İnsan gençken daha bir delidolu oluyor, daha bir farklı açıdan bakıyor yaşananlara da, geleceğe de… Biz, 78’liler, günü yaşamayı bir kenara bırakıp geleceğe odaklanmış, “devrim” düşüyle yaşayanlardık (gerçi hâlâ da öyle).
O zamanlar, sokak aralarında arabalar dolaşırdı afişlerle kaplı: “Bilmem hangi sinemada, şu film oynuyor, duyun da gelip izleyin”. Bir film duyurusu, “sosyal içerikli” ve tabii ilgimizi çekti hemen. Bir arabesk film. Aslına bakarsanız burun kıvırıyorduk arabeske de, kültürüne de. Ama “sosyal içerik”se eğer taşıdığı tabii ki izlerdik. Meğer başrol oyuncusunun arkadaşlarıyla, zenginliğini bir tarafa bırakıp ekmeği bölüşmesiymiş…
Sinemanın önemi…
Galatasaray Üniversitesi öğretim üyelerinden Nesrin Tan Akbulut, 19. kitabı “Arabesk Kültür ve Sinema” ile bir dönemin hem ruhuna hem de toplumsal yaşamın sinemaya yansımasına eğiliyor (ben bunu okuyuncaya değin 20.si de yayınlandı bile “Radyodan Televizyona Arkası Yarın”).
“İnsan yaşamının hiç kuşkusuz en önemli buluşu sinemadır. Çünkü sinemaya dek tüm sanatlar insanı gerektiriyordu. İnsan eli işin içine girmeksizin sanat yapıtı oluşamıyordu. Sinemayla insan eli ve sanat yapıtı arasına ilk kez bir aygıt girdi. Görüntü, resim gibi biricik değildi. Yeniden üretim teknikleri bir filmin pek çok kopyasını çıkarabiliyor. Karanlık sinema salonlarında, dijital platformlarda mekân ve zaman kısıtlılığı olmaksızın, değişik ülkelerden pek çok insan aynı filme ulaşabiliyor, izleyebiliyor. Şimdiye dek hiçbir sanat halka bu kadar yakınlaşmadı. Sinema doğası, işleyiş biçimi gereği bu halk sanatıdır.” Akbulut, buradan yola çıkınca doğal olarak siyasi, sosyal ve coğrafi özelliklerin belirleyiciliğini de kanıtlıyor. Toplumsal kültürün sinemadan (ve tabii, hayatın tümünden) uzak kalması beklenemez. Doğal olarak “halklaştırılmış kültür” hayatın her alanında, her anında önümüze çıkar.
İzlemeye doyamadık…
Nesrin Tan Akbulut’un bu önemli, önemli olduğu kadar da belirleyici kitabı biz sinema ilgilisi okura sadece arabesk filmleri ve arabesk filmlerin akışını anlatmıyor, ulaşabildiği (ya da daha doğru deyişle kitabında yer verebildiği) filmlerle sosyal yaşamın dönüşümünü de gözler önüne seriyor. Gündelik yaşamın sıradanlığına karşın arabesk filmler, standart, tekdüze ve yeniden çoğaltılmış birbirinin benzeri değiller. (Burada benim yukarıda değindiğim anım ile çatışıyor ister istemez ve Nesrin Hoca’ma hak vermemek mümkün değil.)
1050’lerde Mısır filmleriyle başlayan, tek kanallı ve yasakçı devlet radyoları nedeniyle yayımı engellenen müzikle yükselen bu “feryat”ın sinema tarafından görülmemesi, duyulmaması mümkün değildi, öyle de oldu. Her ne kadar sinema üzerine yazıp konuşanların televizyon etkisine bağlasalar da tabandan gelen bir talepti bu.
Bir anda arabesk filmler furyası başladı ve sinema salonları eski hareketliliğine kavuştu (bunu seks ve avantür filmler izleyecek, ama televizyonun gücünü kırmak mümkün olmayacaktı). Adını sinema tarihine yazdırmış birçok yönetmen arabesk film çekti. Birçok şarkıcı arabesk film oyuncusu oldu, bir kısmı yönetmenliğe bile geçti.
Bir ortaklık var bu işte…
Seyirci kendini görüyor, çözümsüzlüğünün sadece kendisiyle sınırlı olmadığını anlıyor, böylelikle kaderine razı oluyor. Hemen bütün arabesk filmlerin temelinde yoksulluk, dışlanma, hor görülme ve yakınma ile birlikte kadercilik var. Tümünde de mesajlar doğrudan değil, müzik üzerinden verilir. “İhkakıhak” dediğimiz, asıl karakterin kendi hukukunu kendisinin belirlemesi arabesk filmlerin temelidir. Kötü adam/kadın muhakkak olmalı ki, insanların hesap sorması gereken hedef şaşsın. Hemen hepsi mutsuz sonla biter.
Doçent Doktor Nesrin Tan Akbulut’un “Arabesk Kültür ve Sinema” kitabı sadece sinema ile ilgilenenlerin değil, sosyolojik araştırma yapanların da başvuru kaynağı olacak.
Arabesk Kültür ve Sinema
Doç. Dr. Nesrin Tan Akbulut
Araştırma / İnceleme
Klaros Yayınları
Ocak 2021, 151 s.
(08 Mart 2021)
Korkut Akın
[email protected]