“Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar…”
diyor Nazım Hikmet, bu en bilinen, en anlamlı, en güzel şiirlerinden birinde, insanın içini okurcasına…
Guillaume Giovanetti, Çağla Zencirci, Karadeniz köylerinden birinde yaşayan sadece ıslıkla iletişim kurabilen yalnız ama başı dik bir genç kızın öyküsünü birlikte yönetmişler. Alabildiğine yerel ama işlenişi ve temasıyla evrensel olan film, yalın ve sakin anlatımı, izleyene bıraktığı yorumu ile takdiri hak ediyor.
Aykırılıklar, nereye kadar
Köyden dışlanmış Sibel, “kahraman” olursa yeniden kabul göreceğine inanır. Bunun için de silah kuşanıp dağlara vurur kendini…
Filmde iki kadın (Sibel ve Nazik) bir de erkek (Ali) var, aykırı olan. Diğerleri alabildiğine uygun, bütün hataları, eksiklikleri, yanılgılarıyla… Çünkü küçük köyde herkes birbirinin neredeyse aldığı nefesi bile biliyor.
Nazik, toplumun yok etmeye karar verdiği ve dışladığı ihtiyar kadın… Sevgilisi olmuş çünkü… Duygularını içine gömmemiş… Sevmiş ve aklını yitirecek kadar da dışlanmış.
Ali, askere gitmek istemediğini söyleyen, belki öğrenci belki siyasi ve bir o kadar da gizemli bir yaralı.
Sibel her iki “aykırı”nın arasında mekik dokuyan, kendisini kabul ettirmek isteyen bir başka aykırı…
Umudu üzmemek gerek
“Sibel”, sıcak ve çarpıcı bir öykü anlatıyor… Yukarıda sıralanan aykırılıklara odaklanan film, hemen her şeyi izleyiciye bırakıyor. Kim neyi ne kadar ve nasıl anlarsa… Yurtdışında beğenilmesinin altında bu yatıyor kanımca. Ama en çok da bizim, ‘bizim kadınlarımızın’ izlemesi gerekir.
(21 Şubat 2019)
Korkut Akın