Cannes Film Festivali’nden ödüllü ‘6 Numaralı Kompartıman / Hytti nro 6’ iki yalnız ruhun uzunca bir tren yolculuğunda buluşması üzerinden ilerleyen çok zarif bir film. Finli yönetmen Juho Kuosmanen’in bizde İKSV festivallerinden birinde gösterilmiş ve hayli beğenilmiş, Finlandiyalı tanınmış bir boksörün tutkulu aşk hikâyesini anlatan 2016 yapımı sevimli ve sımsıcak ilk uzun metrajı ‘Olli Mäki’nin Hayatındaki En Mutlu Gün’den 5 yıl sonra çektiği ikinci filmi bu. Ana karakterlerden Laura dil öğrenmeye geldiği Moskova’da hocası İrina’nın yalnızca evini değil yatağını da paylaşmaktadır. Arkeoloji aşığı Finlandiyalı genç kızın İrina ile birlikte planladığı ama sevgilisinin son anda gelmekten vazgeçtiği için tek başına çıktığı yolculukta, Kuzey Kutbu’nun dondurucu soğuğunun hakim olduğu liman şehri Murmansk’a, insanoğlunun elinden çıkma ilk çizimler olarak kabul edilen tarih öncesi kaya resimlerini (petroglifler) görmeye gitmektedir. Genç kadın ikinci sınıf yataklı vagonun 6 numaralı kompartımanını hikâyenin diğer ana karakteri Ljoha (Yoha okunuyor) ile paylaşmak zorunda kalır. Hırpani görünümü, kazınmış saçları ve votkasından her bir yudum aldığında maço kabadayılığı ateşlenen kaba saba genç adam, aynı bölgede maden işçisi olarak çalışmak için çıkmıştır yola. Ayrı dünyaların insanları zıt iki karakterin zoraki birlikteliği beklenmedik gelişmelere gebedir.
Kuosmanen Finlandiyalı yazar Rosa Liksom’un aynı adlı romanını kaynak olarak almış. Metnin çok kişili yapısını iki ana karaktere indirirken, ‘80’lerde geçen öyküyü ‘90’lı yılların sonlarına taşımış. Hem çok ilgilendiği Rusya ve Rus halkının politik karmaşa yaşadığı Perestroyka öncesinin siyasi atmosferinden kaçmak istemiş, hem de dijital öncesi çağda kalmak istemiş. Böylece, akıllı telefonların hüküm sürdüğü yeni milenyumun yabancılaştırıcı unsurlarından uzakta iki aykırı insanın birbirlerini tanıma ve anlama sürecini inşa etmeyi hedeflemiş. Kısa bir karşılaşmada birbirlerinin yüzüne bakmayacak iki kişinin, günler süren bir yolculukta kurdukları iletişimi ve önyargıların değişimini mercek altına yatırmayı denemiş. Uzun tren saatleri bir içsel yolculuğa dönüşecektir.
Finli yönetmenin işin altından rahatlıkla kalktığını söylemeliyim. Seidi Haarla (Laura) ile Yuriy Borisov (Ljoha) isimli çok başarılı iki oyuncusunun da desteğiyle, ait oldukları farklı sosyal sınıf ve milli kimlikleri aşarak yalnızlıklarını paylaşma yolunda adım atıyor çiftimiz. Gecenin karanlığında bu koca dünyada düşündükleri gibi yapayalnız olmadıklarının farkına varıyorlar. Kalkanlar iniyor, sosyal roller bir kenara itiliyor, benzer kırılganlıklar paylaşılıyor. Çünkü tüm canlar gibi herkes sevilmek istiyor. Özen görmek istiyor. Genç kız başta ‘buralarda bunun gibi adamları üreten bir fabrika olmalı’ diye aşağıladığı maden işçisi maskesinden sıyrıldığında, onun geçmişi yaralı bir oğlan çocuğuna dönüşümüne tanıklık ediyor. Genç adam, parçası olmak için çırpındığı Moskova’daki entelektüel çevre içinde yapayalnız ve sevgisiz kalmış Laura için her türlü maceraya hazırdır artık.
Tüm çekim zorluklarına ve kısıtlamalarına karşın tren filmlerini sevdiğini ifade ediyor Finli sinemacı. Hiç bilmediği Rus dilinde film çekmekten korkmamış. Teknolojik gelişmelerin çılgınlığında kaybolmakta olan insan sıcaklığını yakalamanın derdinde o. Köhneleşmiş de olsa eski trenlerin sarıp sarmalayan sıcaklığını özlüyor belli. Kapalı ve sınırlı mekânı ferahlatabilmek için geniş ekran tercih edilmiş. Jani-Petteri Passi’nin el kamerası ile aldığı görüntüler sıkışık alanda dinamikliği hedefliyor. Bu güzel filme zaman zaman ‘80’ler Fransız tekno müziğinin tanınmış parçalarından ‘Voyage, Voyage’ eşlik ediyor. ‘Desireless’ın hit şarkısı melankolik sözleriyle filme pek yakışıyor.
(20 Şubat 2022)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com