‘No’ ya da ‘Hayır’ Şili’li genç yönetmen Pablo Larraín’in ülkesinin askeri darbeyle tarumar edilmiş geçmişini irdelediği filmlerinin sonuncusu. Üçlemenin ilk iki filmi İstanbul Film Festivali vasıtasıyla ülkemiz izleyicisiyle buluşmuş, ne yazıktır ki sinemalarımızda gösterime girememişti. Bunlardan ilki olan Altın Lale ödüllü 2008 yapımı ‘Tony Manero’ adını John Travolta’nın ‘Cumartesi Gecesi Ateşi / Saturday Night Fever’ filminde canlandırdığı karakterden almıştır. Larraín, şehrin varoşlarında bir kafede şov yapan orta yaşlı dansçı Peralta’nın öyküsüyle Pinochet diktatörlüğünün en vahşi dönemine -ülkemizde de eş zamanlı olarak benzer karanlık günlerin yaşandığı- 1977 – 78’lere bir ayna tutar. Tek tutkusu, o dönem sadece Amerikan filmlerinin gösterildiği sinema salonlarında defalarca izlediği Travolta figürlerinden oluşan gösteriyi sahneye koymak olan ve amacına ulaşma yolunda gözünü kırpmadan cinayetler işleyen Peralta’nın kişiliğinde döneme özgü ahlaki çöküntüyü gözler önüne serer.
Omuz kamerası, hızlı kesmeler ve soluk Santiago görüntüleriyle dönemin huzursuzluğunun, şehre hakim olan korku atmosferinin başarıyla aktarıldığı bir filmdir bu.
Üçlemenin ikinci ayağı olan 2010 yapımı ‘Post Mortem’ Latince’de ‘ölüm sonrası’ anlamına gelir ve otopsilerde sıkça kullanılan bir deyimdir. Larraín bizleri bu kez darbenin başlangıç günlerine 1973 Eylül’üne götürür. Bu defa merkezdeki kişi -bir kez daha Şili’nin önemli tiyatro oyuncularından Alfredo Castra’nın canlandırdığı- morg görevlisi Mario aracılığıyla bir ihanet öyküsü anlatır. General Pinochet’nin seçilmiş devlet başkanı Salvador Allende’ye ihanetini, aşkına karşılık bulamayan içe dönük Mario’nun sevdiği kadını kendi elleriyle yok ediş öyküsü vasıtasıyla anlatarak dönemin otopsisine soyunur. Bizzat Allende’nin otopsisine ve düzmece intihar raporuna da filminde yer veren Larraín’in ‘Post Mortem’ için seçtiği stil önceki çalışmasından farklıdır. Kamera bu defa sabittir. Uzun pânlar, plân sekanslar ve filtreler aracılığıyla daha da solmuş renkler dönemin kasvetini vermede çok yerinde kullanılmıştır. Toplu infazların gerçekleştiği, askeri araçların taşıdığı cesetlerin üst üste yığıldığı bir zulüm ve kan ortamının tüyler ürpertici görüntüleridir izlediğimiz.
Yönetmen Pablo Larraín 36 yaşında. Pinochet darbesi gerçekleştiğinde henüz doğmamış. Dönemin baskısını bizzat yaşamamış ama korku hikâyeleriyle büyümüş. Politik bir sinemacı olmadığını, tek arzusunun insaniyet namına ülkesinin geçmişiyle yüzleşmek olduğunu belirtiyor. Bu çabasının son örneği ‘No’, üçlemesinin de son bölümü. Perdede izlediğimiz ise 15 yıllık Pinochet diktasının 1988’deki referandumla düşürülmesinin hikâyesi. Kan ve zulüm yıllarının generali, ABD’li ekonomistlerin gözetiminde -bizlerin de hiç yabancısı olmadığı yöntemlerle- hızla liberalleşmiş ülkesinin yeni dönem başkanlığının oylanacağı referandumu batı aleminin baskısıyla biraz da zorunlu kabullenmiş. Muhalif güçlerin önünü tıkamak için her türlü yol deneniyor gerçi. Dönemin en güçlü iletişim aracı televizyondaki propaganda bantları çoğunluğun uykuda olacağı geç saatlere çekiliyor vs. Muhalefetin atağı başarılı reklâmcı René Saavedra’yı seçim kampanyasının başına getirmek oluyor. Reklâm dünyasının prensi Saavedra, yönetmen Larraín gibi dikta dönemini yaşamamış, apolitik kuşaktan sisteme uyum sağlamış, özelleştirme ve kapitalizm furyasının nimetleriyle yetişmiş bir genç. Kola reklâmının tasarımı ile referandum arasında bir fark yok onun için. İşkence ve zulüm yıllarının ezilmiş muhalif güçleriyle çatışıyor önceleri. Ancak Saavedra kararında ısrarlıdır ve sonunda haklı çıkacaktır. Halk yaşanan karanlık yılları hatırlamak, eski defterleri açmak istememektedir. Toplumun gönlü ancak mutlu gelecek vadeden parlak bir reklâm stratejisiyle kazanılabilecektir.
Üçlemenin bu son ayağında Larraín’in stili yine farklılık içeriyor. Bu defa dönemin ruhuna uygun U-matic video çekimlerine başvurmuş. Bu sayede gerçek ve kurgu görüntülerin birbiriyle uyumunu sağlama yoluyla dönemin atmosferini yaratmada bir kez daha başarılı olmuş. Sonucunu önceden bildiğimiz bir referandum kampanyası eşliğinde bir dönemi soluk kesici bir tempoyla anlatmış. Bir reklâm güzellemesi mi derseniz, değil bence. Olsa olsa kapitalizmin nihai zaferinin tarihi bir belgesi. Buna benzer sorular sorma fırsatı veren iyi bir film ‘No’. Kaçırmayın.
(26 Ocak 2013)
Ferhan Baran