Sıradan bir kişisel çatışma nasıl bir milli meseleye dönüşür? Ortadoğu’da geçiyorsa hikâyeniz, bir küçük kıvılcımın koca bir yangına dönüşmesi anlık bir hadise. Lübnanlı sinemacı Ziad Doueiri’nin halen ülkemizde gösterimi süren, geçtiğimiz yıl Venedik’te övgüyle karşılanmış ve festivalden, başrollerden birini oynayan Kamel El Basha’ya layık görülen en iyi erkek oyuncu ödülü ile dönmüş filmi ‘Hakaret / L’Insulte’, farklı din ve etnik gruptan iki adamın basit bir tartışma yüzünden birbirine girmesiyle başlıyor.
Oto tamircisi Tony Hanna ile inşaat ustası Yasser Salameh, bir tamirat yüzünden kavgaya tutuşuyor. Sağcı Hristiyan partisi sempatizanı Hanna, sokağında çalışan işçilerin üzerine su akıtan balkon giderine izni olmadan müdahale eden Filistinli mülteci Salameh’in onardığı boruyu paramparça ediyor. Buna hiddetlenen inşaat ustası, ‘aşağılık herif’ lafını patlatıyor. Yasser’in patronu ortalık karışmasın, kuzeydeki yeni mülteci kampı işini kaybetmeyelim endişesiyle araya giriyor. Filistinli işçinin kendisinden özür dilemesinde ısrarlıdır Tony. Önce itiraz eden Yasser, daha sonra işi büyütmemek adına gönülsüz de olsa Tony’nin garajına gidiyor. Hristiyan milis teşkilatının kurucusu eski devlet başkanlarından Beşir Cemayel’in garajdan yankılanan Filistinliler aleyhine kışkırtıcı konuşmalarının etkisindeki öfkeli Tony’nin ağzından ‘Ariel Şaron topunuzun kökünüzü kazısaydı keşke’ sözleri dökülünce, kimliğini ve halkının geçmişini hedef alan sözler karşısında hiddetlenen Yasser’den yumruğu yiyor. Mesele mahkemeye düşünce bütün ülke ayağa kalkıyor. Tony’nin tanınmış avukatı, davayı kazanmanın prestiji uğruna geçmişin yaralarını didikliyor. Medya olaydan yararlanmaya bakıyor. Politikacılar işin içine giriyor. Sokakta çatışmalar başlıyor.
‘Hakaret’ çarpıcı bir tarih dersi. Lübnan’da siyasetten hukuk sistemine uzanırken, derin bir sosyal eleştiri getiriyor. Hristiyan halk ile azınlıktaki Filistinliler arasındaki kanlı iç savaşın sona ermesinin üzerinden otuz yıla yakın bir süre geçmesine rağmen, acılar tazeliğini koruyor, halklar birbirlerini düşman olarak görmeyi sürdürüyor. Bu açıdan Doueiri’nin hikâyesi ülkesinde yaşananların metaforuna, mahkeme salonu Lübnan toplumunun mikrokozmosuna dönüşüyor.
Anlaşmazlık öncesinde bile birbirlerine karşı ön yargılı ve kin besleyen bu iki adam kötü insanlar değiller oysa. Her ikisi de işçi sınıfına mensup (Yasser mühendislik eğitimi almasına rağmen mülteci olduğu için inşaat ustası olarak iş bulabilmiş), dürüst, onurlu, işini iyi yapan adamlar, iyi aile reisleri. Gel gör ki dinsel ayrılıklar ve yakın geçmişin acı anıları birlikte yaşamalarını engelliyor, savaş bitse de nefret dinmiyor.
Lübnanlı yönetmen, aynı topraklarda yaşayan iki halkın dertlerine adil bir biçimde yaklaşıyor. Her iki tarafın öfkesinin kaynaklarını açığa çıkarırken taraf tutmuyor. İki adamın kabaran erkeklik kibirlerini, eşlerinin sağduyulu yaklaşımıyla dengeliyor. Acılı tarihlerinin yükünü taşıyan iki yaralı ruhun geçmişin travmalarıyla yüzleşerek kendilerini iyileştirdiklerine tanık oluyoruz zorlu mahkeme süreci boyunca. Tony’nin arabası bozulan Yasser’in yardımına koşmadan edememesi, Yasser’in ettiği hakaret için içtenlikle özür dilemesi gibi çok insani anları içeriyor Doueri’nin filmi. Tony Hanna’ya hayat veren Adel Karam, komedi ve şov programlarıyla ülkesinin çok bilindik bir yüzü. Yasser Salameh’i yorumlayan Venedik’ten ödüllü Kamel El Basha ise Filistinli tanınmış oyun yazarı, yönetmen ve oyuncu. Soluk soluğa izlenen filmin ana aktörlerinden bir diğeri de Beyrut şehri. İstanbul’dan beter plansız kentleşmesi ve inşaat yığınıyla bu gayet iyi anlatılmış, soluk soluğa izlenen sosyal gerilim hikâyesine fon oluşturuyor Ortadoğu’nun bu güzel ve kaotik kenti.
(22 Ocak 2018)
Ferhan Baran