkasının acısına ortak edebiliyor. Tıpkı Türkçeye Yaşamın Kıyısında olarak çevrilen Manchester by the Sea filminin yaptığı gibi… Gangs of New York ve Analyze This filmlerinin senaristi “Kenneth Lonergan”ın yazıp yönettiği film her şeyden önce iyi bir yazarın elinden çıktığını her diyalogda hissettiriyor. Bir matem filmi Yaşamın Kıyısında… Matemle nasıl baş edilir ya da … Devamı… »

Renklerin Tonunda Erotik Yolculuk

Amerikalı yönetmen James Foley’nin “Karanlığın Eli Tonu”, ilk filmi görmeyenlerin zihninde boşluklar bırakan erotizm dolu bir film.

İngiliz kadın yazar E. L. James’in üçlemesinin ikinci romanından uyarlanan 2017 yapımı sinemaskop “Fifty Shades Darker-Karanlığın Elli Tonu”, Sam Taylor-Johnson’ın 2015 yapımı sinemaskop “Fifty Shades of Grey-Grinin Elli Tonu”nun devamı. Üçüncüsü de yolda. İlkinin senaryosunu Kelly Marcel yazmıştı. Devam filminin de senaryosunu Kuzey İrlandalı Niall Leonard yazdı. İkinci filmdeki birçok karakter aynıydı. İkincisinde birkaç yeni karakter hikâyeye dâhil olmuş.

Seatttle şehrinde. Pasifik kıyıları. Anastasia “Ana” Steele, ilk filmde Washington Eyalet Üniversitesi’nde İngiliz edebiyatı okuyor. Ana, geçmişi gizemli milyarder genç Christian Grey’le okul gazetesi için röportaj yaparken tanışıyor. Aralarında tuhaf bir ilişki başlıyor. Tuhaflık Christian’ın “itaatkârlık” isteği. Bu bir tür esaretlikti. Sado-mazoşist ilişki de var tabii.

Aşk yeniden alevlenince…

Birkaç yıl sonra. Seattle şehrinde. Ana bir yayınevinde editör yardımcılığı yapıyor. Editör Jack Hyde ona ilgi duyuyor. Ama gizemli Christian birden ortaya çıkıyor ve Ana için hayat heyecan yüklü oluyor. Ama “itaatkâr” olacak mıydı? Christian belki de hayatında ilk defa âşık oluyordu. Ana, Christian’ı değiştirebilecek miydi? Bir de Leila Williams çıkıyor ortaya. Leila, Christian’ın eski “itaatkâr”larından biriymiş. Filmde gerilimi o yükseltiyordu. Hikâyeye güzellik uzmanı Elena Lincoln da katılıyor. Elena,
Christian’a itaat ettirerek sevişmeyi öğretmiş. Ana ve Christian arasında tuhaf ilişki sado-mazoşist sevişmelere kadar gidiyor bu filmde de. Bu tuhaf oyunda kazanan aşk mı, yoksa ayrılık mı alacaktı?

Filmde, estetik anlamda çarpıcılık pek öne çıkmasa da karanlık iç mekânlarda kasvet kendini hissettiriyor. Ama ürkütücülük anlamında değil. Ama film böyle yaparak beklentiye düşürüyor seyirciyi. Belki de yoğun gerilim üçüncü macerada olacak. Sadece meraklıları için.

Amerikalı yönetmen James Foley, 1953’te New York‘ta doğdu. 1996’da “The Chamber-Dava”, 2007’de “Perfect Stranger-Kusursuz Yabancı” gibi filmleri ülkemize uğramıştı. Yönetmen fazla film çekmiyor. En verimli dönemleri 1990’lardı.

Karanlığın Elli Tonu (Fifty Shades Darker)
Yönetmen: James Foley
Eser: Niall Leonard
Senaryo: E.L. James
Müzik: Danny Elfman
Görüntü: John Schwartzman
Oyuncular: Dakota Johnson (Anastasia), Jamie Dornan (Christian), Kim Basinger (Elena), Eric Johnson (Jack), Eloise Mumford (Kate), Bella Heathcote (Leila), Rita Ora (Mia), Luke Grimes (Elliot), Victor Rasuk (Jose), Max Martini (Taylor), Bruce Altman (Jerry), Marcia Gay Harden (Grace)
Yapım: Universal (2017)

(11 Şubat 2017)

Ali Erden

[email protected]

İstanbul Lisesi 14. Uluslararası Altın Boğa Kısa Film Yarışması

İstanbul Lisesi 14. Uluslararası Altın Boğa Kısa Film Yarışması’na başvurular başladı. Lise öğrencilerinin çektikleri kısa filmleriyle katılabilecekleri bu yarışmada, alanında uzman jürilerin değerlendirmesi sonucu en beğenilen kısa film yönetmeni Altın Boğa Özel Ödülü’ne sahip olacak. Her yıl sonunda düzenlenen ödül törenleriyle genç sinemacıların cazip ödüller almaları sağlandı. Türkiye’nin dört bir yanından lise öğrencilerini sinema alanına olan ilgilerini artırma amacıyla düzenlenen yarışma, geçtiğimiz senelerde uluslararası platforma taşındı ve bu sayede farklı kültürler sinema çatısı altında bir araya gelmiş oldu. Yarışmanın son başvuru tarihi 01 Mayıs 2017.

İstanbul Lisesi 14. Uluslararası Altın Boğa Kısa Film Yarışması yazısına devam et

Bazen Boş Sayfa Birçok İhtimal Verir

Amerikan bağımsız sinemasının büyüklerinden Jim Jarmusch’un şiire ve şehre adadığı “Paterson” filmi, sinemaya ve fotoğraf sanatına da dizeler gönderiyor.

Paterson, New Jersey’nin Paterson şehrinde belediye otobüsü şoförü. Doğduğu ve yaşadığı bu şehre tutkuyla bağlıydı Paterson. Bu şehrin şairi “Pulitzer Şiir Ödülü”nü 1963’te kazanmış William Carlos Williams’a da tutkuluydu. Kendisi de şair. Pediyatrist de olan New Jerseyli Williams (1883-1963), imgelemci bir şairdi. Williams’ın “Kırmızı El Arabası” şiiri şöyleydi: “yağmur suyuyla / parlamış / kırmızı / el arabasının / ne çok şey yığılmış / üstüne / beyaz tavukların / yanında…” Paterson şehri üzerine de 1946’dan 1958 kadar beş ciltlik epik şiirler yazmıştı. Şiirde, imgecilikten nesnelciliğe giden şair Williams’ın etkilediği otobüs şoförü Paterson, çok sevdiği Passaic Nehri’ndeki “Büyük Şelaleler”de defterine dizeler düşürüyor. Paterson, İran asıllı Laura’yla evli. Evi, hiç sevemediği bulldog Marvin’le de paylaşıyor Paterson. Aslında sevgisizlik karşılıklıydı. Marvin de ne yapacağını biliyor.

Eşi Laura’nın beğendiği şiirlerinden biri şöyleydi Paterson’ın: “Çocukken / öğrenirsin / üç boyut var / yükseklik, genişlik ve derinlik. / Bir ayakkabı kutusu gibi / Sonra sen duydun / dördüncü bir boyut var / zaman. / Hımmm / Sonra bazıları şöyle der: / beş, altı, yedi olabilir… / İşi kesiyorum / bir bira iç / barda. / Bardağa bakıyorum / ve mutlu hissediyorum…” Paterson defterine şiir yazarken, dizeler gerçeküstücü perdeye yansıyordu. Günler de yazıyla yansıyordu. Paterson’ın şiirleri, Oklahoma’nın Tulsa şehrinde 1942’de doğmuş şair-yazar Ron Padgett’ten ödünç alınmış.

Jim Jarmusch sinemanın büyük yönetmenlerinden. 1953’te Ohio’nun Akron şehrinde doğan Amerikalı bağımsız sinemacı Jarmusch, bir tarafıyla New Yorklu, bir tarafıyla da Şikagolu. Nasıl mı? Muhteşem Akron şehri, bu iki büyük şehrin arasına sıkışmış gibi sanki. Yönetmen Jarmusch’un sinemasıyla ilk olarak 1996’daki 15. İstanbul Film Festivali’yle karşılaştık. 1984 yapımı siyah-beyaz “Stranger Than Paradise-Cenetten de Garip” filmi ustayla karşılaşma olmuştu. Ardından 1986 yapımı “Down by Law-İçerdekiler” geldi. 1986’da çektiği siyah-beyaz kısa film “Coffee And Cigarettes-Kahve ve Sigara” da vardı. Ustanın, renkli olarak çektiği filmler de epeyce. 1989’daki “Mystery Train-Gizem Treni”, 1991’deki “Night on Earth-Dünyada Bir Gece”, 2005’teki “Broken Flowers-Kırık Çiçekler”, 2013’teki “Only Lovers Left Alive-Sadece Âşıklar Hayatta Kalır” var. Buralara uğramayanlara dokunmadık. 1995’te çektiği ve Johnny Depp’i oynattığı “Dead Man-Ölü Adam” siyah-beyazdı. Jarmusch, “Lee Marvin’in Oğulları” adında gizli bir grup bile kurmuş. Jarmusch müzikle de ilgileniyor ve klavye çalıyor.

Günler akıp giderken…

Paterson için bir günün diğerinden farkı yok. Belki de tek fark, defterine düşen kelimeler. Pazartesi yine aynı saatte sabah altıyı biraz geçe uyanıyor. Laura’yı öpüyor. Laura rüyasında ikiz bebek doğurduğunu görmüş. İşine gidiyor. Garajda hareket amiri Hint asıllı Donny gelene kadar defterine dizler yazıyor. Donny çok dertli. Paterson gibi bu dertleri dinleyince öğreniliyor. Her zamanki gibi yolcuların da anlatacak bir şeyleri var birbirlerine. Akşam olunca eve geliyor. Her zamanki gibiydi her şey. Laura, evdeki eşyaları, perdeleri boyuyor. Laura’nın hayali de kek yapıp çok para kazanmak. Başka hayalleri de var. Gitar alıp folk şarkıcısı olmaktı düşü. Yemekten sonra köpek Marvin’i geziye çıkartıyor. Her zamanki bara geliyor. Doktor’un barıydı burası. Birasını içiyor. Barda sürekli tartışan Marie ve ona sırılsıklam âşık Everett var. Marie kendisine sahip olunmasını istemiyor. Everett, Marie’nin her şeyini istiyor. Aşk olmazsa bu dünyada anlam olur muydu? Salı sabahı. Dünden farkı yoktu. Tek farksa defterine yazdığı kelimeler. Çarşamba sabahı da yatağında uyanıp Laura’yı öpüyor, kahvaltı yapıyor ve işe gidiyor. Değişen bir şey yok. Akşam yine Marvin’i dışarı çıkartıyor. Barda bira içiyor.

Perşembe biraz farklıydı sanki. İşten sonra bir kız çocuğu hayatına renk katıyor bir an. O da şair. Şelaleler üzerine şiir yazmış. Cumaysa anarşist kızın anlattıklarına kulak veriyor otobüste. İtalyan anarşist üzerine konuşuyor kız. Biraz heyecan veriyor. Sonra hafta sonu geliyor. Laura keklerini satmak için pazara giderken, o da Marvin’le baş başa kalıyor. Paterson, kekleri pazarda satan karısıyla dışarıda yemek yerken, eski korku filmleri gösteren bir sinemaya gidiyorlar. Sinemada Erle C. Kenton’ın 1932 yapımı siyah-beyaz “Island of Lost Souls-Kayıp Ruhlar Adası” korku filmini izliyorlar. Ama eve döndüklerinde Marvin’in intikamıyla karşılaşıyor Paterson. Pazar günü kederle şelaleye gittiğinde orada yanına Japon şair yaklaşıyor. Şair William Carlos Williams’ın tutkunu Japon şair, onun doğduğu şehir Paterson’ı merak etmiş. Japon şair, sonra Pateson’a yeni defter veriyor, boş sayfalar birçok ihtimal verir diye. Paterson, yine ilhamını bulup dizeler düşecek bu yeni deftere.

Şairlere ilham…

Filmi izlerken görselliğin çarpıcılığına da dokunmak gerekiyor. Filmde yoğunluklu olarak Amerikalı yönetmen Griffith’le Rus yönetmen Pudovkin’in ruhuna dokunuyor insan. Kameranın betimleyici yansıtmaları, kesmeli kurgu, çarpıcı açılar betimlemeli anlatıma dokundurtuyor. Jarmusch bu filminde görselliği gerçekten uç noktaya taşıyor. Ama gerçeküstücü ruhu da bırakmıyor filminde. Zincirlemeli bindirme tekniğini de sıkça kullanmış gerçeküstü estetiğin sokaklarında dolaşarak. Sürekli tekrarlanan, “leit-motife” dönüşen anlar da var. Perdede fark ediyorsunuz. Jarmusch, fotoğraf sanatından armağan yansımaları da görsel zenginlik olarak filmine katmış. Camlardan yansımalar gibi. Elbette altta duyulan dingin tınılar da tüm bunlara katkı sunmuş filmde. Umalım şairler, Jarmusch’un bu değerli filminin farkında olurlar. Bu film, 2016’da 69. Cannes Film Festivali’nde “Palmiye Köpek Ödülü”nü bulldog Nellie’yle kazanmıştı. Yönetmen bu filmini Nellie’nin aziz hatırasına adamış. Çünkü Nellie artık yok.

Paterson
Yönetmen-Senaryo: Jim Jarmusch
Müzik: Carter Logan-Sqürl-Jim Jarmusch
Kurgu: Affonso Gonçalves
Görüntü: Frederick Elmes
Oyuncular: Adam Driver (Paterson), Golshifteh Farahani (Laura), Chasten Harmon (Marie), William Jackson Harper (Everett), Barry Shabaka Henley (Doktor), Rizwan Manji (Donny), Trevor Parham (Sam), Troy T. Parham (Dave), Brian McCarthy (Jimmy), Frank Harts (Luis), Sterling Jerins (Çocuk Şair), Masatoshi Nagase (Japon Şair), Kara Hayward (Anarşist Öğrenci), Nellie (Köpek Marvin)
Yapım: Amazon Studios (2016)

(21 Şubat 2017)

Ali Erden

[email protected]

28. Ankara Uluslararası Film Festivali Afişi Asya Fatma Bağcı’dan, Bu Yılın Teması: Körleşme

20 – 30 Nisan 2017 tarihleri arasında düzenlenecek Ankara Uluslararası Film Festivali, bu senenin temasını Körleşme olarak belirledi. Afiş tasarımlarına ise Asya Fatma Bağcı imza attı. Festival teması “Görsel alanın yanında filmin sunmadığı görünmeyen alan, görmeyi sınırlarken seyircinin tedirgin bakışına yol açar” tespitinden yola çıkarak belirlendi. Asya Fatma Bağcı afişlerde kullandığı üçgen, kare ve daire formlarının sinemada lokasyon, duygu, boşluk, insan faktörü, bakış açısı gibi yapıların üzerine inşa edildiğini belirterek “Tasarımda doku ve renk uygulaması, festivalin Körleşme temasına gönderme yapacak şekilde düzenlendi.” dedi.

28. Ankara Uluslararası Film Festivali Afişi Asya Fatma Bağcı’dan, Bu Yılın Teması: Körleşme yazısına devam et

Hayat (Yönetmen: Daniel Espinosa)

Daniel Espinosa’nın yönettiği ve Jake Gyllenhaal, Rebecca Ferguson, Ryan Reynolds ile Hiroyuki Sanada’nın oynadığı Hayat (Life), 24 Mart 2017’de Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarıldı.
Hayat (Life), uluslararası tam donanımlı bir uzay istasyonunda görev yapmakta olan altı kişinin, insanlık tarihinde çığır açacak bir keşfin eşiğindeki hikâyesine odaklanıyor. Uzay istasyonunda görev yapmakta olan  bu altı kişilik özel ekip Mars gezegeninde hayat olduğuna dair ilk kez ip uçları bulur. Ekip, araştırmalarını ilerletip geliştirdikçe metodları beklenmedik sonuçlar verir, çünkü buldukları bu yeni hayat formu hiç kimsenin bekleyemeyeceği kadar zekidir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb

Hayat (Yönetmen: Daniel Espinosa) yazısına devam et

9. Montreal Türk Filmleri Festivali

Montreal, 19 – 21 Mayıs 2017 tarihleri arasında Türk Filmleri Festivali’nin 9.sunu gerçekleştirmeye hazırlanıyor. Yapılan açıklamada Mayıs ayında gerçekleştirilecek 9. Montreal Türk Filmleri Festivali’ne film başvuruları açıldı. Kanada’da Türk sinemasının tanıtımına önemli katkıları olan Montreal Türk Filmleri Festivali’ne katılacak kısa, uzun ve belgesel filmlerin başvuru belgeleriyle birlikte [email protected] adresine gönderilmesi gerekiyor. Festival başvuruları 31 Mart 2017′ye kadar sürecek. Festival hakkında geniş bilgi edinmek için [email protected] ve http://festivaldufilmturc.org/ adreslerine başvurmak gerekiyor.

9. Montreal Türk Filmleri Festivali yazısına devam et

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu