Atilla Dorsay’ın Objektifinden Yeşilçam’dan 100 Portre

“Işık artı zaman eşittir sinema” tanımı, birçoğu gibi benim için de belirleyicidir. Çünkü yaşam da zaten ışık artı zaman değil midir, bir bakıma. Atilla Dorsay, “Efsaneler ve Renkler” sergisi ve “Yeşilçam’dan 100 Portre” kitabıyla benim bu yaklaşımıma destek oluyor.

Sözlü tarihin görsel yansıması…

Hepimiz biliriz ki, resmi tarih hep bir şeyleri gizler, bir şeyleri abartır veya yüceltir. Dolayısıyla da bazı ‘gerçek’leri bilebilmeniz olanaksızdır neredeyse. Çok yıllar sonra araştırmacılardan okumanız gerekecektir, tabii, sizin ilginiz dağılmamışsa…

Atilla Dorsay, 1970’li yıllardan beri tanıdığı, biraraya geldiği, bir şekilde fırsat bulup fotoğrafladığı -kendisi, resimlediğim diyorsa da- ulusal ünlülerden seçilmiş 100 portreyi biraraya getirmiş. Bir anlamda kişisel sinema tarihinin bir kısmını çıkarmış. “Yeşilçam’dan 100 Portre” kitabı, aynı zamanda Karaköy’deki Saint Benoit Lisesi’nde 22 Ekim – 30 Kasım tarihleri arasında “Efsaneler ve Renkler” adıyla da sergileniyor. Onca yıl içinde birikmiş yüzlerce fotoğraf arasından bir adet seçmek gerçekten güç iş. “Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu / İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük” diyor ya Cemal Süreya, şiirce… Atilla Dorsay da besbelli hangisini seçsem kaygısıyla günler geçirmiş.

Kötü makine…

İlk fotoğraf makinesinin pek de iyi olmadığını, teknolojik gelişmeyle doğru orantılı olarak çok daha iyi fotoğraflar çektiğini anlatan Dorsay, “Gerçi resimlerle oynamayı, kadrajları değiştirmeyi, fotoşop yapmayı hiç sevmedim ve istemedim” diyor; ancak yine de “…bir fotoğraf -özellikle benim ilgilendiğim portreler- belli mekânlarda, belli koşullarda, belli bir ışık altında yakalanmış insan yüzleridir ve yapılacak olan, o koşullarda en iyisini çekmektir: ışıklarla, mesafeyle, objektiflerle sonsuza dek oynamadan, kadrajınızı artık içgüdüyle bularak, yüzün anlamlarını o kısa saniyeler-saliseler içinde olabildiğince yakalamaya çalışarak…” (sunuş yazısı) koşullar ne olursa olsun gösterdiği özeni vurgulamaktan da geri durmuyor.

Küçük bir not eklemek istiyorum, sinemanın özellikle de Yeşilçam’ın en üstün özelliklerinden biridir görüşlere değer vermek. Sergilenen karelerle kitapta yer alanlar arasında teknik oynama farkı var. Atilla Dorsay, sergi açılış konuşmasında da sözünü etti: Fotoğrafları basan arkadaşların küçücük “hile”lerine göz yummuş. Böylelikle hem o (genç) arkadaşlar kırılmamış hem de fotoğrafların farklılıkları ortaya çıkmış stüdyo çekimlerinden.

İyi anlatım…

Hemen hepimizin çok yakından -rolleri gereği- tanıdığımız ama içyüzlerini bilmediğimiz ünlüleri temiz ve saf halleriyle Atilla Dorsay’ın gözünden görüyoruz, gerek sergide gerekse kitapta.

Birçoğu belki de -özellikle oyuncular- beğenmeyebilir bu fotoğrafları ama apaçık bir şekilde hem o anki duygularını hem de iç dünyalarını yansıtıyor, istisnasız tümü. Atilla Dorsay, sinema yazıları kadar başarılı fotoğraf çekiminde de…

Yine de ben, kitapta her portre ile ilgili yazdığı küçücük notlarla o fotoğrafların daha bir anlamlandığı düşüncesindeyim. Kaçınmadan, gizlemeden ama magazinleştirmekten özenle kaçınarak aralarında yaşananlara da değindiği o notlar, sinemamızın ünlülerinin yalın halleridir aynı zamanda.

Lütfi Akad’dan Vedat Türkali’ye Safa Önal’dan Feyzi Tuna’ya yönetmen ve senaristlerden tutun Türkan Şoray’dan -ki en büyük aşkıdır Atilla Dorsay’ın, kim ne derse desin- Fatma Girik’e, Çolpan İlhan’dan Gülsen Tuncer’e oyuncular yer alıyor sergide ve kitapta. Tabii, genç kuşak da var. Derviş Zaim, Mahsun Kırmızıgül, Zeki Demirkubuz, Reha Erdem ve diğerleri…

Adlarını sayamadım ama aralarında yaşanan belki küçük ama unutulması imkansız çekişmelerle yer alan yönetmenler ile oyuncular bu “ansiklopedik olmayan” kişisel bir bakış sergileyen deneme tadındaki notlarla biz izleyicilerin gönlünde yerlerini sağlamlaştırıyorlar.

Objektifine ve kalemine teşekkürlerle Sevgili Dorsay…

(25 Ekim 2015)

Korkut Akın