Barok’tan Caz’a Bir Çığlık

‘Spencer’, Prenses Diana’nın evlenmeden önceki aile soyadı. ‘Gerçek bir trajediden yola çıkmış bir masal’ ibaresiyle açılan Pablo Larraín imzalı aynı adı taşıyan film, kısa yaşamı gerek belgesel gerekse kurgu olarak daha önce birçok film ve diziye ilham vermiş olan 1997 yılında talihsiz bir araba kazası sonucunda aramızdan ayrılmış mahzun prensesin hayatından 3 günü ele alıyor. Şilili usta sinemacı 2016 yapımı ‘Jackie’de denediği gibi bildik bir hikâyeyi yeniden yaratıyor ve Kraliyet Ailesi’nin Noel tatilini kendine özgü bir yorumla kurguluyor.

1991 yılındayız. İngiliz kraliyet erkanı Noel’i Norfolk’taki Sandringham House’da karşılayacaktır. Saray konuklar için hazırdır. Kalabalık bir personel ordusu ile birlikte kamyonlar dolusu yiyecek, giyecek ve teçhizat mekâna taşınır. Güvenlik ekibi ‘asayiş berkemal’ komutunu verdikten sonra aile üyeleri teker teker malikaneye gelmeye başlar. Bir tek Prenses Diana ortalarda yoktur. Kendi kullandığı arabasıyla uçsuz bucaksız kırsalda kaybolmuştur. Oysa koskoca malikane doğup büyüdüğü baba evinin çok yakınlarındadır. Hikâyenin kaybolma metaforuyla başlaması genç kadının içinde bulunduğu ruh haline çok uygundur. Kamyonların ezip geçtiği yakın plan kuş ölüsü genç kadının trajik sonunu haberlemektedir adeta.

Başka bir kadınla birlikte olduğunu herkesin bildiği kocası ile ayrılmanın eşiğinde olan Diana, sarayın kutsal ritüellerine katlanmak durumundadır. Israrla ısıtılmadığı için hep üşüdüğü bu şatafatlı zindan hayatında tek dayanağı yetişmekte olan oğulları ile beraber oluşudur. Tarladaki korkuluğun üzerinde duran yırtık pırtık cekette çocukluğunun ve babasının kokusunu, gizlice kapısını araladığı harap baba evinde çocukluk anılarını yakalamaya çalışır. Düşlerindeki kaçış serüvenine VIII. Henry’nin kafasını kestirdiği mahzun kraliçe Anne Boleyn’in hayaleti eşlik etmektedir.

‘Spencer’ tipik bir Pablo Larraín filmi. Pinochet diktatörlüğünün baskıcı yıllarını anlattığı ‘Tony Manero’ ve ‘Post Motem’deki soluk ve pastel renk paletini bu kez soğuk ve mesafeli kraliyet atmosferini yansıtmak, Diana’nın fiziki ve ruhsal çöküşünü vermek için kullanıyor. ‘Tepetaklak bir peri masalı’ anlatmaya soyunduğunu, Steven Knight ile birlikte ‘Şili üçlemesindekine benzer bir hapishane filmi çekmeyi’ tasarladığını ifade ediyor bir söyleşisinde.

Başrolünü Nathalie Portman’a verdiği ve First Lady Jacqueline Bouvier Kennedy’nin yas sürecini yorumladığı ‘Jackie’nin ardından yönetmenin bir kadın karakteri merkezine aldığı ikinci çalışması bu. ‘Hayalet Hikâyesi / Personal Shopper’deki yorumuna hayran kaldığını ifade ettiği Kristen Stewart’a Diana rolünü teslim etmekte hiç tereddüt etmemiş ve ‘Jackie’de olduğu gibi ağırlıklı olarak tercih ettiği yakın planlarda birinci sınıf oyuncusundan bir kez daha sonuna kadar yararlanmış. Sinemasının soluk atmosferini bu kez kuşatılmış bir kadının kimlik arayış öyküsünün hizmetine sunmuş. ‘Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi’ ile beğenimizi kazanmış olan Claire Mathon’un görüntüleri ve özellikle Paul Thomas Anderson filmlerinin değişmez bestecisi Jonny Greenwood imzalı, barok tınıların caz akorlara karıştığı Diana’nın çığlığını haykıran müzik çalışması tek kelimeyle mükemmel.

(27 Kasım 2021)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com