Altın Palmiye’li Film Hayırsızada, Sıcağı Sıcağına Documentarist’te

22 – 27 Haziran 2010 tarihleri arasında düzenlenecek olan Documentarist’in programındaki sürpriz belgesel filmlerinden biri, Serge Avédikian’ın geçen ay Cannes’da Altın Palmiye ödülü kazanan Hayırsızada (Chienne d’Histoire) adlı animasyonu. 1910 yılında İstanbul sokak köpeklerinin Hayırsızada’ya sürülerek ölüme terk edilmelerini konu alan Hayırsızada, ayrıca Avrupa ve Osmanlı arasındaki ilişkilere ve o döneme egemen olan yaklaşımlara ışık tutuyor. Türkiye – Fransa ortak yapımı filmin yapımında Anadolu Kültür’ün imzası var. Yönetmen Avédikian, belgesel ve kurmaca filmlerinin yanısıra, oyunculuk ve tiyatro yönetmenliği ile de tanınıyor.

Documentarist Programını Açıkladı

3. Documentarist – İstanbul Belgesel Günleri kapsamında 22 – 27 Haziran 2010 tarihleri arasında dünyanın belgeseli İstanbul’a geliyor. Documentarist – İstanbul Belgesel Günleri’nin üçüncüsü, kapsamlı bir programla ve zengin bir yan etkinlik programıyla birlikte gerçekleşiyor. Belgesel dünyasından önemli konukların ağırlanacağı festivalde, son dönemde dünya festivallerinde ödüller kazanmış bir çok önemli belgesel ilk kez İstanbul’a uğrayacak. Bunlar arasında, geçtiğimiz günlerde kısa film dalında Altın Palmiye kazanan Serge Avedikian’ın Hayırsızada (Chienne d’Histoire) adlı animasyonu dahil pek çok sürpriz var.

Dans Rüyaları, Alman Kültür Merkezi’nde Gösteriliyor

Wuppertal Dans Tiyatrosu, 21 – 23 Haziran 2010 tarihleri arasında Pina Bausch’un Nefés adlı eserini Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda sahneliyor. Geçen yıl yitirdiğimiz, dansçı ve koreograf Pina Bausch, Wuppertal Dans Tiyatrosu’nun dünya çapında isim yapmasına yardımcı oldu. Gösteriye paralel olarak Goethe – Institut Istanbul, yönetmenliğini Anne Linsel ve Rainer Hoffmann’ın yaptığı Dans Rüyaları: Gençler Pina Bausch’un Kontakthof’unu Sahneliyor adlı belgesel filmini 25 Haziran günü saat 19:00’da gösterecek. Filmde ilk provalardan gala gecesine dek yaşanan süreç anlatılıyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Dans Rüyaları, Alman Kültür Merkezi’nde Gösteriliyor yazısına devam et
  • Pera Müzesi’nde “Sesim Rüzgâra” ve “Ezber” Belgeselleri Gösteriliyor

    16 – 20 Haziran 2010 tarihleri arasında, Emre Sarıkuş’un Sesim Rüzgâra ve Tolga Öztorun’un Ezber adlı belgeselleri Pera Film’de gösterime sunulacak. 17 Haziran Perşembe günü saat 19:00’daki gösterimin ardından yönetmenlerle filmleri üzerine bir de söyleşi düzenlenecek. Sesim Rüzgâra belgeseli, II. Meşrutiyet’in ilânıyla başlayan Batılılaşma hareketleri çerçevesinde, 1910 yılında Sivriada’ya sürülen ve dönemin zihniyet çekişmelerinin en önemli figürlerinden biri olan sokak köpeklerinin itlâf serüvenini konu alıyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Pera Müzesi’nde “Sesim Rüzgâra” ve “Ezber” Belgeselleri Gösteriliyor yazısına devam et
  • Paris Kan Gölü

    Paris’ten Sevgilerle (From Paris with Love)
    Yönetmen: Pierre Morel
    Hikaye: Luc Besson
    Senaryo: Adi Hasak
    Müzik: David Bucley
    Kurgu: Frédéric Thoraval
    Görüntü: Michel Abramowicz
    Oyuncular: John Travolta (Charlie Wax), Jonathan Rhys Meyers (James Reece), Kasia Smutniak (Caroline), Richard Durden (Büyükelçi Bennington)
    Yapım: Wanrer Bros-Europa Corp. (2009)

    Batılıların kendilerine benzemeyen kültürdeki insanlara önyargılı baktığı filmlerden olan “Paris’ten Sevgilerle” yer yer ırkçı ve öfkeli şiddet yüklü bir film.

    Ünlü Fransız yönetmen Luc Besson’un hikâyesini yazdığı ve yapımcılarından biri olduğu “From Paris with Love – Paris’ten Sevgilerle”, batının doğuya saldırgan bakışını yansıtan yer yer ırkçı bir film. Hayata diyalektik açıdan bakamazsanız, bu filmin manipüle ettiklerine hemen inanırsınız. Batılılar, kendilerine benzemeyen herkese ve her şeye saldırıyorlar. “Paris’ten Sevgilerle” filmine göre Çinliler ve Pakistanlılar çok tehlikeli. Hepsi suç için doğmuş. Çinliler, batıdaki tüm uyuşturcu trafiğini yönlendirirler. Pakistanlıların hepsi terörist bir canlı bomba. İnsan önyargılar ve ırkçılıklar yüzünden kederlere düşüyor. Doğru tarafları olabilir. Ama tüm bir toplumu öyle sunmak elbette çok ürkütücü bir şey. Kızılderilere soykırım yapıldı Amerika’da. Bu soykırımda tüm bir toplum mu suçluydu? Mafyayı yaratan Amerika’nın her ferdi mi gangsterdi? Ya Fransızlar? Amerika gibi günahın ülkesi olan Fransa’nın günahları da Amerika’dan az değil. Dünyadaki tüm halkların soylu tarafları var. Eğer suçlar ortaya çıkıyorsa bu emperyalizmin yaydığı bir şeydi. Hem suçlar hem de şiddet. Konjektüre göre bazı örgütleri yaratan batı, işi bittikten sonra kontrol edemediği o örgütlerin şiddeti kendisine yönelince tam bir Frankenştayn oluyor. Politikadan nefret ediyoruz ama batıdan öyle yalanlar ve manipülasyonlar üzerimize yağıyor ki… Propaganda tehlikeli bir oyuncak.

    Paris’te şiddet ve heyecan…

    Ama bu film, tüm politik yönlerini bir tarafa bırakabilirseniz tam anlamıyla birinci sırııf bir aksiyon ve şiddet filmi. “Paris’ten Sevgilerle”, bir zamanların Soğuk Savaş dönemlerinin “007 James Bond” filmlerinin tadını veriyor. Evet, bu filmi perdede seyretmeye doyamıyorsunuz. Kurgusu ve senaryosu iyi olan filmde, öncelikle John Travolta’nın performansı heyecan verici. Dazlak ve küpeli Wax, “çömez” ajan James’le Paris’i birkaç gün içinde kan gölüne çeviriyor. James, Paris’te Amerikan Büyükelçisi Bennington’ın ufak tefek işlerini görerek ajanlıkta “tecrübe” kazanıyor. James bir de Caroline adında bir genç kadına aşık. Onunla evlenmeyi bile hayal ediyor. Ama hayatına birdenbire Wax girince ajanlıkta epey yol alacağını da anlıyor. Wax, ajanlığın “inceliklerini” de James’e uygulamalı olarak gösteriyor. Wax, bu şehre indiğinde Paris’te hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Romantizmin şehrinin karanlık yüzüne dalan Wax, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını da gösteriyor James’e. Gerçekten kaç zamandır böyle nefes kesici birinci sınıf bir aksiyon filmini perdede görmemiştik. Filmdeki şiddetin çok sert olduğunu da belirtmeliyiz. Kanlar neredeyse fışkırıyor her yere. Wax ortaya çıktıktan sonra temposu bir an düşmeyen filmde seyirci ancak final bölümünde nefes alabiliyor. James’in bir santraç ustası olduğunu da belirtmeli.

    Sinemaseverler, 1977 doğumlu İrlandalı oyuncu Jonathan Rhys Meyers’ı Woody Allen’ın 2005 yapımı “Match Point – Maç Sayısı” filminde Chris Wilton karakteriyle hatırlayabilirler. John Travolta, “Paris’ten Sevgilerle” filminde John Badham’ın 1977 yapımı “Saturday Night Fever-Cumartesi Gecesi Ateşi” filmindeki gibi sanki dans ediyordu şiddet sahnelerinde. 1964 yılında doğan Fransız Pierre Morel, yönetmenliğe kameramanlıktan geçti. Sinemaseverler bu yönetmenin 2008 yapımı Taken – 96 Saat” filmini hatırlayabilirler. Luc Besson, yönetmen Morel’e tam anlamıyla destek veriyor. Çünkü Morel, kameraman olarak birçok uluslararası aksiyon filminde çalıştı. Yani bu işi iyi biliyor. Morel, David Lynch’in 1984’te çektiği “Dune” (Kumul) bilimkurgusunu yeniden çekmeyi düşünüyor. “Dune”un yazarıysa Frank Herbert.

    (23 Haziran 2010)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com