Jerzy Skolimowski’nin bir eşeğin gözünden dünya ahvalini gözlemleyen Cannes Film Festivali’nden jüri ödüllü son çalışması ‘Eo’, adını bu mazlum hayvanın Leh dilinde anırmasının fonetik karşılığından kalmış. Haliyle dilimize ‘Ai’ olarak çevrilen sıra dışı çalışma ilk bakışta Robert Bresson’un 1966 yapımı başyapıtı ‘Rastgele Balthazar / Au Hasard Balthazar’ı akla getiriyor. Bresson minimalizminin bu siyah beyaz şaheseri, türlü eziyetin reva görüldüğü masum eşeği, insanlığın günah yükünü sırtlamış İsa figürü ile özdeşleştirir. İlkel dürtülerin yönlendirdiği insanoğlunun merhametsiz dünyasını semboller ve metaforlar aracılığı ile tasvir ederken, Balthazar’ın hayatına giren insanların kader çizgisini takip eder.
Skolimowski Fransız ustadan faklı olarak adı olmayan eşeği filmin merkezine koymuş, Polonya’dan İtalya’ya sürecek olan çileli bir yolculuğun ve çağdaş dünya kargaşasının gözlemcisi yapmış. Koyu Katolik Bresson’un ruhani minimalist yaklaşımından farklı olarak doğa ve hayvan sevgisinden yola çıktığını ifade eden Skolimowski, Polonya’nın ünlü Łódź sinema okulunun geleneğinden hareketle sinematografik deneylere ağırlık vermiş. Kırmızı ışıklar altında açılan film, ‘Muhteşem Cassandra’nın eşek ile yaptığı sirk numarası ile başlıyor. Genç kadın gösteri partnerine belki de bir daha hiç karşılaşmayacağı derin bir şefkatle yaklaşıyor. Cassandra’nın mazlum hayvana vurmaya kalkan Vasil’i durdurduğuna tanıklık ediyor, hatta yüzüne küstahça sigarasının dumanını ekleyen kaba saba adamı Bresson’un yapıtında savunmasız Marie’yi tahakkümü altına alan genç serseriye benzetiyoruz. Ancak başta dediğim gibi Skolimowski eserinde insanları geri planda kullanmaya kararlıdır. Dünya denen zalimler panayırını eşeğin derin bir melankoli ile bakan kocaman gözlerinin bakış açısıyla vermeyi sürdürür.
Gösteri hayvanlarına eziyet edildiği gerekçesi ile sirk hayatından ve Cassandra’dan koparıldığında onu daha zorlu deneyimler beklemektedir. Önce bir çiftlikte yük hayvanı olarak çalıştırılır. İpinden kurtulduğunda yolu kent merkezine düşer. Mahalli futbol takımının flamalı maskotu olur, ancak rakip takımın holiganlarınca ölesiye hırpalanmaktan kurtulamaz. Yük karavanı içinde İtalya’ya yollanırken doğanın eşsiz güzelliğini parmaklıklar ardından izler. Kırlarda özgürce koşan heybetli beyaz atlara imrenmeyi sürdürür. Hayatta kalma derdindeki insanların birbirlerini boğazlamalarına tanıklık eder. Skolimowski’nin eşeği düş de görür. Bu rengarenk (ve bir bölümü dijital) anlarda, kâh doğum gününde onu havuçla besleyen, kıpkırmızı giysisi ile Gezi Parkı’ndan kopup gelmişe benzeyen Cassandra’nın şefkatli okşamaları ile avunur, kâh kendisini bir Boston Dynamics robotu olarak hayal eder.
Erken yaşında Roman Polanski’nin ünlü ‘Sudaki Bıçak’ filminin senaryo yazarı olarak sinema alemine parlak bir giriş yapan Skolimowski, hayli ilerlemiş yaşına rağmen sinematografik araştırmalarını bıkmadan sürdüren genç ve dinamik bir ruha sahip. Kariyeri boyunca teknik yeniliklere hep açık olmuş, kamera açıları ve ışıklandırmada deneyselliğini sürdürmüş olan usta sinemacı lineer anlatımı bir kenara iterek filmini düşlerin sarmaladığı epizodlar halinde çekmiş. Deneysellik hususunda torunu yaşındaki genç görüntü yönetmeni Michał Dymek’e açık çek vermek suretiyle, dron çekimleri ve elektronik flaş kullanılan düş sahnelerinin halüsinatif ruhunu inşa etmiş. Klasik müzik bestecisi Pawel Mykietyn’in tedirgin tınıları eşliğinde kaderinin peşinden sürüklenen masum yaratığın melankolik yolculuğunu izlerken, Bresson’un filmini baştan sona bir hüzün bulutu gibi sarmalayan (daha sonra Nuri Bilge’nin ‘Kış Uykusu’nda kullanacağı) duygulu Schubert sonatına nazire olarak belki, İtalya yolculuğunun bir bölümünde melankolik Beethoven tınılarına yer vermiş.
85 yaşını sürmekte olan Polonyalı sinemacının anarşik son çalışması, sondaki Isabelle Huppert sürprizi ile birlikte perdede ilgi ile izleniyor. Bunun da ötesinde, Bresson’un her izleyişte derinden etkileyen eşsiz başyapıtını bir kez daha görme arzusunu tetikliyor.
(12 Ocak 2023)
Ferhan Baran