Günümüzün en yaratıcı yönetmenlerinden biri Sean Baker. Amerikalıların pek de görmek ve bilmek istemediği marjinal yaşamları filmlerinde sergilemesiyle ünlü. Geçtiğimiz yılın en ilgiye değer yapımlarından biri olan sinemacının altıncı uzun metrajı ‘The Florida Project’in Cinemaximum sinemalarının arthouse salonlarında gösterim şansı bulması başlı başına sevindirici bir hadise.
If Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterilen 2015 yapımı bir önceki filmi ‘Tangerine’ ile ülkemizde sınırlı bir hayran kitlesi edinen yönetmenin daha önce çektikleri sinemalarımıza uğramadı maalesef. Yoksul Amerikalıların yaşam mücadelesini dile getirir Baker. 2000 yılında, kırsal Amerikan erkeklerinin tutum ve davranışları üzerine ‘cinéma verité’ (gerçeğin sineması) tarzında çektiği ilk uzun metrajı ‘Four Little Words / Dört Kısa Kelime’ adını taşır. Kendine has ‘yeni gerçekçilik’ esinli yarı dokümanter tarzını inşa ettiği denemelerinden 2004 yapımı ‘Take Out’, mafyaya olan borcunu ödemek üzere para bulmak üzere bir gün boyunca koşturan Çinli kaçak işçinin; 2008’de çektiği ‘Prince of Broadway’ varlığından haberi bile olmayan oğlu kucağına verilen sokak satıcısı siyahi Lucky’nin; 2012 yapımı ‘Starlet’ bir porno yıldızının öyküleri etrafında şekillenir. Avrupa’dan Ken Loach ustayı örnek alan, Dardenne kardeşlerin dünyasıyla gözle görülür bir akrabalığı olan Baker sineması ‘Tangerine’ ile daha geniş bir izleyici kitlesince fark edilmeye başlar. iPhone ile çekilen bu film, iki transseksüel seks işçinin kaotik Los Angeles sokaklarındaki zorlu bir günü ve gecesi üzerinedir.
Baker bağımsız sinemacıların en bağımsızı ünvanını kesinlikle hak ediyor. Yaklaşık 20 yıldır yazar dostlarıyla ortaklaşa filmlerinin senaryolarını oluşturuyor, çok düşük bütçelerle çekiyor, daha sonra kendisi kurguluyor. 35 mm çektiği ‘The Florida Project’ bugüne kadar en çok ses getiren denemesi. Bizde Türkçe isim konulmamış ancak özgün adının tam karşılığıyla ‘Florida Projesi’ olarak dilimize çevirdiğimiz yapımda, bu defa Amerika’nın güneyine, Florida’nın güneşli rengarenk iklimine yollanıyor Baker; Orlando’nun varoşlarında, Disneyland eğlence diyarının arka bahçesindeki motellerde yaşayan yoksul Amerikalıların dünyasına. Filmin özgün adı hem yönetmenin yeni projesini adlandırıyor, hem de Walt Disney’nin yok pahasına ele geçirdiği Florida bataklığında hayata geçirdiği Disney World projesinin kod adı olmasıyla çifte anlam kazanıyor.
Film boyunca bu rüya fabrikasının hemen arkasına konuşlanmış ucuz motellerin dünyasına dalıyoruz. Dış cephesine mor rengin hakim olduğu Magic Castle (Büyülü Şato) isimli, garsonluk, satıcılık ya da seks işçiliğiyle aylık kira parasını toparlamaya çalışan insanların ikamet ettiği motel odalarından birinde yaşıyor 7 yaşındaki Moonee ile 22 yaşındaki annesi Halley. İsmine aldanmayın, ucuz barların, dondurmacıların, sıradan hediyelik eşya dükkanlarının bulunduğu, Disney düş fabrikasına geçiş yolu üzerinde bir mekân burası. Genç yaşında çocuk sahibi olmuş Halley işsiz. Gününü kira borcunu ertelemeye çalışmakla ya da taklit parfümlerle turist kazıklamaya bakıyor. Çaresiz kaldığında odasına adam alıyor.
Ancak bu basit mahalle, çocuklar için sınırsız bir eğlence ve macera cenneti. Moonee ve arkadaşları sıcak yaz güneşi altında koştururken ya da türlü yaramazlıklarla ortalığı birbirine katarken son derece mutlular. Motel yöneticisi Bobby babacan bir figür. Hem binanın hem de bu unutulmuş ruhların gözeticisi konumunda. Çocuklar elektrik şalterini kapattığında ya da ortalığı karıştırdıklarında bile sevecen. Moteldeki günlük kaosu kontrol altında tutan, ebeveynleri olmadığı zaman onları gözeten, bölgeye yaklaşan yaşlı pedofilleri bertaraf eden yine o.
Türlü imkansızlıklara karşın çocukların eğlence dolu günlük maceralarının sahnesidir bu ucuz motel ve çevresi. Alabildiğine özgür çocukluklarını yaşamaktadır onlar. Moonee ile anne-kız yerine abla-kardeş olmuş Halley, onun evsiz kalmaması, karnını doyurması ve eğlenmesi için herşeyi yapmaya hazırdır. Ama bu koşullarda küçük kız her an bir risk altındadır. Bunun tedirginliğini film boyunca bizler de duyumsarız. Moonee ile yakın arkadaşı Scooty, Huckleberry Finn ile Tom Sawyer misali serüvenlerini yaşarken, sosyal güvenlik görevlileri bir gün kapıda bitecektir.
Baker kolaylıkla sert ve acıtıcı olabilecek bir hikâyeyi, yaşam sevinci ve umutsuzluğu çok başarılı bir biçimde dengeleyerek anlatmasını bilmiş. Duygu sömürüsü tuzağına asla düşmüyor. Karakterlerini yargılamıyor, onlara sevgiyle yaklaşıyor. Yaklaşan trajediye rağmen, genç anne ve küçük kızının yaşama pembe gözlüklerle bakışını sevgiyle resmediyor. Bu acımasız ve zor hayatı çocukların gözünden anlatıyor. Örneğin Moonee yıkanırken banyoya dalan adamın şeklini şemalini göstermiyor izleyiciye, kamera küçük kızın şaşkın ifadesine odaklanıyor.
Filmlerinde sürekli olarak ilk kez kamera halktan kişilere yer vermiş olan Baker, bu defa iki parlak keşifte bulunmuş. 7 yaşındaki enerji topu Brooklynn Prince ile instagram yıldızı Bria Vinaite deneyimli oyunculara taş çıkartan performanslar sergiliyor. Yönetmen ilk kez ünlü bir profesyonel ile çalışmış. Otel yöneticisi Bobby, usta aktör Willem Dafoe’nun kariyerinin en nadide parçalarından biri olarak hafızalara kazınacak. 80 başlarının popüler Kool & The Gang parçası ‘Celebration’ ile hayatı kutsayan film, doğru çevirisiyle ‘Okulu Kırmak’ anlamına gelen Truffaut’nun ünlü ilk başyapıtı ‘Les Quatre-Cent Coups’yu hatırlatan güzelim finaliyle kapanıyor. Adım adım Amerikan sinemasına alternatif bir anlatım inşa etmekte olan Sean Baker’ı keşfetmek ve Yeni Dünya’nın gizli evsizlerinin yaşamlarına tanık olmak isterseniz ‘Florida Projesi’ni kaçırmayın.
(22 Şubat 2018)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com