Yaşamak Yalnızca Hayatta Kalmak Değildir

Ölüm kaçınılmaz elbet ancak yaşama veda kişinin serbest iradesiyle gerçekleşmeli. Fransız sinemasının üretken yönetmeni François Ozon’un Cannes Film Festivali ana seçkisinde yer almış son filmi ‘Her Şey Yolunda / Tout S’est Bien Passé’nin ana karakteri sanat eseri koleksiyoncusu André Bernheim aynen böyle düşünüyor. 85 yaşındaki varlıklı sanayici bir inme sonucunda yatağa mahkum olduğunda, çok hareketli geçmiş hedonist hayatı yerle yeksan oluyor. Artçı ataklardan kurtuluyor ve iyi bakım sayesinde yataktan koltuğa terfi ediyor gerçi ama o eski kudretinden eser kalmamıştır. Biraz daha genç olsa mücadele edecektir (o da belki) ancak bundan böyle dilediği gibi sürdüremeyeceği hayatını sonlandırma arzusundadır. Yaşlı adamın ötanazi konusunda kararlı tutumu yetişkin kızları ve yakın çevresinin tepkisi ile karşılaşır önce. Ancak André inatçıdır. Babasına daha yakın olmuş büyük kız Emmanuèle ise ilgili makamlarla temasa geçmiş olsa bile, onu bu fikrinden vazgeçirme umudunu hep taşıyacaktır.

Yanlış anlaşılmasın, ötanazi hakkında bir tez filmi değil bu. Beklenmedik bir durum ile sarsılan bir ailenin hikâyesine tanıklık ediyoruz. Baba dediği dedik baskın bir karakter. Yetişkin iki kızının onunla ilgili hiç de hoş anıları yok. Kibriyle ezdiği çocukları ile arkadaşlık kuramamış, onları birbirleri ile rekabete sokmaktan sapkınca bir haz almış. Cinselliği evin dışında hemcinsi ile kovalamış, ilk bebeği oğlunu doğumda kaybeden edilgen annenin hiç atlatamadığı depresyonu mutsuz aile tablosunu tamamlamış. Gel gör ki bir dönemin heybetli adamının düşkün hali özellikle Emmanuèle için katlanması çok kolay olmayan bir durumdur ve bundan sonraki süreç onun için çetin bir sınav halini alacaktır.

Ozon 2017’de kanserden ölen yakın dostu, külliyatının bazı önemli parçalarının (‘Yüzme Havuzu’, ‘Kumun Altında’, ‘Beş Kere İki’) ortak senaryo yazarı Emmanuèle Bernheim’a vefa borcunu ödemek için onun otobiyografik romanından yola çıkmış. Filmde de aynı romanda olduğu gibi ölüm hayatın kaçınılmaz bir gerçeği olarak yerini alıyor. Usta sinemacı sanat çevresinden gelen aile bireylerinin duru acısını kelimelere boğmadan, jestlerle, bakışlarla, gözlemlerle anlatmayı seçmiş. Her şeyin yolunda gitmesi için çabalayan yaşlı André’nin son macerasını anlatırken filmin ağır yükünü nüktelerle, komik gelişmelerle süslemeye özen göstermiş. Bekleyiş içindeki yaşlı adamın tüm yaşananların, yazarlık süreci durgunluğa girmiş büyük kızı için iyi bir roman malzemesi olacağını hınzırca ifade etmesi bu yüzden anlamlı. Her biri çeşitli sanat dalları ile haşır neşir aile fertleri ölümü metanetle karşılamaya hazırlar. Brahms’ın müziğine sığınılırken tek bir damla gözyaşı dökülecektir yalnızca.

Tam ifadesi ile klasik Fransız sinemasının benzersiz zarafetini taşıyan film, melodram tuzaklarından özenle kaçınmış olsa da benzer deneyimi kendi ebeveynleriyle yaşamış olan kuşaklar için dayanılmaz bir hüzün içeriyor. Bir de olağanüstü oyuncular var tabi duyguları tetikleyen. Baba ve büyük kızında André Dussollier ile çok özlemiş olduğumuz Sophie Marceau incelikli yorumlarıyla büyülüyor. Eski hünerli elleri Parkinson etkisiyle titreyen heykeltraş annede Ozon’un ilham perilerinden Charlotte Rampling’i, İtibarlı Ölüm Hakkı Derneği yöneticisinde gözde Fassbinder oyuncusu Hanna Schygulla’yı kısa ama etkileyici rollerde yeniden izlemek doyumsuz bir haz veriyor.

(26 Aralık 2021)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com