42. İstanbul Film Festivali Uluslararası Yarışma Filmlerini Beklerken

42. İstanbul Film Festivali’nin ‘Uluslararası Altın Lale Yarışması’ filmleri gösterilmeye başlıyor. Bu yıl yarışma jürisinin başkanlığını Portekizli yönetmen João Canijo yürütüyor. Auteur sinemacının bu yıl festival programında da yer alan Berlinale’den Gümüş Ayı ödüllü son çifte filmi ‘Mal Viver / Kötü Yaşamak ve Viver Mal / Yaşamak Kötü’ de merakla bekleniyor. Uluslararası Yarışma jürisinin öteki simalarına gelirsek, 2019 yapımı ‘Onun Adı Petrunya’ ile tanıyıp sevdiğimiz, bu yıl ‘Dünyanın En Mutlu Adamı’ adlı en yeni filmi festivalde gösterilen Makedonyalı yönetmen Teona Strugar Mitevska, Brezilyalı oyuncu Maeva Jinkings, yapımcı Dora Bouchoucha ile kreatif direktör ve sinema araştırmacısı Alexandre O. Philippe büyük jürinin diğer üyeleri olarak ekibi tamamlıyor.

Uluslararası Yarışma seçkisi geçtiğimiz yıl olduğu gibi yine 10 filmden oluşuyor. Geçtiğimiz Şubat ayında Berlin’den Fipresci ödülü ile dönen Avustralyalı auteur yönetmen Rolf de Heer imzalı ’İnsanlık Ölmedi / The Survival of Kindness’ ilk bakışta dikkat çekiyor. Film çölün ortasında bir karavanın üzerindeki kafeste ölüme terk edilmiş Siyah Kadın’ın çölden dağa, şehirden şehre, salgın hastalıkların ve zulmün içinden geçerek verdiği başkaldırının öyküsü üzerinden ilerliyor. Şiddet, sonu gelmeyen ırkçılık, adaletsizlik, sömürgeleştirme konularını ele alan minimalist bir ahlaki meselin sözcülüğünü yapıyor.

Ocak ayında Sundance’te Dünya Sineması – Dramatik kategorisinde Jüri Özel ödülüne layık görülen ‘Aramızdalar / Parmi Nous – Animalia’ Fas asıllı yönetmen Sofia Alaoui’nin ilk uzun metrajı. ‘Mücadelem Arap sinemasının içine tıkıldığı klişelere karşı’ diyen sinemacının filmi, dogmaları, toplumsal yapıyı ve günümüz Fas’ında kadınların yerini irdeleyen merak uyandırıcı bir bilimkurgu – fantezi. Orta halli geçmişiyle Itto, yeni evlendiği kocasının burjuva ailesinin ayrıcalıklı yaşam tarzına yavaş yavaş uyum sağlamaya çalışırken, doğaüstü olaylar ülkeyi kasıp kavururken, yeni ailesinden ayrı düşen genç kadının mücadelesi başlıyor.

Çok yönlü yönetmen, senarist, kurgucu ve oyuncu Houman Seyedi imzalı İran’ın Oscar adayı ‘Üçüncü Dünya Savaşı / jang-e Jahani Sevom’, sürekli ezilen bir inşaat işçisinin İran’da çekilen Nazi soykırımı ile ilgili sıradan bir filmde figüran olarak yer alması ile hayatının altüst olmasını anlatıyor. Kara komedi olarak başlayıp insan zulmünün karanlık duygusuzluğuna inen yapım, prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünde en iyi film ve erkek oyuncu ödüllerini kazandı.

2023 Berlin Film Festivali’nin Karşılaşmalar bölümünde dünya prömiyerini yapan ‘Kör Noktada / Im Toten Winkel’ Türkiye asıllı yönetmen Ayşe Polat imzasını taşıyor. Almanya’dan gelip Türkiye’nin kuzeydoğusunda ücra bir köyde çekim yapan bir film ekibi, yaşlı bir Kürt kadınla röportaj yapıyor. Kadın, yıllar önce kaybettiği oğlunun anısını canlı tutabilmek için kadim bir ritüel yürütmektedir. Alman ekibe Kürtçe çeviride yardımcı olan yedi yaşındaki Melek’in bakıcısı, küçük kızın asıl amacı belirsiz, karanlık bir örgüte mensup babası ve esrarengiz bir varlığın Melek’e musallat olması ile giriftleşen öyküsüyle farklı bir gizem filmi bu.

Tanınmış sinemacı Eskil Vogt’un senaryosundan yola çıkan ‘Kopenhag Diye Bir Yer Yok / København Findes Ikke’ filmin yönetmeni Martin Skovbjerg’in sözleriyle “radikal ve trajik bir aşk öyküsü, aşkın özgürleştirici potansiyeli ve yıkıcı gücü hakkında şiirsel, canlı, çağdaş bir hikâye”. Bir genç kadın hiç iz bırakmadan ortadan kayboluyor. Erkek arkadaşı, üç ay sonra tuhaf bir teklifi kabûl ediyor: Bir eve kapatılacak ve kadının babası tarafından olaylarla ilgili sorgulanacaktır. Anlaşılan o ki iki âşık tuhaf ve alışılmadık gibi görünen bu hayatı sürdürmeyi kararlaştırmışlardır.

“Mucize denen şeyi bizzat ellerinle yaratabilirsin.” Martin Eden’in yönetmeni Pietro Marcello’nun müzik, tarih ve folkloru harmanlayan yeni dönem filmi ‘Al Yelkenler / L’Envol’ işte böyle başlıyor. 20 yıllık bir döneme yayılan, büyülü gerçekçilik üzerine kurulu şiirsel bir masalı andıran yapım, Fransa’nın kuzeyindeki bir köyde babasıyla yaşayan küçük Juliette’in öyküsü. Afacan Juliette kaderinde daha büyük şeyler olduğunu, bir gün al yelkenlerin onu köyden alıp götüreceğini söyleyen bir cadıyla karşılaşıyor ve bu kehanete inanmaktan asla vazgeçmiyor. Film, Rus yazar Alexander Grin’in aynı adlı romanından uyarlanmış.

Cannes’da Eleştirmenler Haftası kapsamında prömiyerini yapan ‘Sıradaki Kız / Da-Eum So-Hee’ okullardan şirketlere bir sistemin tümüne eleştiri getiren, sessizlerin sesi olan sarsıcı, araştırmacı bir gerilim – dram. Yönetmen July Jung’un gerçek bir öyküden yola çıktığı yapımda, liseli bir kızın ölümünü araştırırken aslında kendini de sarmalamış acı gerçeklerle yüzleşen kadın dedektif Oh Yoo-jin’i izliyoruz. Film, tek başına ölüme yenik düşen bir çocuk ve tek başına olmanın dehşetini herkesten iyi bilen yetişkinin hikayesi üzerinden ilerliyor.

Yine ilk gösterimi Cannes’da Yönetmenlerin On Beş Günü Bölümü’nde gerçekleşen ‘Pamfir’ insan ilişkilerini, affetmenin gücünü, kadere karşı seçimlerin ve iyiye karşı kötünün varlığını işliyor. Ukrayna’nın batısında bir kasabada, her yanda maskeler ve kostümlerin göründüğü geleneksel bir karnaval eğlencesinden bir gün önce, bir süredir ailesinden uzakta olan Pamfir eve dönüyor. Ailesine karşı öyle derin bir sevgi beslemektedir ki oğlu kasabanın ibadethanesinde bir yangına neden olduğunda bile tüm halkı karşısına alıp çocuğun kabahatinin diyetini bir şekilde ödemeye tereddüt etmiyor.

Fanny Molins’in yönetmenliğini yaptığı ‘Atlantic Bar’ Fransa’nın güneyinde, Arles kentindeki bir bardan taşan insancıllığı, sıcaklığı, hayatı, karşılaşmaları, aşkı ve dramı anlatıyor. İnsanların her gün uğradıkları, birbirlerini uzun zamandır tanıdıkları, dans edip şarkı söyledikleri, dertleştikleri bakımsız mahalle mekanının satışa çıkarılması barın işletmecisi Nathalie ile müdavimler için dünyanın sonu, umutsuzca ihtiyaç duyulan bir yerin kaybı demektir. Ortak dayanışma duygusu, nezihleştirmenin doymak bilmez iştahına karşı duruşu politik hâle getirecektir.

Bir diğer yarışma filmi olan ‘Su / El Agua’ İspanya’nın güneydoğusunda küçük bir köyde yaz mevsiminde geçiyor. Yönetmen Elena López Riera’nın doğup büyüdüğü kasabada ağırlıklı olarak amatör oyuncularla çektiği, bilindik bir efsaneden yola çıkan filmde, fırtına yüzünden köyün ortasından geçen nehrin taşma ihtimali baş gösteriyor. Bazı kadınların “içlerinde suyla” doğdukları için sel geldiğinde yok olacaklarını anlatan kadim söylence, köyün dört bir yanında bir ayin gibi tekrarlanmaya başlarken, fırtına öncesi gerginliğinde, ölüm kokan bu köyden kaçma hayalleri kuran Ana ile José arasında bir yaz aşkı filizleniyor.

(07 Nisan 2023)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com