Hayat Öpücüğü

Luis Bunuel, “Bir filmde bir şey iki kez gösteriliyorsa, bu farklı bir anlam taşır” diyor. Şenol Sönmez, Ali Sunal’ın projesinden yola çıkan Saygın Delibaş ve Fethi Kantarcı’nın senaryosundan çektiği -aslında pırıl pırıl, insanın içini açan- Hayat Öpücüğü’nde bu sözün gerekliliklerini yerine getirmiş.

Tam seyirlik bir film Hayat Öpücüğü. İçine alan, çağıran, dozunda güldüren, dozunda duygulandıran, sıcak, sımsıcak bir film. Hemen baştan belirtelim, seyirci keyif alacaktır, bilet parasını hak eden bu filmden.

Hastalık hastası Metin, başta kendisi olmak üzere her şeyden çekinen korkan biridir. Yaşamayı seven ama geleceği olmayan Hayat ile karşılaşınca her şey değişir. Güzel, cıvıl cıvıl bir kız olan Hayat, Metin’in hayallerini gerçekleştirmesinin de kaynağı olacaktır.

Metin karakterinde gördüğümüz -projenin de sahibi- Ali Sunal, çok, çoktan da çok Kemal Sunal olmuş. Fiziken benzemese bile konuşmasındaki vurgular, ellerini kullanması, özellikle koşarkenki tavırları ile yer yer gülmesi hep Kemal Sunal’ı çağrıştırdı. Kişisel bir çağrışım mı acaba diye sordum, hayır, birçok arkadaş aynı izlenimi edinmiş. Peki, bu, başarısını engelliyor mu Ali Sunal’ın? Hayır, kesinlikle… Aksine çok iyi bir performans gösteriyor genç oyuncu.

Hatice Şendil ise ilk film çalışmasında başarılı gözüktü bana. Kuşkusuz daha pişecek, daha iyi taşıyacak rolünü. Dizilerin o anlamsız, o gereksiz, o yanlış yaklaşımından sıyrılması için biraz zamana ihtiyacı var ve seyirci o hoşgörüyü gösterecektir.

Yerli dizi yersiz uzun

Yönetmen, Şenol Sönmez, televizyon dizilerinden gelen bilgi birikimi ve deneyimiyle iyi bir iş çıkarmış; temiz ve anlaşılır. Tabii, televizyon dizisi yönetmeni olduğu için -gençliğini de göz ardı etmemek gerekir- fazla inisiyatif geliştirememiş olsa gerek ki filmi istediği yerde bitirememiş. Yani, ben olsam bitirirdim demek istiyorum. Televizyon dizilerinde yönetmen en sonra geldiğinden “olmasa da olur” kabilinden görülür, yani sinemanın ilk zamanlarındaki gibi sadece düzenleyicidir. Sinemada ise, öğrencilerime rahatlıkla söyleyebiliyordum: “Sinemada, yönetmen Allah’tır (belgeseldeyse Allah yönetmendir). O ne derse o olur.” Televizyonlar sanat ile zanaatı karıştırdığı için çok da söylenebilecek bir şey yok.

Bu arada aynı şeyi senaryo yazarlarına da söyleyebiliriz. Film üç kez (hadi, abartmış olayım… iki kez bitti) noktalandı. Şöyle bir dönüp baktığımızda filmin ritmi aksamıyor, olaylar da dozunda, süresi normal sanki… Demek ki birkaç yan öykücük daha eklemek gerekiyor diye geçiriyorum içimden.

Sinemanın kurtuluşu…

Sinemamız 100 yaşını devirdi ama dilini hâlâ oluşturabilmiş değil (sinema dilini oturtmuş yönetmenlerimiz var, yadsıyamayız). Filmdeki Metin karakteri gibi, yönetmenler de en yalnız en korunmasız insanlardır; dolayısıyla bir araya gelmeleri pek beklen(e)mez. Buna da bağlı olarak sıkıntılarını tek başlarına çözmek zorundadırlar. Bu da pek mümkün değildir. Hem zaten sistem böylesi küçük sömürüler üzerine kurulmuştur.

Senaryo yazarları hem yazdıklarının daha özgün, daha nitelikli ve daha ‘anlaşılır’ olabilmesi için hem de tekrara düşmemek ve küçümsenmemek için uzun (giderek kısalması gerekirken aksine daha da uzayan) senaryolara itiraz etmeliler… Yönetmenler ise televizyonda değil ama sinemada hiç değilse işlerini sahiplenmeliler.

İzleyici için…

Hayat Öpücüğü; sakin, yalın ve sıcak bir film. İzlerken daha karakterlerle özdeşleşeceksiniz. Bir yerde gülerken, bir yerde gözleriniz dolacak duygulanacaksınız (evet, benim de, yanımda oturan -tanımadığım- izleyicinin de gözlerimiz yaşardı). Keyifli seyirler…

(09 Ekim 2015)

Korkut Akın