Sezgin Türk Röportajı

Yaşamak, duymak, sorgulamak ve tabii ki paylaşmak için belgesel film yapan bir yönetmen Sezgin Türk. “Kır Çiçeklerinin Öğretmeni” adlı belgeseliyle 9. Alanya Belgesel Film Festivali’ne katılan Türk, şu sıralar yolları Mamak Cezaevi’nde kesişen dört kadını anlattığı belgeseli üzerinde çalışıyor.

Kamerayla olan maceranız nasıl başladı?

Sinemayla buluşmam, 1986 yılında Yusuf Kurçenli’nin “Merdoğlu Ömer Bey” filminde yönetmen yardımcısı olarak çalışmaya başlayarak oldu. Daha öncesinde reklâm sektöründe çalışmıştım. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu bitirdikten sonra altı ay kadar süren bir çalışma oldu bu. Belki size çok garip gelecek ama bu sektörde bu kadar kısa süre çalışmama karşın bir zaman sonra arkadaşlarıma mektup yazamadığımı fark ettim. Sözcükler anlamını kaybetmişti. Çünkü eğer metin yazarı olarak çalışıyorsanız artık kelimeler eğip büktüğünüz bir oyuncak haline geliyor. Bir bankanın genel müdürü adına yazdığım mektupta genel müdürün yalnızca beyni değil, yüreği de olduğumu hissettiğim an ise bu çalışmayı noktalandırdım. Elbette okulu yeni bitmiş, dünyanın binbir yüzüyle karşılaşmamış biri için böyle bir durum baş edilmez bir şey. İyi ki de öyle olmuş. Sonra işsizlik günleri… İstanbul’u zaten tanımıyorum; hiç kimseyi tanımıyorum. Böyle bir durumda Yusuf Kurçenli’yle tanışmak benim için bir dönüm noktası oldu. Yusuf Kurçenli ustamdır ve hâlâ bir usta olarak onun elini sırtımda hissederim.

Kurmaca film alanında yetişirken belgesel üzerine çalışmaya nasıl karar verdiniz?

Yönetmen yardımcısı olarak çalışırken diğer yandan kısa filmler yapmaya başladım. Bunlar ilk anlatım deneyimlerimdi. Kısa filmin özgür dünyası benim için büyük kazanımdı. Anlatım biçimleri deneme cesaretini bu deneyimin oluşturduğunu düşünüyorum. Kurmaca anlatım alanında yetişmeme karşın uzun metrajlı filmlerin büyük finansal olanak gerektirmesi beni belgesele yöneltti. Benim dönemimdeki birçok yönetmen ilk filmlerinde finansal olanakları kendileri yaratmak zorunda kaldılar. Yani bir film yaratmak için her şeyden önce finansal bir çalışma yapmak gerekiyor. Böyle bir yaşamdan kaçtım. Zannedersem kişisel özelliklerim yaşamda bir şekilde beni yönlendirdi. Belgesel film yapmak benim dünyama çok uygun bir yaratım yolu!

Kurmaca filmi çok iyi bilen bir belgesel yönetmeni olarak bu iki tür arasındaki farkı bize nasıl anlatırsınız?

Kurmaca filmde senaryo aşamasında her şeyi belirlersiniz. Adı üstünde her şeyi kurmuşsunuzdur. Belgeselde ise sadece gitmek istediğiniz yönü, yöneldiğiniz şeyi belirleyebilirsiniz. Önceden ne yaşacağınızı bilme şansınız yoktur. Kendinizi yaşama bırakırsınız. Önyargısız olmaya çalışırsınız. Hatta olabildiğince önceki deneyimlerinizin seçici bir algılamayla sizi sınırlamasına izin vermemek istersiniz. Sonra yaşam kendi öyküsünü oluşturur. Siz bu öykü içinde yaşamı daha önce bakmadığınız bir yerden görür ve yeni sorgulamaların içinde kendinizi bulursunuz. Elbette sonra film izleyiciyle buluştuğunda bu sorgulama süreciniz devam eder.

Belgesel ne demek sizin için?

Belgesel büyüleyici bir şey! Zannedersem her şeyden önce ‘yaşamak’, ‘duymak’, ‘sorgulamak’ ve sonra da ‘paylaşmak’ istemi belgesel yapmaya yönlendiriyor. Elbette yaşamı paylaşmak için çok farklı araçlar var. Yalnızca ‘sanatsal’ araçlar değil, günlük yaşamımızda bile paylaşım için birçok yol buluyoruz. Şanslıyım ki ‘belgesel’ yaparak daha yaygın paylaşım yaşıyorum.

Belgesel nasıl bir yaratım alanı sizce?

Belgeselin bir cinsiyeti olacaksa ‘kadın’ olmalı diye düşünüyorum. Çünkü kadınların ‘öteki’yi algılama yatkınlıkları belgesel yaratımda olanak sağlamaktadır. Ayrıca belgesel yaratımı ‘iktidar’ ilişkisine olanak vermiyor. Belgeselde yöneldiğimiz insan veya durumlara ‘belirleyen’ olarak yaklaşmak yerine yaşanan durumlar içinde filmin oluşumunu sağlamak zorundayız. Dolayısıyla ‘iktidar’ olma haline yatkın olmayan kadınlar için belgesel kendilerini doğal olarak yaşayabileceği bir yaratım alanıdır. Bir belgeselin iyi bir yaratım olması için erkek belgesel yönetmenler için de aynı durum söz konusudur aslında. Bu nedenle belgesel yaratım süreçlerinde erkek veya kadın olmanın önemli bir farklılık yaratmadığını düşünmekteyim. Erkek yönetmenler de daha çok kadınlara özgü olarak düşündüğümüz bu duyum yollarını belgesel yaratım sürecinde kullanmak zorundadırlar.

Belgeselcilikte kadın yönetmen olmanın avantaj ya da dezavantajlarını yaşıyor musunuz

Hemen söylemeliyim ki, ben ve birçok belgesel yönetmeni ‘kadın yönetmen’ nitelemesi içine sıkıştırılmaktan hoşlanmıyoruz. Çoğumuz filmlerimizin ‘yönetmen filmi’ olarak algılanmasını yeğliyoruz. Elbette böyle düşünmeyenler de var. Üyesi olduğum Belgesel Sinemacılar Birliği’nde, şimdiye kadar yönetimde kaç kadın ve erkek olduğuna ilişkin bir yaklaşım hiç yaşamadım. Fakat kadın yönetmen denildiğinde akla yalnızca kurmaca film kadın yönetmenleri geliyor. Türkiye’deki kadın belgesel yönetmenleri bugüne kadar bir belgesel, kitap veya akademik çalışmanın konusu olmadı ne yazık ki! Ama belgesel yaratımda kadınların olumlu konumu toplumun diğer yaşam alanlarındaki kadınlar için önemli çıkarımlar sağlayacak bir yaşam deneyimdir. Ama ne acı ki kadın filmleri festivalleri belgeselcilerin filmlerine yer vermelerine karşın belgesel yaratıma çok ilgi göstermemektedirler. Örneğin, Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde emek ödülü alan belgeselci kadın bulunmamaktadır. Kurmaca film yönetmeni, seslendirme sanatçısı, senarist, festival yöneticisi, öğretim üyesi, yönetmen yardımcısı, yapımcı, sanat yönetmeni var, belgeselci yok.

Ciddi bir müzik eğitiminiz var. Altı yıl boyunca çok değerli hocalardan piyano eğitimi almışsınız. Üstelik piyanoya Bitlis’te başlamışsınız. Bundan biraz bahsedebilir misiniz?

Evet, yaşamın çok hoş bir rastlantısı, Bitlis’te 1970 yılında piyano dersi almaya başlamam. İdealist bir müzik öğretmeni ve babamın birlikte Bitlis Öğretmen Okulu’na piyano getirilmesi çabası sonucu, taştan bir binanın sobası olmayan odasında, yanımda bir mangal, en önemlisi babamın sevgisiyle yaşadım bu deneyimi. Daha sonra Ankara’ya geldiğimiz yıllarda babamı kaybettim. Ama müzik öğretmenim bana müzik eğitimi verilmesini bir amaç haline getirdi. Abdullah Uz ve daha sonra Ferhunde Erkin’le çalışma olanağı bulmaya kadar giden bir yaşam deneyimi oldu bu.

Aldığınız müzik eğitiminin yönetmenlik kariyerinizde faydasını gördünüz mü?

Elbette oldu. Ama benim algılamam ağırlıkla görseldir. Her hangi bir duygunun, düşüncenin kendiliğinden bir şekli oluşur beynimde. Böyle, ben görüntüyle düşünüyorum. Ama belgesellerimde müziğin etkisi oldukça fazladır. Filmin içindeki dengeleri oluştururken daha çok bir beste yapar gibi hissediyorum. En önemlisi, filmi oluşturan her şey; kamera, ses, ışık… bir senfonideki piyano, keman ve diğer aletler gibi başlı başına varlığı olan unsurlardır. Bu nedenle müziği bir fon değil; başlı başına bir anlatım unsuru olarak filmde kullanmak isterim. Belá Bartók bestelerini çalmak yaşamımda önemli etki oluşturdu diyebilirim. Yaşam algımda, duyuşumda çok büyük bir etki bu. Belá Bartók, 20. yüzyıla damgasını vurmuş bir besteci, piyanist ve halk müziği derlemecisi. Onunla ilgili bir film yapmak yaşamımda çok önemsediğim bir şeydi. Ve yaptım.

Bir de “Mamak’ta Kesişme” adında bir belgesel film projeniz var, nasıl bir çalışma bu?

12 Eylül döneminde Mamak Askeri Cezaevi’nde kaldım. Mamak’ta birlikte kaldığım dört kadın arkadaşımla bu filmi yaptım. Hepsinin de hayatı çok farklı yerlerde başlıyor. İkisi subay çocuğu, ikisi kırsaldan kente göç etmiş ailelerin çocukları. Kendilerini politik etkinliklerle ifade ediyorlar. Hepsinin yolları Mamak’ta kesişiyor. Tahliye olduklarında sıfırdan hayata başlıyorlar. 30 yıl sonra yaşamlarına baktığımızda yine farklı özellikler görüyoruz. Belgeseli bugünlerde bitirmek üzereyim. Bu filmde, kadınların yalnızca Mamak Cezaevi deneyimi yerine yaşamlarının bütününe bakmanın daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Kuşkusuz yalnızca Mamak Cezaevi deneyimleri söz konusu olsaydı kahramanlar anlatmış olacaktık. Şimdi ise dört kadının öyküsünü anlatmış olduk.

9. Alanya Belgesel Film Festivali’ne “Kır Çiçeklerinin Öğretmeni” adlı belgesel filminizle katıldınız. Bize festivalden ve bu filminizden bahseder misiniz?

Alanya Belgesel Festivali, benim için bir belgeselci olarak ‘umut’ anlamına geliyor. Çok büyük bir lâf gibi oldu ama değil. Eğer 9 yıldır bir festivalde izleyiciler belgeselle buluşuyorsa ‘belgesel’ var demektir. Alanya Belgesel Film Festivali’ne ikinci kez katıldım. Biz belgeselciler için festivaller filmlerimizin yaşamla buluştuğu mekânlardır. Dolayısıyla biz de yeni yaratımlarımız için önemli bir itki alırız. Alanya Belgesel Film Festivali bu açıdan olağanüstü! Çünkü festivali düzenleyen arkadaşların alçak gönüllü ve içten yaklaşımları bizleri öyle bir sarıp sarmalıyor ki! Bu yıl “Kır Çiçeklerinin Öğretmeni” isimli belgeselimle festivale katıldım. 2500 dolayında yetenekli köy çocuğunun okumasını sağlamış bir eğitimciye ilişkindi belgesel! Alanya Belgesel Film Festivali’nde ‘engelli’ arkadaşlarımızın engelsizliği yaşarak katıldığı bir gösterim oldu. Bu filmin ruhuna uygun bir durumdu.

(08 Haziran 2010)

İlayda Vurdum

www.ucansupurge.org’da yayınlanmıştır. (03 Haziran 2010)