Bruno Dumont’un Gözüyle Camille Claudel

20. yüzyıl başlarının trajik figürlerindendir ‘Camille Claudel’. Dahi heykel sanatçısıyla sinemada ilk karşılaşmamız Bruno Nuytten’in 1989 yapımı filmiyle gerçekleşmişti. Isabelle Adjani’ye uluslararası şöhretin kapılarını açmış olan bu ilk film, iki buçuk saati aşan süresiyle klâsik anlamda bir biyografi çalışmasıdır. Genç Camile, erkeklerin hakim olduğu bir alanda kadın başına mücadelesi ve heykel sanatındaki dehasıyla kendini kabûl ettirmesinin bedelini ağır ödemiştir. Öğrencisi ve sevgilisi olduğu usta heykeltraş Auguste Rodin ile yaşadığı fırtınalı beraberlik genç kadını derin bir bunalıma sürükleyecek ve akıl hastanesine yatırılmasına neden olacaktır.

Fransız sinemasının felsefe çıkışlı auteur yönetmenlerinden Bruno Dumont’un ‘Camile Claudel 1915’ adını verdiği çalışması, Nuytten’in ‘Camille Claudel’inin sona erdiği noktada, tam olarak akıl hastanesine yatırılışının iki sene sonrasında başlıyor. Dumont’un natüralist drama ile deneysel sinemayı harmanladığı minimalist sinemasını bilenler üstadın bu trajik yaşam öyküsüne çok daha farklı yaklaşacağını tahmin etmişlerdir. Dolayısıyla Dumont’u tanımayan Nuytten filminin hayranlarını çok farklı bir deneyimin beklediğini baştan belirtelim. Daha önceki filmlerini İstanbul Film Festivali programlarında izleme şansı bulduğumuz Dumont’un, Cannes ödüllü ‘İnsanlık / L’Humanité’ (1999)den beri ülkemizde ticari gösterime giren ilk filmi bu. Bunda yönetmenin ilk kez tanınmış bir profesyonelle, yani Juliette Binoche’la çalışmasının büyük rolü olduğu kuşkusuz.

Camille’in ağabeyi şair Paul Claudel ile yaptığı yazışmalardan ve hastane raporlarından yola çıktığını söyleyen Dumont biyografik bir iş peşinde değil. Yönetmen, sanatçının kapatıldığı akıl hastanesinde geçen üç gününe odaklanmış. Dumont daha önceki denemelerinde insan denen mahluku anlamaya çalışmış, anlattığı hikâyelerde uç noktalara gitmekten kaçınmamıştı. Aşırı şiddeti, insanoğlunun çirkin yüzünü, kışkırtıcı cinsel davranışları sergilemekten çekinmemiş, bunu yaparken uzun çekimlere ve sık sık insan vücudunun yakın plânlarına başvurmuştu. Bu kez şiddet ve cinsellikten uzak bir hikâyede, yakın plânlar aracılığıyla trajik aktörünün tedirgin, endişeli, bir o kadar da umut dolu bekleyişini sergilemiş. Rodin’den fırtınalı kopuşunun ardından psikolojik gelgitlerle savrulduğu bir yaşamı olmuş genç kadının. İlerleyen yıllarda heykellerini parçaladığı ve kedileriyle inzivaya çekildiği bilinir. Kendisini çok sevmiş ve bir sanatçı olarak desteklemiş babasının ölümünden sonra ailesi tarafından önce Paris yakınlarında bir hastanede müşahade altına alınan Camile, daha sonra savaş nedeniyle, uzun yıllarını geçireceği Avignon yakınlarında rahibeler tarafından yönetilen Montdevergues akıl hastanesine kapatılacaktır.

Dumont filminde fiziksel engelleri de olan gerçek akıl hastalarıyla çalışmış. Yönetmenin bu cüretkâr seçimi, psikolojik sorunları olmasına rağmen Camille’in iletişim kurmakta zorlandığı ağır hastalarla bir arada tutulmasının haksızlığını vurgulamak için elbette. Ve yaralı kadın umutla erkek kardeşi Paul’ün gelmesini ve onu bu cehennemden kurtarmasını bekler. Filmin son yarım saati, yaşama nedeni olan sanatını icra etmekten yoksun bırakılmış Camille’in, kurtuluşu Katolik mistisizminde bulmuş ağabey şair Paul Claudel ile buluşması, sanatçı özgürlüğü ile katı Hristiyan ahlâkının çatışması üzerinedir.

‘Camille Claudel 1915’, bir kadın sanatçının katı dinsel dogmaların hüküm sürdüğü erkekler dünyasında tutsaklığı üzerine benzersiz bir feminist manifesto. Juliette Binoche’un başdöndürücü oyunculuk kariyerinde yeni bir doruk.

(25 Temmuz 2013)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com