‘Ahlat Ağacı’nın ilk planında, üzerine Çanakkale Boğazı’nın görüntüsünün düştüğü camın ardından görürüz Sinan’ı. ‘Mayıs Sıkıntısı’nın başında sigarasını tüttürmek için dışarı çıkan Saffet gibi düşüncelidir o da. Üniversite sınav sonucunu bekleyen Saffet’ten bir adım ötede yüksek öğrenimini tamamlamıştır gerçi ancak geleceği belirsizdir. Öğrenimi sırasında kaleme aldığı ve yöre kültürü üzerine denemeler olarak tanımladığı yazılarını kitap olarak bastırmak hayalindedir. Binlerce öğretmen adayının tayin beklediği zor süreçte kitabıyla var olmak, kendini kanıtlamak arzusu taşır. Bu düşünceler içerisinde ziyaret ettiği baba ocağı ve küçük kasabası onun aşmayı hedeflediği sıkışmışlığın ta kendisidir. Doğup büyüdüğü topraklara öfkesini ‘diktatör olsam bir bombayla yok ederdim’ sözleriyle ifade eder. Gençlik ideallerini ücra doğu köylerindeki öğretmenlik yıllarında yitirmiş, hüsranını at yarışı bahislerinde gidermeye çalışan kumarbaz babasını, bir zamanlar gönül verdiği şair ruhlu adamın tükenmişliğini sabahtan akşama televizyon dizileri izleyerek görmemeye çalışan mutsuz annesini acımayla karışık kızgınlıkla izler. Kasabasının insanlarına, çocukluk arkadaşlarına tepeden bakarken, geleceği konusunda endişelerini kibri ve küstahlıklarıyla gizlemeye çalışır.
Nuri Bilge Ceylan dünya prömiyerini 71. Cannes Film Festivali’nde yapan sekizinci uzun metrajında gözde temalarını bir kez daha perdeye taşıyor. Uyumsuz, yalnız Ahlat Ağacı metaforuyla Anadolu’nun küçük kasabalarına sıkışmış hayatların varoluş mücadelesini neşter altına yatırıyor. Hikâyesinin ağırlığı bir kez daha erkek karakterler üzerinde. Ancak önceki filmlerinin orta yaştaki erkeklerinden farklı olarak ana karakter Sinan, ülkemizdeki idealist işsiz gençlerin prototipi olarak baş köşede bu kez. Babası örneğinde tanık olduğumuz tükenmişliği yaşamak istemiyor Sinan. Tanınmış bir yazar olmak suretiyle hayatın efendisi olma özlemi içinde. Ceylan’ın filmi genç öğretmen adayının çevresindeki insanlarla karşılaşmaları üzerine kurulu. Yönetmen ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ serüveninde başlayan ve ‘Kış Uykusu’ yoğunlaşan diyalog yazma alışkanlığını bu kez doruk noktasına çıkarmış. Sinan’ın kasaba eşrafıyla, arkadaşlarıyla, çevreden çıkmış ünlü bir yazarla ve iki köy imamıyla tartışmaları uzun diyaloglar halinde yansıyor perdeye. Filmin bol diyaloglu bir roman halini alması yönetmenin tercihi. Fazla konuşkan bir sinemayı benimseyen bir yazar olduğumu söyleyemem ancak bunun ‘Kış Uykusu’nda iyi çalıştığını görmüştüm. Bu tercihin ‘Ahlat Ağacı’nda her zaman işlemediğini belirtmek isterim. Serkan Keskin’in çok başarılı yorumuna rağmen ne Çanakkaleli yazarla uzun tartışmanın yer aldığı sekansın, ne de Ceylan’ın çok da hakim olmadığı din ve inanç konusunda Sinan’ın iki genç imam arasında geçen yarım saatlik bölümün filmin bütünlüğüne çok şey katmadığını söyleyebilirim. Ceylan’ın bir telefon konuşması ile tanıdığımız çevik kuvvete katılmak zorunda kalmış işsiz öğretmen karakterini kanlı canlı tanıtmasını da isterdim. Anne karakterinin yeterince işlenmediğini, kız kardeş ile hiç ilgilenilmediğini, Murat Cemcir’in canlandırdığı baba karakterinin fazla karikatürize çizildiğini, şakacı adamın derinlerdeki hüznünün öne çıkarılmamasından hoşnut olmadığımı da belirtmeden geçemeyeceğim.
Bütün bu beklentiler karşımızda Nuri Bilge çapında bir yaratıcı olduğu için elbette. Kurgudaki bazı aksamalara filan hiç takılmıyorum. Gökhan Tiryaki’nin görüntüleri bu diyaloğu bol eserde yönetmenin alamet-i farikası olarak yine büyüleyici. Baba oğul arasındaki son sekans antolojilere geçecek düzeyde etkileyici. Bir de sona kaldı belki ama, Sinan’ın okul arkadaşı güzel Hatice ile olan karşılaşması filmin zirvesini oluşturuyor. Diyalogla görüntünün, yaprakların hışırtısıyla, arzuların engellenemez titreşimin ustaca dengelendiği filmin şahikası bu bölüm. Kemani Serkis Efendi’nin benzersiz nihavend eserinin güftesinden yazıma başlık olarak aldığım cümle, küçük yaşta yadellere gelin verilmiş İhsan Raif hanıma aittir. Ceylan’ın Hatice’si seçeneksizlikten de olsa kendini çil çil altınlarla dolu odaya atmaktan pek şikayetçi görünmüyor belki ama Anadolu’nun yalnız ve çıkışsız erkek karakterleri kadar, –sinema yazarı dostum Cüneyt Cebenoyan’ın da altını çizdiği üzere- Haticelerin, kız kardeşlerin, kadınların hikâyesini de anlatmasını bekliyoruz Ceylan’dan bundan sonraki eserlerinde.
Filmlerinde genellikle müzik kullanmadığı halde, ‘Kış Uykusu’nda ayazda kalmış yürekleri Schubert ezgileriyle ısıtmaya çalışmıştı usta yönetmen. Bu kez Bach’ın do minör Passacaglia’sından bir tema eşlik ediyor Sinan’ın yolculuğuna.
*Mücrim: suçlu, kabahatli.
(04 Haziran 2018)
Ferhan Baran