İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV)’nin kentimize armağanı olan Filmekimi etkinliği bu yıl 07 – 17 Ekim tarihleri arasında bir kez daha sinemaseverlere yeni sezon coşkusunu yaşattı. Bu yıl 21. kez düzenlenen sinema günleri her sene olduğu gibi ağırlıklı olarak Cannes Film Festivali’nin ana programından seçilmiş seçkin yapımlardan oluşmakta idi. Cannes şenliğini yerinde izlememiş olanlar için tam anlamıyla bir şölen niteliğindeki seçki Kadıköy Kadıköy’den Sinematek / Sinema Evi’ne, Nişantaşı City’s Cinewam’den Beyoğlu Atlas’a ülkemizin gösterim koşulları açısından en mükemmel sinema salonlarında yoğun bir ilgiyle izlendi.
21. Filmekimi’ni çok iyi bir film ile açtım. Mayıs ayında Cannes’da dünya prömiyerini yapan, İzlandalı yönetmen Hlynur Pálmason’un imzasını taşıyan ‘TANRININ UNUTTUĞU YER / Vanskabte Land – Volada Land’ın Danca ve İzlanda dilindeki özgün isimleri ‘Berbat ya da Lanetli Topraklar’ anlamına geliyormuş. Film 19. yüzyıl sonlarında Danimarkalı bir rahibin ülkenin idaresi altındaki ıssız İzlanda topraklarına kilise inşa etmek için misyoner olarak gidişi üzerinden, doğa, din, insanlık, ahlak meselelerini tartışıyor. Yönetmen genç rahibin fotoğraf makinesi ile yöre ve insanlarını kayda almasından ilhamla yaklaşık 2,5 saatlik filmini kare ekran olarak çekmiş. Seyirciden emek bekleyen bu çabanın her bir anı fotoğraf güzelliğindeydi. Film satın alınmış, umarım sinemalarda gösterilir ve de üzerine daha uzun konuşur tartışırız.
Filmekimi’nde kişisel Cannes serüvenim çok sevdiğim yönetmen Cristian Mungiu’nun bu yıl festivalin ana seçkisinde yer almış olan ‘R.M.N.’ isimli son filmi ile sürdü. Romanya özelinde Batı Avrupa’yı sarmış olan akıl almaz boyutlara ulaşmış ayrımcılık sorununu yüksek perdeden dile getiren usta sinemacı hayatını düzene sokamamış Matthias’ı ülkenin bir simgesi olarak kullanıyordu. Vizyona girdiğinde hakkında daha detaylı konuşmayı ümit ettiğim film fantastik finaliyle vurucuydu.
Filmekimi’nde günümü gün eden film ise Cannes Film Festivali’nden en iyi yönetmen ödülüyle dönen Park Chan-wook imzalı ‘AYRILMA KARARI / Heyojil Kyolshim’ oldu. Koreli usta sinemacı ilk döneminin kara filmlerine dönüş yaptığı yapımda bir polis ile cinayet zanlısı arasında gelişen tutkulu aşkın hikâyesini şaşırtıcı bir üslûpla, yaratıcı yönetmenlik tercihleriyle anlatıyor ve unutulmaz finaliyle sinemaseverleri büyülüyor. Vizyona girdiğinde son jenerikte yer alan, film ile organik bağlantılı o güzelim aşk şarkısı (‘Sis’) ve alt yazı ile sunulan sözlerinin tadına varmadan sinema salonunu terk etmeyin diyorum.
Yine Cannes 2022 ana yarışma bölümünde yer almış olan ve Katalan yönetmen Albert Serra imzasını taşıyan ‘PACIFICTION’ izleyicisini hipnotik bir tropik yolculuğa çıkarıyordu. Fransız sömürgesi Tahiti adasında geçen kurgu hikaye düşsel bir üslûpla siyaset batağında emperyalizmin kokuşmuşluğunu sergilerken, nükleer yarış heveslisi Fransa özelinde gezegenin gidişatı üzerine üzerine ürkütücü bir tasvire girişiyor. Final sekansı Dante’nin cehennemini anımsatan bu ilgiye değer filmin gösterime gireceğini sanmıyorum. Filmekimi’nde kaçırdıysanız muhtemelen MUBI’de karşınıza çıkacaktır
Cannes 2022’den en iyi senaryo ödülü ile dönmüş olan ‘CENNETTEN GELEN ÇOCUK / Walad Min Al Jalla’ Mısırlı yönetmen Tarık Saleh imzasını taşıyordu. Sünni İslam dünyasının en güçlü dini merkezlerinden El-Ezher Üniversitesi’ne burslu kabûl edilen fakir balıkçı çocuğu Adem’in siyasi ve dini odakların acımasız güç mücadelesinde masumiyetini kaybedişi üzerinden ilerleyen bu sürükleyici politik gerilim tadındaki film satın alınmış, önümüzdeki aylarda ticari gösterime girmesi muhtemel.
İzlediğim bir diğer film olan ‘LEYLA VE KARDEŞLERİ / Baradaran-e Leila’ İranlı yönetmen Said Rustayi’nin bu yıl Altın Palmiye için yarışan son filmiydi. İran sinemasının tanınmış oyuncularının yer aldığı yapım, borç batağında bunalmış bir ailenin hikâyesi üzerinden ataerkil toplum yapısını ve ülkenin içinde bulunduğu çıkışsız ekonomik darboğazı eleştiriyor. 40 yaşındaki Leyla işsiz güçsüz erkek kardeşleri ve katır gibi inatçı babasını ikna edecek bir çözüm arayışındayken, Rustayi kolaylıkla melodrama kaçabilecek hikayeyi mizahı eksik etmeden anlatmayı yeğlemiş, Trajikomik final bölümüyle izleyeni derinden etkilemeyi başaran bu ilgiye değer film vizyona girmeyecek muhtemelen ama MUBI’den izleyebileceksiniz.
‘MAVİ KAFTAN’ ya da Fransızca özgün adının çevirisi ile ‘Kaftanın Mavisi / Le Bleu du Caftan’ bu yıl festivalin (Emin Alper’in ‘Kurak Günler’inin de yer aldığı) ‘Un Certain Regard’ seçkisinde Uluslararası Eleştirmenler Birliği FIPRESCI ödülünü kazandı. Daha sonra Fas’ın Oscar adayı seçilen film ülkenin önde gelen yönetmenlerinden Maryam Touzani’nin imzasını taşıyor. Üç ana karakter etrafında dönen hikâyesini yakın planlar üzerinden kuran sinemacı, bastırılmış arzuları bakışlar ve sessiz anlarla ifade etmede gayet yetkin. Film ikinci yarısında biraz tekrara düşse de geleneksel nakış ustası (mâlim) Halim’de usta oyuncu Saleh Bakri’nin mükemmel yorumu ve son derece çarpıcı finali ile gönülleri fethediyor.
Filmekimi yolculuğumda Cannes’dan bir diğer film olan ‘SEKİZ DAĞ / Le Otto Montagne’ İtalyan yazar Paolo Cognetti’nin dilimize de çevrilen romanından uyarlanmış olup ‘Brokeback Mountain’ yazarı Amerikalı romancı Annie Proulx’dan alıntıyla ‘dağlara bir kez olsun özlem duymuş bizim gibi insanlar için çok yoğun ve insanın içini sızlatan bir hikâye’ anlatıyordu. Festivalden Jüri Ödülü ile dönen filmin yönetmenleri 2012 yapımı ‘Kırık Çember / The Broken Circle Breakdown’ ile hayranlığımızı kazanmış Belçikalı sinemacı Felix van Groeningen ile oyuncu eşi Charlotte Vandermeersch. Film bir ömürlük dostluğun, şehirli Pietro ile dağ çocuğu Bruno’nun yıllar içinde her karşılaşmalarında paylaştıkları aşkları, kayıpları, aileleri, yazgıları üzerinden sakin bir ırmak gibi ilerliyor. Özellikle doğa tutkunlarının derinden etkileneceği bu zarif filmin sinemalarda gösterime girmesini diliyorum.
Filmekimi’ni Cannes 2022′nin en güzel filmlerinden biri ile kapattım. 2018 yapımı ‘Girl’ ile parlak bir çıkış yapan Lukas Dhont, festivalden Büyük Jüri Ödülü ile dönen ikinci uzun metrajı ‘YAKIN / Close’da yine bir büyüme öyküsünden yola çıkmış. 13 yaşındaki Léo ile Rémi’nin can arkadaşlığı, okuldaki çocukların zorbalığı ve erkeklik dayatmalarına karşı koyamıyor. Gerisi bir trajedi. Jeanne-Pierre ve Luc Dardenne esini taşıyan yapım (özellikle bkz. ‘Oğul / Le Fils’), ‘Yaşamın Kıyısında / Manchester by the Sea’den beri izlediğim en kederli film belki de. Belçikalı yönetmen duygu sömürüsünden özellikle kaçınmış, tıkır tıkır işleyen senaryosu, ağırlıklı olarak yakın plan yönettiği genç oyuncuları ve anne Sophie’de Dardenne kardeşlerin unutulmaz Rosetta’sı Emilie Dequenne’in yeteneklerinden sonuna dek yararlanmış.
Cannes 2022 Altın Palmiye seçkisinin birkaç tanesi hariç tüm filmleri 21. Filmekimi programından Başka Sinema dağıtımı ile çok yakında gösterime gireceği ilan edilen Hirokazu Kore-eda (‘Bebek Servisi / Broker’), Ali Abbasi (‘Kutsal Örümcek / Holy Spider’), Claire Denis (‘Öğle Güneşinde Yıldızlar / Stars at Noon’) ve Kirill Serebrennikov (‘Çaykovski’nin Karısı / Zhena Chaikovskogo’) filmlerini vizyona saklamayı yeğledim. Bu yıl büyük ödül Altın Palmiye’yi kazanan Ruben Östlund filmi ‘Hüzün Üçgeni / Triangle of Sadness’ ise bizde festivallere uğramadan 28 Ekim tarihinde sinemalara geliyor. İyi film özleyen tüm sinemaseverlere buradan selam olsun.
(19 Ekim 2022)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com