Dünya prömiyerini Büyük Jüri Ödülü’nü kazandığı Cannes Film Festivali’nde yapmış olan ‘Öğle Güneşinde Yıldızlar / Stars at Noon’ çağımızın saygın sinemacılarından Claire Denis’nin imzasını taşıyor. Nikaragua’nın kaotik politik ortamında Amerikalı bir kadın gazeteci ile İngiliz iş adamının tutkulu ilişkileri üzerinden ilerleyen filmde, seyahat dergilerine makale veren Trish ile tanışıyoruz önce. Kayıp insanlar ve infazları konu aldığı son yazısı nedeniyle pasaportuna el konmuştur. Geçimini sağlamak için 50 dolar karşılığında fahişelik yapar. Sıfırı tükettiği ucuz motel odasından kurtulmak ve ülke dışına çıkabilmek için yataklarına girdiği bölge nüfuzlularından yardım dilenir. Yabancıların kaldığı Intercontinental Hotel’in barında soğuk ve gizemli Daniel DeHaven ile karşılaştığında, bölgenin tehlikeli ikliminde iki tedirgin ruhun tutkulu dansı başlar.
Fransız sinemacı, sivil savaş yıllarında Nikaragua’da bulunmuş Amerikalı yazar Denis Johnson’ın 1986 yılında yayımlanmış aynı adlı romanından etkilenmiş, Sandinista Devrimi’ni fon alan öyküyü günümüze taşımış. Pandemi koşulları nedeni ile çekimlerin Panama’da gerçekleştiği yapımda, yaklaşan seçimlerin toplum üzerinde baskıyı daha da arttırdığı, cadde ve sokaklarda askerlerin arama yaptığı, patlamaların ve ölümlerin halkı sindirdiği üçüncü dünya manzarası eşliğinde bölgenin makus kaderinin pek de değişmediğini göstermek istemiş. Ancak Denis, önceki filmlerinden çok iyi bildiğimiz üzere fonda dönen siyasi entrikalardan ziyade kayıp iki ruhun duyumsadıkları ile ilgili. Tekinsiz bir iklimde birbirlerini bulmuş iki kişinin izini jestler, bakışlar, dokunuşlar, bedenler, yüzler ve ihtiraslı sevişmeler aracılığıyla sürüyor.
İkisi de yalan söylüyor. Kendilerini ele vermek istemiyorlar. Bu alemde yalnız olduklarını bildikleri için. Delice sevişmek onların dili haline geliyor. Araftan çıkmanın bir yolu bu belki de. Çıkarcı, hadi söyleyelim kahpe dünyada birbirlerine sığınmaktan, aşık olmaktan korkuyorlar besbelli. Yine de bir yerlerde ‘bu bizim balayımız’ ya da ‘hadi burada ölüverelim’ demekten kendini alamıyor Trish. Fransız auteur sinemacı bu girift ilişkiyi yoğun yakın planlar ile görselleştirmiş. Sürekli yağan yağmurun, sıcağın nemin dokunuşlarla bütünleştiği atmosferik yapı, sinemacı ile uzun yıllardır yol arkadaşlığı yapan Tindersticks’in nefis caz tınıları ile desteklenmiş.
Öğle güneşinde gökyüzünde beliriveren yıldızların simgelediği bu çekingen sırılsıklam aşkın öyküsü yılın en iyi filmlerinden biri. Özgün romancının soyadını ödünç alan ve büyük ölçüde Johnson’ın kendi deneyimleri, yaşadıkları ve duyumsadıklarının sözcüsü olan Trish’te (Andie MacDowell’ın yetenekli kızı) Margaret Qually arsız çekiciliğine eşlik eden kırılgan masumiyeti ile büyülüyor. Tutkulu anlarda ona bir bulutla seviştiği hissini veren terli ve beyaz İngiliz’de, ‘The Batman’ çekimleri nedeniyle son anda yerini aldığı Robert Pattinson’ı aratmayan Joe Alwyn’i ise, Amerika’nın Irak’taki ikiyüzlü rezilliğini bir tokat gibi yüzlere çarpan Ang Lee filmi ‘Billy Lynn’in Uzun Yürüyüşü / Billy Lynn’s Long Halftime Walk’daki Texas’lı er Billy performansından anımsıyoruz.
(20 Aralık 2022)
Ferhan Baran