23. Adana Film Festivali’nin Ardından…

Bu Kalp Seni Unutur mu?

Bu yıl Adana, Tarık Akan demekti. Kimsenin beklemediği bu ani ölüm, başta sinemaseverler olmak üzere sanatçı dostlarını da derinden etkilemişti. Kolay mı hem anneannemin hem annemin hem de benim yani üç neslin sevgilisi olmak… İlerleyen yıllarda kariyerinde bir yol ayrımına giderek, toplumsal filmlerde bambaşka bir figür olarak karşımıza çıkan bu büyük aktör birçok yönüyle bu ülke insanını kendisine aşık etti. Onu kalbimizin, Yeşilçam’ın ve Türk Sineması’nın baş köşesine koyduk.

Festival boyunca her filmden önce Tarık Akan’a saygı duruşu niteliğindeki küçük filmi izledik. Hızla hazırlanmasının getirdiği hatalar ve eksikler olsa da, önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü aktörün ölümü ile birlikte pek çok kötü niyetli insanın arkasından çok çirkin ithamlarına şahit olduk. Onlar hiç Hababam Sınıfı izlememiş, hiç kahkaha atmamış, hiç gözyaşı dökmemiş gibi taş kalplilerdi. Dolayısıyla bu küçük film, aldığı alkışlardan da gördüğümüz üzere onun halkın gözündeki yerini bir kez daha sağlamlaştırmış oldu.

Belediye Başkanı’ndan Sanata Özgürlük Çağrısı

Ödül töreninde, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü’nün hiçbir siyasi konuşmaya girmeden tamamen sanatın ve sanatçının yanında duran samimi konuşmasını çok yerindeydi. Her ne pahasına olursa olsun festivallerin devam etmesi, sanata ve sanatçıya baskı ve sansür uygulanmaması gerektiğinin altını çizen Sözlü’nün konuşması hangi siyasi görüşten olursa olsun herkesin takdirini ve alkışını aldı.

Festivalin Yıldızı 3 Film…

Ödüllere gelecek olursak, festivalin “Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması” bölümüne damgasını vuran ve herkesin hem fikir olduğu üç film vardı; “Koca Dünya”, “Babamın Kanatları” ve “Albüm”… Kendime adıma sonuçların çok hakkaniyetli olduğunu düşünüyor ve başta jüri başkanı Tayfun Pirselimoğlu olmak üzere tüm jüri üyelerini objektifliklerinden dolayı tebrik ediyorum.

En İyi Kadın Oyuncu Ödülünde Sürpriz

Beni şaşırtan tek ödül, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nün –film başka hiçbir ödül almamasına rağmen- “Rüya” filmiyle Gizem Erdem’e verilmesi oldu. Ödülün “Albüm” filmindeki nefis performansıyla Şebnem Bozoklu’ya verilmesi gerekirdi ve rakibi de yoktu diye düşünüyorum. Ayrıca Albüm’ün –çoğu kişiyi şaşırtsa da bence çok yerinde ve cesur bir karar- En İyi Senaryo (sinemamızda uzun zamandır görmediğimiz kadar incelikli ve zekice yazılmış bir senaryo) ve En İyi Yönetmen (filmi izleyince ilk filmini çeken bir yönetmen olduğuna inanmakta güçlük çekiyorsunuz) olduğuna inanıyorum. En İyi Sanat Yönetimi de dahil olmak üzere “Albüm”, 3 önemli ödül ile törenden ayrıldı.

Israrla Konuşmaya Zorlanan Yönetmen

Ayrıca törende zorla konuşmaya zorlanan Mehmet Can Mertoğlu’na biraz haksızlık edildiğini düşünüyorum. Sonuçta henüz çok genç bir yönetmen ve yalnızca teşekkür etmekle yetinmek istemiş olabilir. Bunu yapan pek çok tecrübeli yönetmen var. Bu ısrar karşısında verdiği tepki ile seyirci tarafından yanlış anlaşıldığı yönünde fikrim. Bu yıl bizi Cannes’da büyük bir başarıyla temsil eden tek uzun metrajlı filmimiz Albüm, 07 – 16 Ekim tarihlerinde gerçekleşecek Filmekimi programında da yer alıyor. 04 Kasım’da da vizyona girecek. Bu çok incelikli, gözlemi, mizahı ve performansları çok yüksek filme gördüğünüz yerde sarılmanızı tavsiye ediyorum.

Yılmaz Güney Ödülüne Yakışan Film

Ulusal yarışmanın üçüncü ve son gözde filmi, festivalin en çok ödül alan filmi olma başarısını da gösteren -toplamda 7 ödül sahibi oldu- Babamın Kanatları’ydı. Filmin kazandığı tüm ödülleri hak ettiğini düşünüyorum. Henüz vizyon tarihi belli olmayan bu güçlü film de umarım hak ettiği seyirciye ulaşır.

Yüksel Aksu “İzleyici Ödülü”nü Kaptırmadı

Festivalde İzleyici Ödülü’nü kazanan İftarlık Gazoz filminin yönetmeni Yüksel Aksu ve En İyi Film Ödülü’nü kazanan Reha Erdem birbirlerine yaptığı tatlı gönderme çok hoştu bana kalırsa. İki yönetmen de kendi kulvarlarında çok iyi işlere imza atıyorlar ve her ikisi de günün birinde birbirlerinin ödüllerini kazanmayı arzu ediyorlar. Bence nefis bir motivasyon… Yüksel Aksu seyircinin nabzını çok iyi yakalayabilen bir yönetmen. Filmlerinde ne ağır aksak sözde “sanat” filmi etkisi ne de ucuz gişe filmi kalitesizliği var. Kendi sinema dili ve estetiğini oturtmuş önemli bir yönetmen. Adana seyircisinden gelen bu ödülün çok anlamlı olduğunu düşünüyorum.

Pirince Giderken Evdeki Bulgurdan Olmak

Kendi adıma büyük bir şanssızlık yaşadığım için festivalden En İyi Film başta olmak üzere toplamda 3 ödül kazanan (Film-Yön En İyi Yönetmen & Umut Veren En İyi Oyuncu) Koca Dünya filmini izleyemedim. Çünkü o sırada geçtiğimiz hafta Londra’da galasını yapan ve şu sıralarda biyografisini okuduğum Beatles belgeselini izlemeyi tercih etmiştim. Film teknik bir aksaklıktan dolayı gösterilemedi, öncesinde herhangi bir bilgi de verilmediği için iki filmi birden izleyememiş oldum. Hafta boyunca yaşadığım tek ve bana en pahalıya mal olan sorun bu oldu. Sağlık olsun, artık The Beatles: Eight Days A Week – The Touring Years adlı belgeseli Filmekimi’nde, Koca Dünya’yı da başka bir festivalde ya da vizyonda görürüm. Her iki filmi de bir an önce izlemek için yanıp tutuşuyorum.

Çok Dar Elbise

Ulusal yarışmadaki filmler bu yıl beklentinin altında kaldı. Festivale damgasını vuran üç filmden başka bir filmden konuşamıyoruz bile. Ancak bunlardan bir tanesi yalnızca kötü değil kötü niyetli olunca bir anda dikkatleri üzerine çekti. Ulusal yarışmanın en büyük hayal kırıklığı, Hiner Saleem imzalı Dar Elbise adlı filmden söz ediyorum. Gösterim sonrası seyircinin de tepkisini alan film her şeyden önce bir sinema filmi olmanın birçok unsurundan uzak. Bir filmin toplumsal bir meseleyi ele alıyor olması o filmi koşulsuz şartsız alkışlamamız gerektiğini göstermez. Kaş yaparken göz çıkarmak deyiminin adeta vücut bulmuş hali olan film, sözüm ona kadınların toplumda yaşadığı baskıyı anlatıyor. Yönetmen Tahran’da yaşanan gerçek bir olaydan esinlenmiş, filmi Ortadoğu’da çekemediği için gelip İstanbul’un göbeğinde çekmiş. Kadın cinayetleri meselesi ülkemizin en büyük sorularından bir tanesi kaldı ki bu dünyadaki en medeni ülkelerinin de sorunu. Bunu kimse inkar etmiyor, edemez. Ancak siz açık açık bir ülkeyi, şehri, insanları adeta hedef göstererek böyle sevimsiz bir dille itham ederseniz tepki geldiğinde de ben sosyolog değilim deyip işin içinden çıkamazsınız. Bu filmin ülkemize ve insanlarımıza büyük bir hakaret olduğunu düşünüyorum. Ancak izlenmesine ya da yarışmasına kesinlikle karşı değilim. Zaten aklı başında her izleyici filmi izleyince ne yapılmaya çalışıldığını çok net bir şekilde görecek. Filmde rol alan oyuncular için de büyük talihsizlik. Filmin yapımcısı da olan Tuba Büyüküstün’ün nasıl böyle bir filmin parçası olduğunu aklım almıyor.

Rüzgar Gibi Geçti

Adana’nın gerçek bir sinema buluşmasına ev sahipliğini yaptığını söyleyebilirim. Film yapımcıları, yönetmenler, oyuncular, gazeteciler, sinema yazarları ve diğer tüm meslek profesyonellerinin buluşup konuştuğu harika bir ortam vardı. Filmden filme, sohbetten sohbete koşarken zamanın nasıl geçtiğini anlamadık bile. Bu buluşma, ülke genelinde yaşanan ağır gündeme bir nefes, güçlü bir moral oldu. Festivalde gösterilen
filmlerin ücretsiz olması sebebiyle de gala gösterimlerine inanılmaz yoğun bir katılım olduğunun altını çizmek gerekir. Tabii bunda film ekiplerinin de katılmasının büyük etkisi var. Yabancı filmlerin gösterimlerinde ne yazık ki bu yoğunluk yoktu. Ancak çok iyi bir seçki vardı. Bu filmlerin büyük bir çoğunluğunun Filmekimi programında yer aldığını da tekrar etmekte fayda var. Tarık Akan ve Mahmut Hekimoğlu kayıplarıyla sarsıldığımız haftanın akabinde gerçekleşen 23. Uluslararası Adana Film Festivali hafta boyunca ustalarına saygıda kusur etmezken bu hüzünlü havaya rağmen enerjisi ve renkleri bol bir haftaya imza attı. Emeği geçen herkese teşekkürler.

(28 Eylül 2016)

Gizem Ertürk