Yağmurlarda Yıkansam, 03 Mart’ta Vizyonda

Gülten Taranç’ın ses getiren ilk uzun metrajlı filmi Yağmurlarda Yıkansam, Taranç & Taranç Film dağıtımıyla 03 Mart’ta vizyona giriyor. Taranç’ın 53. Antalya Uluslararası Film Festivali ödül gecesinde yaptığı konuşmayla gündeme gelen kadına şiddet sorunu Yağmurlarda Yıkansam filmiyle tekrar hatırlatılıyor. Yapım ve dağıtım anlamında bağımsız olan film, kadın filmi olmasını 08 Mart haftasında vizyona girerek bir kez daha vurguluyor. Kadına olan şiddeti şiddet sahnelerine yer vermeden anlatan film, vizyona girmeden yurt içi ve yurt dışı festivallerde tam 53.070 kilometre yol yaptı. Film, farklı bir yol çizerek kendi bulduğu salonlarda 03 Mart’ta vizyona giriyor.

Sümela’nın Şifresi 3: Cünyor Temel

Adem Kılıç’ın yönettiği ve Çetin Altay, Salih Kalyon, Ayşegül Günay ile Eren Hacısalihoğlu’nun oynadığı Sümela’nın Şifresi 3: Cünyor Temel, 07 Nisan 2017’de UIP Filmcilik dağıtımıyla TAFF Pictures – Üçgen Yapımevi tarafından vizyona çıkarıldı.
Hayalperest bir Trabzonlu olan Cünyor Temel, Cemal Karkas’ın Hamsiland Towers inşaatına karşı çıkmaktadır. Çünkü bu inşaat, Trabzonsporlular için çok önemli olan tarihi bir semt sahasının üzerine kurulacaktır. Şehrin geri kalanı gibi sessiz kalmayı reddeden Cünyor Temel, arkadaşları Şato ve Oğuzubillah ile birlikte bu inşaatı durdurma ve tarihi önemdeki bu toprak sahayı kurtarmak için plan yaparlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Facebook
  • Fragman

Sümela’nın Şifresi 3: Cünyor Temel yazısına devam et

Film Bestecisi Semih Tareen’in Yeni Albümü Amerika’da

Amerika’da yaşayan ve film müzikleri yapan Türk besteci Semih Tareen’in yeni albümü piyasaya sürüldü. Amerikan yapımı Dead West isimli gerilim filminin müziklerini içeren albüm, Dead West (Original Soundtrack) ismi altında iTunes ve Spotify dahil bütün dijital müzik marketlerde dinleyicilerle buluşuyor. 2016 senesinde gösterime giren Dead West isimli film, yönetmen Jeff Ferrell’in imzasını taşıyor ve gerçek aşkı arayan bir seri katilin kadından kadına geçerken yaşadığı kanlı öyküsünü ve arkasında bıraktığı kurbanların dehşet verici hikâyelerini anlatıyor.

Film Bestecisi Semih Tareen’in Yeni Albümü Amerika’da yazısına devam et

İKSV Kültür Sanat Kart Sahipleri Belirlendi

İKSV Kültür Sanat Kart’ı almaya hak kazanan 1.000 üniversite öğrencisi 13 Şubat tarihinde yapılan Milli Piyango çekilişi sonucunda belirlendi. 81 ildeki 173 üniversiteden 64.711 öğrencinin başvurduğu İKSV Kültür Sanat Kart’ı almaya hak kazanan talihlilerin tam listesi binuniversiteliaraniyor.com adresinde duyuruldu. İKSV Kültür Sanat Kart sahipleri kartlarını 20 Şubat Salı gününden itibaren 07 Mart tarihine kadar hafta sonları da dahil olmak üzere 10:00 – 17:00 saatleri arasında, İKSV’den teslim alabilecekler. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın hediye edeceği İKSV Kültür Sanat Kart, İKSV’nin düzenlediği tüm etkinliklerde 2017 sonuna dek kullanılabilecek.

İKSV Kültür Sanat Kart Sahipleri Belirlendi yazısına devam et

Yönetmen Coşkun: Gerçekle Kurguyu Ayırt Edemiyoruz

Zeytinburnu Gençlik Merkezi’nde konuşan yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun, “Algımıza büyük bir saldırı var, artık neyin gerçek neyin kurgu olduğunu ayırt edemiyoruz.” dedi. Mehmet Usta yönetimindeki Gösteri Sanatları Akademisi, sinemanın ustalarını yolun başındakilerle buluşturmaya devam ediyor. Akademinin Şubat ayı konuğu Mahmut Fazıl Coşkun’la Uzak İhtimal filminin gösterimi ardından Sinan Sertel’in moderatörlüğünde bir de söyleşi gerçekleştirildi.

Yönetmen Coşkun: Gerçekle Kurguyu Ayırt Edemiyoruz yazısına devam et

Deniz Yavuz: Recep İvedik Bu Hafta Sonu 20 Milyonu Aşacak

Filmlerin gişe verilerini isabetli analiz etmesiyle tanınan sinema yazarı Deniz Yavuz, Recep İvedik 5′in vizyona girmesi vesilesiyle serinin önceki filmlerinin yaptığı hasılatları inceledi. İncelemeye göre Recep İvedik 5′in bu hafta sonu yapacağı hasılat eklendiğinde tüm İvedik filmlerini izleyen sinemasever sayısı 20 milyonu aşacak. Togan Gökbakar’ın yönettiği ve Şahan Gökbakar, Çağlar Salman ile Orkan Varan’ın oynadığı Recep İvedik 5′in konusu şöyle: Mahalle sakinlerinden İsmet vefat edince Recep İvedik dostunun son görevini yerine getirmek için yola çıkar. Genç sporculardan oluşan Milli Takım kafilesini yurt dışındaki bir organizasyonuna götürür.

Power Rangers

Dean Israelite’nin yönettiği ve Dacre Montgomery, Bill Hader, Naomi Scott ile Ludi Lin’in oynadığı Power Rangers, 24 Mart 2017’de The Moments Entertainment dağıtımıyla The Moments Entertainment tarafından vizyona çıkarıldı.
Beş sıradan genç, yaşadıkları küçük Angel Grove kasabasının ve tüm Dünya’nın bir uzaylı tehdit tarafından ortadan kaldırılma sınırında olduğunu öğrendiklerinde, olağanüstü değişime uğrarlar ve gezegeni kendilerinden başkasının kurtaramayacağını anlarlar. Ancak bunu yapmak için, gerçek hayattaki bütün sorunlarını çözmeleri gerekecek ve Power Rangers olarak bir araya geleceklerdir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb

Power Rangers yazısına devam et

Ali Erden Yazıyor: Bazen Boş Sayfa Birçok İhtimal Verir

Paterson, New Jersey’nin Paterson şehrinde belediye otobüsü şoförü. Doğduğu ve yaşadığı bu şehre tutkuyla bağlıydı Paterson. Bu şehrin şairi “Pulitzer Şiir Ödülü”nü 1963’te kazanmış William Carlos Williams’a da tutkuluydu. Kendisi de şair. Pediyatrist de olan New Jerseyli Williams (1883-1963), imgelemci bir şairdi. Williams’ın “Kırmızı El Arabası” şiiri şöyleydi: “yağmur suyuyla / parlamış / kırmızı / el arabasının / ne çok şey … Devamı… »

Patron Bebek

Tom McGrath’ın yönettiği ve Alec Baldwin, Steve Buscemi, Lisa Kudrow ile Jimmy Kimmel’in seslendirdiği animasyon film Patron Bebek (The Boss Baby), 31 Mart 2017’de The Moments Entertainment dağıtımıyla The Moments Entertainment tarafından vizyona çıkarıldı.
Küçük kardeşinin doğduğu günden beri, yedi yaşındaki Tim, bu hızlı konuşan bebeğin bir belâ olduğunu biliyordur. Tim, ailesinin sevgisini geri kazanmaya çalışırken giriştiği görevde dünyadaki sevginin dengesini bozabilecek bir planın içinde olduğunu fark eder ve tüm bunların merkezinde sırnaşık kardeşinin olduğunu anlar. Şimdi bir araya gelmeli, ailelerini kurtarmalıdırlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Jim Jarmusch ve Şiir

Amerikan Bağımsız Sineması’nın gerçek anlamda bağımsız kalmayı bilmiş ve sinemasından ödün vermemiş büyük ustası Jim Jarmusch’un şiir ile ilişkisi çok eskilere dayanıyor. Columbia Üniversitesi’ne şair olmak niyetiyle girdiğini biliyoruz. Sinemacı olarak imza attığı kimi yapıtlarında ünlü şairlere atıfları gözden kaçmaz. 1995 yapımı ‘Dead Man (Ölü Adam)’ın ana karakteri klasik İngiliz şiirinin büyük ustası William Blake’in adını taşır. 1986 yapımı ‘Down By Law (İçerdekiler)’in ana sahnelerinden birinde Amerikan şiirinin anıt isimlerinden Robert Frost’un ‘The Road Not Taken’ şiirinin son kıt’ası İtalyanca olarak dökülür Roberto Benigni’nin ağzından.

New York Okulu şairlerinin ve aynı ekolün mensuplarından William Carlos Williams’un hayranıdır Jarmusch. Williams’ın yetiştiği Paterson kenti hakkında bir film çekme isteğinin geçmişi ise bölgeyi ziyaret ettiği 20 küsur yıl öncesine dayanıyor. Sinemacının şehirleri birer karakter olarak kullandığı ilk dönem filmlerini şöyle bir hatırlarsak, ‘Down By Law’da New Orleans’ın, 1989’dan kalma ‘Mystery Train (Gizem Treni)’nde Memphis’in ön plana çıktığını hatırlarız. Sinemacının ilk kez geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nde gösterilen, 2016 yılı kişisel seçkimde üçüncü sırada yer almış son çalışması ‘Paterson’, hem New Jersey eyaletine bağlı yerleşim bölgesinin, hem de Williams’ın kent üzerine kaleme aldığı beş cilt halinde yayımlanmış destansı şiirin adını taşımakla kalmıyor, filmin ana karakterinin ismi de Paterson.

Haftanın her gününün ayrı bir dörtlüğü oluşturduğu bir şiir olarak tasarlamış son filmini Jarmusch. Paterson her sabah 6’yı geçerekten kalkıyor, süt ve gevrekten oluşan kahvaltısını yapıyor, elinde sefertası şoför olarak çalıştığı otobüs garajının yolunu tutuyor. İç cebinde taşıdığı defterine karalamaya başlıyor sefere çıkmadan önce. Öğle arasında kentin ünlü şelalesine bakan tepede yemeğini yerken yazmayı sürdürüyor. Akşam evine, büyük bir aşkla bağlı olduğu karısının yanına dönüyor. Her akşam köpeği Marvin’i dışarı çıkarıyor. Kasabanın barında birasını yudumlarken satranç ustası, caz düşkünü siyah bar sahibi ile çene çalıyor. Her biri 15’er dakika kadar süren yedi bölümde Paterson’ın pek fazla değişmeyen gündelik hayatını aktarıyor Jarmusch. Rutin’in özgürleştirici ve yaratıcılığı teşvik edici etkisi üzerine kuruyor filmini. Otobüs şoförü Paterson’ın ‘suyun üzerine yazılmış sözcükler’ olarak niteledikleri sıradan hayatın benzersiz şiirine dönüşüyor.

Filmi aylar önce ilk kez izlediğimde, “cep telefonlarınızı, bilumum elektronik bağımlılıklarınızı bir kenara bırakın, huzur ve mutluluğun rehberi ‘Paterson’ başka şeylerden söz ediyor bizlere” diye yazmıştım. Geçtiğimiz günlerde ikinci izleyişte, her zaman genç ve bağımsız usta Jarmusch’un yüreğimize dokunan filmiyle bir kez daha sarsıldım. New York Okulu’nun izinden gitmiş Ron Padgett’in filmde kullanılan şiirlerinden, Adam Driver’ın ödül sezonunda haksızca gözardı edilmiş muhteşem performansından bir kez daha etkilendim. Otobüs şoförünün 10 yaşlarındaki küçük kızla şiir sohbetini, Paterson şelalesi fonunda farklı ırktan iki şairin paylaşımlarını aşkın duygularla izledim bir kez daha. Williams’ın ünlü epik şiirindeki metaforda olduğu gibi kent ile şairin birbirinin yerine geçtiği, gündelik hayatın şiirsel rutini üzerine benzersiz bir meditasyon, şiir sanatı üzerine yazılmış benzersiz bir aşk mektubu ‘Paterson’. Son dönemin kaçırılmaması gereken en iyi filmlerinden biri.

(26 Şubat 2017)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Aşk Uykusu’nun Teaser Afişi Görücüye Çıktı

Gazeteci yazar Mehmet Coşkundeniz’in gerçek bir hikâyeden yola çıkarak yazdığı romanından aynı adla beyazperdeye uyarlanan Aşk Uykusu’nun teaser afişi görücüye çıktı. Nisan Akman’ın yönettiği filmin başrollerini Gökçe Bahadır, Alican Yücesoy ve Hande Subaşı paylaşıyor. Film, tutkulu bir aşk hikâyesini ve aşk için nelerin göze alınabileceğini çarpıcı gerçek bir hikâye üzerinden anlatıyor. “Sen benim tek sığınağımsın” dediği eşinin kendisine yaşattıkları karşısında, filmi izleyenlere “Ben olsam ne yapardım?” sorusunu sordurtacak kadar başarılı bir performans sergileyen Gökçe Bahadır, Yonca karakteri ile izleyicilerin hafızasına kazınacak.

İsmet Uluer’i Kaybettik

Sinema, tiyatro ve dizi oyuncusu İsmet Uluer, bir süredir tedavi görmekte olduğu hastahanede 17 Şubat 2017 Cuma günü hayatını kaybetti. Karım ve Annem, Tek Türkiye, Akasya Durağı, Şefkat Tepe adlı TV dizilerinde rol alan Uluer, 2010 yılında Bilinmeyen Yaşın Yorgunu adlı sinema filminde Ramazan karakteriyle beyazperdeye de geldi. 72 yaşında aramızdan ayrılan sanatçının cenazesi, vasiyeti üzerine İstanbul’daki evinden alınarak memleketi Elbistan’a götürüldü ve 18 Şubat Cumartesi günü Elbistan Hocazade Camii’inde kılınan ikindi namazını müteakip Hocazade Mezarlığı’nda toprağa verildi. Merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

Yalan Labirenti, Alman Kültür Merkezi’nde Gösteriliyor

Goethe-Institut Istanbul‘da Çarşamba Filmleri çerçevesinde Giulio Ricciarelli’nin yönettiği Yalan Labirenti (Im Labyrinth des Schweigens) adlı film 22 Şubat Çarşamba günü 19:00’da gösteriliyor. Film, 2. Dünya Savaşı ardından Frankfurt’ta gerçekleşen, gün ışığına çıkmamış Auschwitz davalarını konu alıyor. Alexander Fehling ile Andre Szymanski’nin oynadığı filmin dönya prömiyeri 2014 Toronto Film Festivali’nde yapılmıştı.

Yirmi Yıl Sonra Şehirde Olanlar

İngiliz yönetmen Danny Boyle’un ilk “Trainspotting”ten yirmi yıl sonra devam “T2 Trainspotting” filmiyle geride bıraktığı gençlerin şimdiki hallerini kara mizah bir anlatımla perdeye yansıtıyor. Bu film, !f İstanbul’da gösterildi.

Film, tırnak içindeki “Rent Boy”u atmış ve şimdi 46 yaşında olan Mark Renton’un Amsterdam’da sağlıklı yaşam için fitnes salonunda çocukluk anları gözünün önünden geçerken yere yığılıyor birden. Şimdi o eski yere, Edinburgh’a geri dönüyor. Annesi ölmüş. Babası koca evde yapayalnız. Annesi kendi odasını hep dönecekmiş gibi hazır tutmuş. Mark, Amsterdam’da evliymiş bu yıllar boyunca.

Öte tarafta “Spud” Murphy, yıllar içinde evlenmiş, çocuğu olmuş. Ama bir türlü eroin müptelalığından kurtulamamış. Kendisi için çözüm yolu buluyor: İntihar… Spud, yazarlık taraflarını da keşfediyor ve ilk filmdeki hatıralarını kelimelere de dökmeye başlıyor sonra.

Dövmeli Simon “Sick Boy” Williamson, teyzesinden kendisine kalmış köhne Port Sunshine (Günışığı Limanı) “pub”ta çile dolduruyor. Sevişmediği Bulgar sevgilisi Veronika Kovach’la cüzdanı şişkin adamları tuzağa düşürüp onlara şantaj yapıp duruyorlar. Simon, göçmen sevgilisine sauna açmak istiyor, ama bu o kadar kolay mıydı? Her şeyin mafyası vardı bu dünyada. Simon, barda kenevir de yetiştiriyor. Sistemini kurmuş.

Bu üçünden daha yaşlı olanı Francis “Franco” Begbie hapiste. 16 bin sterline satılan uyuşturucunun cezasını 25 yıl hapis ceza yiyerek çekiyor. Yirmi yılı tamamlamış. Ama son beş yıl için şartlı tahliyesi reddediliyor. O da kendince yöntem bulup soluğu dışarıda alıyor. Kendi hapisteyken bebek olan oğlu Begbie Jr. şimdi üniversiteye gidiyor. Böyle bir babanın oğlu otelcilik okur muydu hiç? Oğluna hırsızlığın inceliklerini öğretmek isterken, yılların boşluğu cinsel hayatına da darbe vurmuş Franco’nun.

Eski heyecanlara…

Spud’un intihardan kurtaran Mark’ın yolu Simon’a düşüyor. Simon’a payını verse de Simon bununla yetinebilir miydi? Amsterdam’a gidemeyen Mark, eski heyecanların içine düşüyor. Uyuşturucu müptelalığından kurtulmuş Mark’ı bu heyecanlı zamanlarda ne bekleyecekti? Bir de başında Franco belası varken. Mark, Bulgar güzeli Veronika’nın da güzelliğini fark ediyor bu karmaşa ortasında üstelik.

Çarpıcı görsellik…

Filmin görselliği sinema adına estetik anlamda heyecan veriyor insana. Bu çarpıcı estetiği, sinema sanatının en başından yarattığı kuramsal ve uygulayımsal olarak ortaya koyduklarına saygı sunuşu olarak değerlendirilebilir. Yönetmen Danny Boyle, bununla beraber sanat estetiğinin yarattığı akımlara da bu saygısını gönderiyor. Öte taraftan bu filme postmodern durumun eklektik ruhu olarak değerlendirilebilir. Her şeyin aynı yapıtın içinde olmasının zihinsel kaos ve anlamsızlık yaratarak anlamsızlığa övgü olarak değerlendirenler de olabilir. Boyle’un ilkini düşünerek filminin ruhunu oluşturduğunu düşünüyoruz.

Doyle’un bu filmi de, tıpkı Jim Jarmusch’un 2016 yapımı “Paterson” filmindeki gibi estetik ruhun ortasına dalıyor. Bu iki filmde de iki büyük yönetmene, Amerikalı Griffith’le Rus Pudovkin’e saygı sunuşu vardı. “Kesme”li kurguyla betimlemeli anlatıma yaklaşıyorlar. David Wark Griffith’in (1875-1948), siyah-beyaz ve sessiz 1916 yapımı “Intolerance-Hoşgörüsüzlük” filminde koşut ve çapraz kurguları kullanan usta, “kesme”lerle misksiz yani geçişsiz kurgu yapmıştı. Vsevolod İllarinoviç Pudovkin’in (1893-1953), siyah-beyaz ve sessiz 1926 yapımı “Mat-Ana” filminde de “kesme”li kurguyla betimlemeli anlatıma ulaşılıyordu. Doyle’un bu filminde “hızlı kesme”ler sıkça görülüyor. Betimlemeli anlatımın yanında gerçeküstücü anlar da filmde fark ediliyor. Eroinin hazırlanışı veya finalde Mark’ın odasındaki anlar hemen akla geliyor. Doyle, kurgusal karşı-kahramanlarına geçmiş de yazmış. Çocukluklarından anlar yansırken, ilk filmden anlar da yansıyor filmde. Elbette görüntülerin donuklaşıp fotoğraflara dönüşmesi de nostaljiyi, yaşanmışlığı hissettiriyor.

1956’da Manchester’da doğan İngiliz yönetmen Boyle, filmlerinin birçoğu ülkemize uğradı. 2008 yapımı “Slumdog Millionaire-Milyoner” filmi tam sekiz Oscar kazanarak büyük bir sürpriz yapmıştı. Bu Oscar sağanağından kendisine de “En İyi Yönetmen” ödülü düşmüştü. Yönetmenin 1994 yapımı “Shallow Grave-Mezarını Derin Kaz” mutlaka görülmeli.

1957’de Edinburgh’ta doğan İskoç yazar Irvine Welsh, “Trainspotting” romanının devamı “Porno”yu 2002’de yayınladı. İlk roman 1993’te yayınlanmıştı. İlk film “Trainspotting”i de çeken yönetmen Boyle, işte bu “Porno” romanını uyarlamış devam filminde. 2017 yapımı “T2 Trainspotting”, yirmi yıl yaşlanmış uyuşturucu müptelası bu insanların şimdiki hayatlarına bakıyor. Yirmi yılda çok şey olmuş. Yazar Welsh, romanına neden “Porno” adını takmıştı? Simon ve Veronika’nın insanları seks tuzağına düşürdüğü şantajlarını mı çağrıştırıyordu? Yoksa filmin geneli için miydi? Franco’nun bulunduğu her yere taşıdığı şiddeti de duyuruyor muydu? Ama iktidarsız olan da oydu. Welsh’te, “vibratörlü kadınlar” bir takıntı olduğunu da belirtmeli. Spud’un içinden dışarıya savurdukları da. İlkinde dışkı, ikincisinde kusmuktu. Spud, bu iki filmin de en özel karakterlerinden biri. Evet Welsh, eserlerine “Sanat rahatsız eder” diyor hep. Bu film, bu yılki “!f İstanbul”da gösterildi ve son armağanıydı.

T2 Trainspotting
Yönetmen: Danny Doyle
Eser: Irvine Welsh
Senaryo: John Hodge
Görüntü: Anthony Dod Mantle
Oyuncular: Ewan McGregor (Mark), Ewen Bremner (Spud), Robert Carlyle (Franco), Jonny Lee Miller (Simon), Steven Robertson (Stoddart), Shirley Henderson (Gail), Gordon Kennedy (Tulloch), Anjela Nedyalkova (Veronika), Pauline Lynch (Lizzy), James Cosmo (Mark’ın Babası)
Yapım: TriStar-Film4 (2017)

(25 Şubat 2017)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com

If İstanbul’da Bugün: 18 Şubat 2016 Cumartesi

If İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde bugün Oscar’lı yönetmen Ang Lee’nin sinema tarihinde ilk kez uygulanan ultra-yüksek kare hızıyla çektiği son filmi Billy Lynn’in En Uzun Yürüyüşü (Billy Lynn’s Long Halftime Walk), 21:30’da Cinemaximum Nişantaşı City’s Sineması’nda gösteriliyor. Japon sinemasının cesur yönetmenlerinden Sion Sono’nun son garipliği Anti-Porno, 23:59’da yine Cinemaximum Nişantaşı City’s Sineması‘nda.

If İstanbul’da Bugün: 18 Şubat 2016 Cumartesi yazısına devam et