Çilingir Sofrası (Sadi Bey’in Facebook Günlükleri):
“Sarı Sıcak” filminin gösterimi bitti, aynı jüride görev yaptığım yaşıtım arkadaşa muziplik yapasım geldi, “Ben kalender meşrebim…” dedim; “Bu çocuk sinemayı biliyor.” diye cevap verdi. Genelde bu tür cevaplar literatürde kelalâka diye adlandırılır. (10 Mayıs 2018)
Şahsıma “Sinemanın Çınarları Türk Sineması Emek Ödülü” veren 6. Kayseri Uluslararası Film Festivali’nin anılarımda daima özel bir yeri olacak. 13 Mayıs kapanış töreninde SİYAD – Sinema Yazarları Derneği Ödülü’nü açıklama görevi bana verildi. Birden fark ettim, 13 Mayıs’ta, hanımla olan evliliğimizin 38. yılına girmiştik ve Kayseri’nin plaka no.su 38. Olacak iş değil ama oldu. (14 Mayıs 2018)
25 Mayıs’ta vizyona girecek olan “Hürkuş: Göklerdeki Kahraman”, İlk Türk uçağını yapan, Türkiye’nin ilk özel havayolu şirketini kuran, 1914 – 18 yılları arasındaki Birinci Dünya Savaşı’nda görev yapan Vecihi Hürkuş’u anlatıyor. Soyadı Kanunu 1934 yılında çıktığına göre, “Hürkuş” soyadı gerçekten kendisine yakışan bir soyadı olmuş. Sanatçılar arasında da yaptığı işi çağrıştıran soyadları pek yaygındır. Bu sanatçıların çoğu, soyadı kanunundan sonra dünyaya teşrif ettiklerinden mesleklerini çağrıştıran çakma soyadlarını hayranlarına saygısızlık olarak görüyorum. Hani haksızsam söyleyin, aileler daha çocukları doğmadan gelecekteki mesleklerini tahmin etmişler ve soyadlarını, misalen Şenses, Gürses, Sesigüzel yapmışlar. Ne müthiş bir gelecek öngörüsü. Maşallah. (16 Mayıs 2018)
İlahi Muazzez, arkanda 40 kişilik saz heyeti, önündeki stüdyo tribününde en az 200 kişi, “Söyleyemem derdimi kimseye…” diye şakıyorsun. “Söyleyemem” itirafı bir bakıma söylemek istediğini gösteriyor, söyle o zaman. (17 Mayıs 2018)
Bir besteyi bestekârından, misal “Beklenen Şarkı”yı Zeki Müren’den dinlemek; bir kitabı yazarından, misal “Benim Adım Kırmızı”yı Orhan Pamuk’tan imzalı ilk baskısından okumak; bir filmi yönetmeniyle, misal “Umut”u Yılmaz Güney’le birlikte izlemek; düşünüyorum da müthiş bir ayrıcalık, olağanüstü bir zenginlik. Şu gün, şu saatte 1 adedi 4450 TL.sına çıkmış milyonlarca dolar verseniz gerçekleştiremezsiniz. Doğru dedim, di mi? (17 Mayıs 2018)
Ramazanda pide kuyruğunda beklemeyi çok seviyorum. Dün bir saat bekledikten sonra ilk pidemi aldım. Kuyruğun ön tarafında beklerken bazı vatandaşların gelip “Ben ekmek alacağım geçebilir miyim?” diye izin istemeleri de bir güzellik. Tek işlemde hem izin veren, hem izin isteyen mutlu oluyor fakat bazıları izin sonrası, “Bakın ben sizin gibi boşuna beklemiyorum, ekmeğimi alıp, zaman kaybetmeden gideceğim” tavrı ile tezgâha yaklaşıyor ki o da bir başka hoşluk. Büyük olasılıkla pide kuyruğunda zevkle beklediğimizi akıllarına getirmiyorlar. (17 Mayıs 2018)
Sinema sektörünün 35 mm.lik pelikülle film çekmeyi bırakıp tamamen dijitale dönmesi acı bir olaya daha sebep oldu. Hani mevzu gerektirdiğinde insanlar “Hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçti.” diyorlardı ya, bir müddet sonra diyemeyecekler, mecburen yine sinemanın icadı öncesinde ne diyorlardıysa onu diyecekler. (19 Mayıs 2018)
Bazı ses sanatçıları o kadar yüksek perdeden kasılarak şarkı, türkü söylüyor ki, bir gün dayanamayacağım sahneye çıkacağım ve mütevazı, sevecen, hoşsohbet, neşeli, yakın, candan şarkıcı nasıl olur gösterivereceğim. Lakin sesim pek bi davudi. (Nereden nereye: Yanlış ifade etmiş olmayayım, kendimi doğrulayayım dedim, google’dan baktım, Davudi’nin “İran’ın Hürmüzgân eyaletinde 2006 nüfus sayımına göre 93 kişilik bir köy” ve Üsküdar’da İcadiye mahallesinde bir sokak adı olduğu yazıyor.) (19 Mayıs 2018)
Her kula nasip olmaz: Hanım orta kahvemi getirdi, tam içeceğim sırada hıçkırdım, bir miktarı tabağa döküldü, kendime güldüm, bu sefer göğsüme döküldü. Demek ki neymiş, hıçkırık tutmuşken kahve içmeyecekmişiz. (19 Mayıs 2019)
Öğrenmenin sonu yok: Dereotu ile Tereotu’nun farklı yeşillik olduğunu 68 yaşımın baharında öğrendim. (19 Mayıs 2018)
Yaz mevsimi başladı sayılır ama gelin ben size yaz mevsimi sonundan bir hikâye anlatayım: Bodrum Turgutreis’te, gazetelerin sadece merkezdeki ana bayide satıldığı yıllarda, tahminen 8-10 yıl önce, sabahın erken saatlerinde bayiye indim. 4-5 kişi sıraya girdik, gazete paketlerinin açılışını bekliyoruz. O zamanlar çoğunluğu bağımsız medyaya ait olan gazetelerin bayiye erken saatlerde gelen paketlerinin açılışını beklemenin özel bir zevk olduğunu da belirteyim. Tam o sırada yandan küçük bir köpecik geldi, sırayla hepimizin paçalarını kokladı. Aradığını bulamama hüznüyle yan sokağa girdi, gözden kayboldu gitti. O köpeği hiç unutamadım ve unutacağımı da sanmıyorum. Bu yaşanmışlık üzerine sadibey.com’da açtığım köşeye (https://sadibey.com/kopekleri/) yazdığım ön yazıda sitemlerimi şöyle belirttim: “1924 yılında Japon profesör Hidesaburo bir köpek edinmiş ve adını da Hachiko koymuş. Her sabah evden beraber çıkıyorlar, Hachiko profesörü metroya bırakıp evine dönüyormuş. Bir gün profesör Üniversitede kalp krizi geçirmiş ve ölmüş. Hachiko, Tokyo metrosunun Shibuya istasyonuna 10 yıl, her gün gitmiş, beklemiş ve 12 yaşındayken metro kapısında ölmüş. Unutulmasın diye metro istasyonuna heykelini dikmişler.
Bu köşe evinde bakmak için köpek satın alıp, zor geldiğinde sokağa terk edenlere ithaf edildi. Dileriz ki, sokağa attıkları köpekler rüyalarına gire, vicdan azabı ömür boyu peşlerinden gele.” Anlaşıldığı üzerie bu dileğim halen devam ediyor. (19 Mayıs 2018)
Bugün sevgili takipçilerimi bıktırdığımın farkındayım ama ilham bu, geldiğinde hemen yazmak gerek. Çünkü hiç beklemiyor, çekip gidiyor. (19 Mayıs 2018)
(23 Ağustos 2018)
Sadi Çilingir
sadicilingir@sadibey.com