Yedinci sanat olarak adlandırılan sinema, bütün sanat dallarını bağrında taşıdığı gibi onların güçlenip yaygınlaşmasını da sağlamış. Buna da bağlı olarak gündemde kalamayan dallar varken, sinema gündem oluşturan, kamuoyunun ilgisini hep üzerinde duyan bir sanat dalı.
İyi bir film için önce iyi bir senaryo gerektiği öteden beriye bilinen bir gerçektir. Senaryonuz güçlü değilse, görsel olarak tatminkâr bir film yapsanız bile izleyiciden not alamazsınız.
Ekip işi…
Parmağınızla kuma şekiller çizip resim yapabilirsiniz, gazetenin ucuna yazı yazabilirsiniz, dilinizle ritim tutup dans edebilir, oynayabilirsiniz, çamurdan heykeller de yapabilirsiniz… ama sinemaya gelince, işin içine endüstri girdiği için birçok şeye gereksinim duyarsınız. Öykü yetmez sinemaya, senaryolaştırmak gerekir. Mekân bulup uygun oyuncu belirlemelisiniz, kamera, ışık, ses ve set ekipmanı, montaj masası… müzik, derken laboratuvar işlemleri, kopyalama, salon bulma… Her biri dile kolay. Bu kadar şeyi ve insanı bir noktaya odaklamak ve çalışmalarını sağlamak zorundasınız. Sonuçta yaptığınız beyazperdeye düşen bir gölge sadece…
İşiniz zor…
Sinemanın zorluğu bunlar kuşkusuz… Ortaya çıkan ise gerçek bir sanat yapıtı, kim ne derse desin.
Teknoloji geliştikçe ve yaygınlaştıkça, artık cep telefonuyla bile film çekilebiliyor, bilgisayarda montajlanıp sosyal medya üzerinden izleyiciye ulaştırılıyor.
Bu da sinemanın daha bir titiz çalışılması, daha ince eleyip sık dokunması gereken bir sanat olduğunun kanıtı, bir bakıma. Onca ürünün arasından sıyrılabilmeniz için senaryonuzun da çok iyi kurulması, oyuncularınızın da çok iyi rol yapması, mekânlarınızın da konuya uygun olması, müziğinizin de aynı derecede güçlü olması gerekiyor. Bir de tanıtımı önemli kuşkusuz. Onlarca salonda (televizyonlarda, “yersiz uzun yerli dizilerle” rekabet de var) gösterilen yüzlerce filmin arasından seçilmeniz için göz ardı edilemeyecek bir çaba harcanmalı (yerli filmlerin tanıtım çabasının giderek daha da azalmasını anlayamadığımı belirtmeliyim).
Barış içinde bir arada…
Nasıl ki aynı çatı altında yaşıyorsak, aynı işyerini paylaşıyorsak, kavgadan uzak, anlayışlı davranarak birbirimizi taşıyorsak, sinemada da aynı şey geçerli. Herkes yerini, işini, gücünü bilir ve uyum içinde bir arada çalışır, çalışmak zorundadır. Eğer o uyum bozulursa film, film olmaktan çıkar.
Yeşilçam’a, 1980’de girip de setlere gitmek istediğimde kulağıma küpe olan sözü Atıf Yılmaz söylemişti: “Herkesin görevi var ve kimsenin işine karışmayacaksın.” Hazırlık aşamasında çatır çatır tartışmamıza karşın sette yönetmenin dediğinin olması gerektiğini öğrendim o sözle… Çünkü film (kim ne derse desin) yönetmenin yapıtıdır.
Ayla ile büyüyen tartışma
Bu yıl Oscar’a aday olarak gönderilmesi kararlaştırılan Ayla filmi, içeriğinden çok yapımcı – yönetmen – senarist tartışmasıyla öne çıktı.
Kim haklı, kim değil tartışmasına girmeden bu sorunun hiç de etik olmadığını, sürdürülmesinin de yanlış olduğunu söylemeliyim.
Ön gösteriminde izlediğim Ayla’da senarist ön jenerikte yoktu, son jenerikteyse küçük (sonradan) yazılmıştı. Bu, filmin sahipleri tarafından filme yapılan en büyük kötülüktür. Yıllarca reji asistanı ve yönetmen olarak çalıştığım setlerde, bir süre sonra yakınmalar artar, kavgalar bile çıkar ama bitip de sular durulduğunda herkes arkadaş olur yine… Bu kez o kavgaya neden olan sorunlara gülünür, hem de kahkahalarla.
Basından izlediğim kadarıyla filmin fikir babası da olan senarist Yiğit Güralp’in adının filmde (kendisinin dile getirdiğince, tanıtımlarda, filmin sitesinde hatta fragmanda) yer almaması filme zarar verir. Bu tartışma burada kalır mı sanıyorsunuz? Akademi’de de gündeme gelecek ve Ayla belki de hak ettiği ödülü, övgüyü alamayacak.
Siz filme emeği geçenlere hak ettiği yeri/onuru verin, sizinle birlikte film de hak ettiği yere ulaşsın. Bu, yapımcı için olduğu kadar senarist için de geçerli.
Filme gelince…
Biz, yakın tarihimizin sadece genel çizgilerini biliyoruz. Kore Savaşına neden katıldık, ne yararı vardı, dahası orada neler yaşandı, ülkemize katkısı ne oldu, dünyanın öbür ucundaki savaşın bizimle ne ilgisi vardı gibi gerçekleri hiç bilmiyoruz. Okullarda öğretilmedi (zaten okumayı pek sevmeyiz). Ayla da bunlara girmiyor, ama oradaki birliklerimizdeki insan sevgisi yüklü gerçekleri getiriyor. İkinci Dünya Savaşını ve Vietnam Savaşını anlatan Amerikan filmlerinin etkisi göz ardı edilmemeli.
Ayla’ya, Oscar yolunda başarılar diliyorum. Seyircisi bol olsun.
(18 Ekim 2017)
Korkut Akın