Sinemanın değerli ustalarından Claude Chabrol’ün “Bir Kadın Meselesi” ve “Seremoni” filmleriyle anmak istedik. Bu iki film de gerçekçi sinemanın sarsıcı yapıtlarından.
Claude Chabrol, Fransız “Yeni Dalga” akımının François Truffaut’yla beraber Hitchcock’a en yakın yönetmenlerindendi. Sosyalist düşüncelerinden hiçbir zaman uzağa düşmedi. Duvarlar yıkıldıktan sonra bile. Chabrol’un asıl adı Claude Henri Jean Chabrol’dü. 24 Haziran 1930’da Paris’te doğdu. 12 Eylül 2010’da Paris’te vefat etti. Oyuncu Stéphane Audran’la 16 yıl evli kaldı. !980’de boşanmışlardı. Chabrol, “Yeni Dalga” akımının diğer genç yönetmenleri gibi Cahiers du Cinéma Dergisi’nde sinema eleştirileri yazdı önce. Hitchcock etkisi taşıyan 1958 yapımı siyah-beyaz “Le Beau Serge-Yakışıklı Serge”le ilk filmini çekti.
Chabrol’ün ülkemizde vizyona çıkmış 1959 yapımı “À Double Tour-Tehlikeli Rabıtalar”, 1965 yapımı “Marie Chantal Contre Dr. Kha-Şeytanın Tuzağı”, 1967 yapımı “Le Scandale-Öldüren Şampanya”, 1972 yapımı “Docteur Popaul-Çirkinleri Severim”, 1973 yapımı “Les Noces Rouges-Kanlı Âşıklar”, 1978 yapımı “Violette Nozière-Zehirli Çiçek”, 1997 yapımı “Rien ne va Plus-Hırsız ve Çırağı”, 2000 yapımı “Merci Pour le Chocolat-Sıcak Çikolata”, 2003 yapımı “La Fleur du Mal-Kötülük Çiçeği”, 2007 yapımı “La Fille Coupée en Deux-İkiye Bölünen Kız” gibi filmleri var.
“Bir Kadın Meselesi…”
Claude Chabrol’ün, II. Dünya Savaşı’nda geçen trajedisi 1988 yapımı “Une Affaire de Femmes-Bir Kadın Meselesi”, kadınların yanında giyotin meselesine de dokunuyor. MK2’nin sunduğu filmin senaryosunu yönetmenle beraber Colo Tavernier yazmış. Film, Francis Szpiner’in romanından uyarlanmış. Müzikleri Matthieu Chabrol bestelemiş. Dış mekânlarda, özellikle iç mekânlarda estetik fotoğraflar oluşturansa kameraman Jean Rabier filmde. Değerli oyunculardan Isabelle Huppert, bu filmindeki büyük oyunuyla 45. Venedik Film Festivali’nde “En İyi Kadın Oyuncu” dalında ödül kazanmıştı.
II. Dünya Savaşı yılları… Fransa, Nazi Almanyası tarafından kuşatılmış. İktidarda da işbirlikçi Vichy’nin sağcı hükümeti var. Esir alınmış kocalar, sağlıklı gençlerin Almanya’ya çalışmaya götürülmesi. Yoksulluklar ve açlıklar da bunlara dâhil. Kapı komşusu Yahudilerin gizlice toplanıp toplama kamplarına gönderilmesi de var. Filmin hikâyesi, yağmurlu kıyı şehrinde geçiyor. Kocası Paul (François Cluzet) Almanların elinde esir düşmüş Marie-Louise (Isabelle Huppert), iki çocuğuyla yoksul hayatını sürdürüyor. Yedi yaşlarındaki oğlu Pierrot ve küçük kızı Mouche’la yemek yapmak için ot toplamaya çıkıyor Marie. Ön jenerik yazıları okunurken, şehrin yoksul sokakları da yansıyor. Marie ve çocukları Pierrot (Guillaume Fourtier) ve Mouche (Lolita Chammah) kaldıkları yoksul apartmana geldiklerinde, kamera yukarı doğru kalkıyor pencereden komşu Ginette (Marie Bunel), bir erkekle öpüşürken yansıyıveriyor. Ardından, “Bu film tüm oyuncularına adanmıştır” yazıyor. Dairde oğlu Pierrot’nun dizlerini temizleyen Marie, bugün içki günü olduğu için dışarı çıkıyor, en yakın arkadaşı Rachel’le (Miriam David) kafeye gidiyorlar. İçki içip dans ediyorlar kadın kadına. Kafenin sahibi sert adam Blanche (Pierre-François Dumeniaud) onların bu mutluluğunu kısa kesiyor, “Alkol günleri hep sarışınlar geliyor” diye. Akşam çökmüş. Marie ve Rachel, çakırkeyif sokaktan geçerken kamera Bolşevizm karşıtı afişleri yansıtıyor. İlkinde, “Angagez vous Légion Volontaires contre la Bolchévisme” (Bolşevizme Karşı Gönüllü Lejyona Bağlan), ikincisindeyse, “Retournez au terre” (Dünyaya Geri Dön) yazıyor. Marie, tiyatro sahnelerinde şarkı söylemeyi hayal ediyormuş.
Sabah. Marie, çocuklarıyla aynı yatakta yatıyor. Marie, karşı komşusu Ginette’in dairesine gidiyor uyandıktan sonra. Ginette’in dairesi oyuncaklarla dolu. Müzik pikabına özlemle bakıyor Marie. Banyodan Ginette’in sesi geliyor. Hamileymiş. Bernard bebeği doğurmasını istemiyormuş. Çünkü Almanya’ya çalışmaya götürülecekmiş mahkûm değişimleri yüzünden. Sisler içinde şehir yansıyor. Yağmur da başlıyor. Çocuklar okula gidiyor. Marie, Ginette’in dairesinde. Bernard kürtaj için cephaneden bazı aletler getirmiş. Marie, suyu ısıtıyor, sonra soğutuyor. Tencerenin içine sabun doğruyor. Ardından ortasında pompası olan hortumla sabunlu suyu çekiyor. Ginette, yere uzanıyor. Marie, hortumu kadının bacaklarının arasına yerleştiriyor, içeri sabunlu suyu pompalıyor. İşi bittikten sonra kalan sabunu istiyor Ginette’ten.
Savaş zamanında sabun kolay bulunmuyor çünkü. Yağmurlu gün. Sokaklarda Alman askerleri dolaşıyor. Marie aynı kafeye gidiyor. Rachel’i arıyor. Blanche, Rachel’in Yahudi olduğu için götürüldüğünü söylüyor. İnanamıyor Marie. Onun Yahudi olduğunu da bilmiyormuş. Kamera başka bir mekânda sağa doğru kayıyor ve ağlayan Marie’yi kederler içinde gösteriyor. Elindeki evlilik alyansına bakıyor kederle. Ginette hâlâ bebeği düşürememiş. Üstelik Bernard gitmiş. Dairede. Marie, Pierrot’yu yatakta ağlarken buluyor. Üzgün olduğu için ağlıyormuş Pierrot. Gündüz patates tarlasında çiftçiyle pazarlık ediyor Marie. Çocukları için de iyi bir gün bugün. Elli franga yarım çuval patates alıyorlar. Daireye döndüklerinde Marie salondaki masada kocası Paul’ün çantasını görüyor. Mutsuzluk çöküyor üstüne birden. Paul yatağa uzanmış. Rıhtımlarda işçi aranıyormuş. Paul oralarda işe başlıyor çok geçmeden.
Ginette, dairesinde sancılanıyor, bacaklarının arasından kan geliyor ve sonunda bebeği düşürüyor. Paul, Pierrot’yla dışarı çıktıktan sonra Ginette teşekkür için müzik pikabını Marie’ye getiriyor. Marie mutlu oluyor. Artık bu kasvetli dairede müzik dinleyebilecek. Paul geldiğinde pikabı soruyor. “Hediye. Kadınlar arasında” diyor. Örgü örüp satan Marie sonra kuaföre gidiyor, saçlarını yaptırıyor. Kuaförde, Lucie’yle (Marie Trintignant) tanışıyor. Rachel’in boşluğunu Lucie’yle dolduruyor Marie. Bu dostluk derinleşiyor ve işbirliğine dönüşüyor çok geçmeden. Lucie, hayat kadınlığı, yani seks işçiliği yapıyor bu savaş dönemlerinde. Alman askerleriyle, Almanlarla iyi ilişkide olan Fransızları mutlu ediyormuş. Marie’de, “Yasaların yasakladığı işler yapıyorum” diyor ona. Dairede. Marie, leğende kocasının sidikli iç çamaşırlarını yıkarken kederli ve ağlıyor. Paul, cephede topların çıkardığı seslerden korktuğundan altına kaçırmaya başlamış Travma sonrası stres bozukluğu gibi sanki. I. Dünya Savaşı’nda da bu stres bozukluğu yaşanmıştı. Cephedeki askerler, havan toplarının çıkardığı ürpertici seslerinden çok korkuyorlardı ve kendi iradelerinin dışında vücutları Parkinson hastaları gibi titriyordu. Paul, karısının yeni saçını da fark edemiyor. Ev işlerinden ve bu e
vden sıkılmış Marie. Yeni bir daireye taşınmak istiyor. Çok geçmeden ferah bir daireye taşınıyor aile. Başka bir kafeteryada da yeni daireyi pastayla kutluyorlar. Tek mumu sırasıyla söndürüyorlar. Bir de dilek tutmalarını istiyor Marie. Küçük Pierrot da dileğinde cellât olmayı tutmuş. Sanki kader söyletmiş gibi. Gece, dairede. Marie kocasıyla aynı yataktalar. Paul sevişmek istiyor, ama Marie ona şarkıcı olmak istediğini anlatıyor. Gündüz tren yolu yansıyor. Yağmur yağarken iki kadın geliyor kürtaj için. Kadının kocası iki yıldır mahkûmmuş. Yani bir Almandan hamileymiş kadın. Çok para kazanan Marie, çocuklarına güzel yemekler yapıyor şimdi. Paul, paranın çoğalmasından dolayı
şüphelenmeye de başlıyor. Dışarıda Lucie’yle buluşan Marie, Lucie’yi yeni dairesine getiriyor. Akşam yemekte Marie, kocasına yine taşınmak istediğini söylüyor. Gündüz kafede Paul, Pierrot’yla kafede karşılıklı içiyorlar, mutlular. Paul, Pierrot’dan bilgi almak istiyor. Pierrot, eve kadınların geldiğini söylüyor babasına. Çok geçmeden çatı katı da olan yeni daireye taşınıyorlar. Artık tren sesi duyulmuyormuş. Lucie, daireye Lucien’le (Nils Tavernier) geliyor. Artık Lucie müşterilerini Marie’nin dairesine getiriyor. Randevuevi gibi oluyor. Marie de komisyonunu alıyor ondan. Lucien gittikten sonra Paul geliyor. İşsiz kaldığını söylüyor. Malul maaşı alacakmış. Marie, kocasın onu sevmediğini söylüyor artık çekinmeden. O çok para kazanıyor, Paul bir işsiz.
Gündüz. Eğlence meydanında Naziler yarışma düzenliyorlar. Kazanan Lucien, kazandığı kazı Marie’ye veriyor. Böylece Marie’ye de yaklaşıyor. Lucien, Marie’nin çillerinden hoşlanmış. Kamera başka bir mekâna gidiyor. Yoksul bir ev yansıyor. Yatakta çocuklar uyurken, Jasmine (Dominique Blanc), evden çıkıyor barakaya giriyor. Kocası Robert de (Jean-Claude Lacas) peşinden gidiyor. Altı çocuk doğurmuş kadın, bu yoksul hayatlarına birini daha katmak istemiyor. Jasmine, Marie’ye gidiyor. Kendini inek gibi hissediyormuş. Marie kabul ediyor. İşsiz Paul de gazete kupürleri yapıştırıyor defterlere can sıkıntısından. Zaman geçiyor. Marie, vinç operatörlüğü yapan Lucien’e gidiyor. Lucien, Almanlarla “temizlik işlerine” katılarak Almanya’daki zorunlu hizmetten kurtulmuş. Marie eve dönüyor. Âşığı olduğundan şüpheleniyor karısının. Gündüz. Evin avlusuna yanında iki çocuk olan bir kadın geliyor. Biraz büyümüş Pierrot (Nicolas Foutrier) ve Mouche’a (Aurore Gauvin) Marie’yi soruyor. Kadın, Marie’nin yanına gidiyor. Jasmine’in öldüğünü söylüyor. Kocası da trenin altın atmış kendini. Şimdi altı çocuk yetim ve öksüz kalmış. Marie duyarsız. Çünkü acelesi var. Kadın, “Anne karnındaki bebeklerin de ruhu var” diyor. O sırada Lucie, çatı katından müşterisiyle iniyor aşağıya. Marie sonra kafeye uğruyor. Kafenin özel bir yerinde Lucien, Nazi askerleriyle bilardo oynuyor. Lucien geç kaldığı için Marie’ye kızıyor. Yağmur altında eve dönüyor Marie. Kocasına iş bulmuş rıhtımda. Sabotajcı olup olmadığını gözetleyecekmiş Paul. Komünistler varmış. Naziler direnişçileri öldürüyorlar hep. İşi nasıl bulmuştu Marie? Gündüz. Marie genelev sokağında Lucie’yi buluyor. Kafeye gidiyorlar. Zaman geçiyor. Marie, Fernande (Evelyne Didi) adında bir hizmetçi de tutuyor. Onu çatı katına yerleştiriyor. Fernande’la kocasını seviştirmeyi bile planlıyor Marie. Yeter ki kendinden uzak dursun Paul.
Tatlı hayat bir yere kadar sürüyor. İşten eve erken dönen Paul, karısını yatakta Lucien’le uyurken görüyor. Sonun başlangıcı mıydı bu? Esaretten döndüğünden bu yana karısıyla hiç sevişememiş Paul, kendi yataklarında bir yabancı erkekle karısını zina yaparken yakalıyor. Paul, gazete sayfalarından harfler keserek polise, Marie’nin suçlarını ihbar ediyor. Mektup Paul’ün dış sesiyle yansırken, Marie sokakta mutlulukla bir binaya geliyor. İçeri giriyor. Kamera dışarıda sola doğru kayıyor ve usulca pencereye geliyor. Marie, piyano eşliğinde şarkısını söylüyor. Sonra evin avlusuna geldiğinde çocuklarını mutlulukla severken, iki sivil polis geliyor ve onu tutukluyorlar. Pierrot’nun büyümüş genç sesi duyuluyor, “Annemi tutuklarında yedi yaşındaydım” diyen.
Hapse atılan Marie’yi koğuştaki kadın mahkûmlar aşağılıyorlar sürekli. Sonra adliye müşaviri geliyor ve Paris’e gönderileceğini söylüyor Marie’ye. Paris’te cezaevi aracıyla hapishaneye götürülürken, gardiyana Eyfel Kulesi’ni soruyor. Ardından kamera, Marie’nin Paris’teki avukatı Fillon’un (Vincent Gauthier) evine gidiyor. Banyo yapan karısı Helene’e (Caroline Charbonneau), başka bir avukat bu vakayı onun sırtına yüklediğini söylüyor. Ölüm cezasıyla yargılanıyor Marie. Kürtaj ve fuhuş büyük suçlar Vichy’nin ahlakçı hükümetinde. Onca yoksulluk, işgal ve hükümetin Nazilerle işbirliği ahlaki değerlendirmelerin ötesinde miydi? Muhafazakâr ahlak ikiyüzlü müydü? Avukatıyla görüşüyor Marie. Bu dava örnek olmalıymış Fransızlara. Marie, devlete karşı işlenen suçlara karşı kurulmuş özel mahkemede yargılanacakmış Marie. Devlet, ahlaki meselelerde katı davranıyormuş. Hükümet, doğumdan çok kürtaj yapılıyor propagandasını yapıyormuş. Marie, koğuşta bir tek mahkûm kadınla konuşabiliyor. Avukat Fillon, Albay Chabert’e (Jacques Brunet) gidiyor, umut için sonra. Chabert, inatçı ve dürüst bir insanmış. Chabert, bu özel mahkemenin
komiseri. Chabert, eğitim almamış Marie’nin yaptığı işin farkına
varıp vicdan azabı çektiğini söylüyor. “Hayatında ilk kez dine döndü” diyor avukat. Chabert de, “Burası Kudüs değil” diye cevaplıyor. Umut bitiyor. Bu Chabert, Balzac’ın romanı “Albay Chabert” değil. Koğuşta konuşabildiği kadın mahkûma Marie, “Ben kimseyi öldürmedim” diyor. Mahkemeye getiriliyor. Her şey hızlı gelişiyor. Kürtaj yapmış, üstelik evini hayat kadınlarına açmış bu kadının hemen başı gövdesinden ayrılmalıydı Fransa’nın ahlaka kavuşması için. Önyargı yüklü muhafazakâr ahlak kazanıyor. Marie, koğuşundaki kadın mahkûmlarla vedalaşıyor. Konuşabildiği kadın mahkûm ona ilk komünyona ait madalyon veriyor moral için. Marie’nin ayakları da prangalı. Onu hücreye götürüyorlar. Gözleri nemleniyor. “Selâm sana Marie. Çamura battın. İçinizde yarattığınız meyve çürüdü” diye kendi kendine mırıldanıyor kederle. Madalyonu çıkartıp atıyor. Parkta avukat bir meslektaşıyla bankta oturmuş konuşurken gözüyle bebek arabalı kadını izliyor. Avukat, “Fransa dev bir kümese dönüştü” diyor umutsuzca. Ortalıkta Nazi askerleri de dolaşıyor. İnfaz günü geliyor. 30 Temmuz 1943… Avukat Fillon kendisi gelemiyor, stajyer avukatını yolluyor infaza. Marie, “Çok acıtır mı” diye soruyor. Giyotinin bıçağı yukarıdan aşağı düşüyor. Muhafazakâr ahlak buna “ilahi adalet” deyip geçecek herhalde. İnfazın ardından da “Mahkûm edilmişlerin çocuklarına acıyın” yazıyor görüntüde. Geriye kalan neydi? Fransa hükümeti, savaştaki günahlarının cezasını çekecek miydi? Bu filmin tüm kadınlarına merhaba demeli.
“Seremoni…”
Claude Chabrol’ün 1995 yapımı “La Cérémonie-Seremoni”, alt sınıfın üst sınıfı katledişinin şiddet yüklü trajedisini anlatıyor. Sadece katliama uğrayanlar için değil, katliamı yapanlar için de bu trajedi. MK2’nin sunduğu filmin senaryosunu Chabrol’ün kendi yazmış. Film, Ruth Rendell’in “A Judgement in Stone” adlı romanından uyarlanmış. Müzikleri Matthieu Chabrol bestelemiş. Görüntüleriyse kameraman Bernard Zitzermann yansıtmış. Bu film, Nisan 1998’de ülkemizde vizyona çıkmıştı.
Filmin hikâyesi, Fransa’nın Manş kıyısındaki Ille-de-Vilaine şehrine bağlı Villes de Saint Malo adındaki kasabada geçiyor. Sophie Bonhomme (Sandrine Bonnaire), hizmetçilik için başvurmuş. Lelièvre ailesinin malikânesi, kasabaya on kilometre uzaklıktaki Saint Coulomb köyünde. Kamera, Sophie’nin kafeye gelişini gösteriyor. Resim galerisi olan evin hanımı Catherine’le (Jacqueline Bisset) buluşuyor. Anlaşıyorlar. Ön jenerik yazıları yansırken, Catherine Honda arabayla evine doğru gidiyor. Bahçeli zengin evine geliyor. Gilles (Valentin Merlet), Catherine’in önceki evliliğinden oğlu. Melinda’ysa (Virginie Ledoyen) şimdiki kocası Georges’un (Jean-Pierre Cassel) kızı. Müzik tutkunu mutlu bir burjuva ailesiydi bu. Eve televizyon için de uydu anteni takılıyor bugün. Akşam yemeğinde yeni hizmetçileri hakkında konuşuyorlar. Catherine, Sophie için “Garabet değil” diyor.
Sophie, birkaç gün sonra trenle şehre geliyor. Garda Catherine’le buluşuyorlar. O sırada Sophie’nin hayatına girecek postanede memur olan kırmızı bereli Jeanne da (Isabelle Huppert) filme dâhil oluyor. Birkaç gün tatile çıkıyormuş. Onu da yol üzerine bırakıyorlar. Sonunda Sophie yeni işyerine geliyor. Sophie yukarı katta kalacak. Odasında televizyon bile var. Herkes kendi işine gittikten sonra hemen televizyonla ilgileniyor Sophie. Tek başına şimdi evde.olunca yemek yapıyor önce Sophie. Akşam oluyor. Aile yemeklerini yiyor. Yemeklerden de memnun kalıyorlar. Gündüz George onu şehre bırakıyor. Sophie dükkânlara giriyor, alışveriş yapıyor. Numaralı gözlük de alıyor. Daha sonra Melinda onu arabayla alıyor, eve dönüyorlar. Yolda Melinda, sol söylemlerle Sophie’ye, “Ağır iş yaptırmalarına izin vermeyin” diyor. Evde. Salonda bir not buluyor Sophie. Notla odasına gidiyor. Bebek resimleriyle dolu defterinde nottaki kelimeleri ve anlamlarını arıyor. Sophie, okuma-yazma bilmiyor. Birinin bunu fark etmesinden de çekiniyor. Mutfakta. Melinda notu görüyor ve okuyor. Catherine, elbiseleri ütülemesini istemiş. Filmde ilk başlarda her şey, zaman geçişleri de hızla oluyor. Hem ev, hem aile tanınıyor böylece. Aile tatile çıkıyor. Sophie evde tek başına ve özgür. Televizyon izliyor, temizlik yapıyor. Marketten siparişleri getiren genç de evde tek başına olan Sophie’ye asılıyormuş gibi yapıyor. İrsaliyeyi de imzalaması nasıl imzalayacaktı? O da bir şeyler karalayıveriyor irsaliyeye. Evde işlerini bitiren Sophie yayan şehre iniyor sonra. Markette Jeanne’la karşılaşıyor. Sonra eve dönüyor. Beklenmedik bir anda Jeanne da geliyor peşinden. Melinda’dan kartpostal gelmiş. Gözlükleri yanında yokken okuyamıyormuş. Jeanne da notu okuyuveriyor ona. Sophie’nin odasında televizyon izliyorlar. TRT İnt Avrasya kanalında bir Yeşilçam filmine takılıyorlar. Sophie merakla bakıyor filme. Jeanne, Sophie’ye kendi geçmişinden bir şeyler anlatıyor. Georges’un şirketine başvurmuş zamanında. Onlar uzun boylu genç bir kadını işe almışlar. Jeanne arabasıyla gidiyor sonra.
Zaman geçiyor. Yolda Jeanne’ın Fransız kapitalizminin gururu Renault arabası bozuluyor. Eski model. Yoldan geçen Melinda, insancıllığıyla Jeanne’a yardım etmek için duruyor. Jeanne, aileye öfkeli. Genç kız küçük dokunuşla arabayı yürüttürüyor. Aküsü azalmış. Bu ilk Brechtyen vurgu. Melinda eve geliyor. Babası da eve gelmiş. Diğerleri yok. Georges av tüfeğini hazırlıyor. Bu ikinci Brechtyen vurgu. Sabah. Catherine çıkarken yine not bırakıyor. Yazılardan, notlardan acı duyuyor Sophie. Yayan şehre iniyor. Postaneye Jeanne’ın yanına gidiyor. Evde telefon bozuk diyor. Jeanne markete siparişleri telefonda söylüyor. Bazıları markette yokmuş. Olmayanları zihnine yazan Sophie başka marketten onları alıyor. Yayan poşetlerle eve doğru giderken, Catherine arabayla yanında duruyor. Pazar günü Melinda’nın doğum günüymüş. Georges evde. Mektuplarının postanede açıldığından şüpheleniyor.
Pazar günü. Eve, Melinda’nın sevgilisi Jeremie de geliyor. Ona müzik seti almış. Bu da üçüncü Brechtyen vurgu. Jeremie de Mozart seviyormuş. Melinda yirmi yaşına giriyor. Bir köşede Melinda ve Jeremie öpüşürken, kamera diğer konuklara dönüyor. İnsanlar, Sophie’nin pişirdiklerinden memnun. Bu arada Sophie de ortadan kayboluyor. Sophie, yayan kasabaya doğru yürürken, yolda Jeanne’ın arabasını görüyor. Jeanne mantar toplamak için ormana gelmiş. Jeanne’ın evine gidiyorlar. Jeanne mantarları pişiriyor. Beyaz şarapla beraber yerlerken, Jeanne kızının yanarak öldüğünü söylüyor Sophie’ye. Sonra gazeteyi alıyor ve Sophie’nin
karanlıkta kalmış bazı şeylerini okuyor Jeanne. Onun da karanlık sırları varmış, hasta babasının ölümünde. Polisin incelemelerine göre yangın kasten çıkartılmış Jacques Bonhomme’un öldüğü olayda. Sophie, babasına hastabakıcılık yapıyormuş yangın çıkmadan önce. Jeanne, “Babanı sen mi öldürdün” diyor. “Hiçbir kanıt yok” diye cevaplıyor Sophie. Sonra yatağa uzanıyorlar kahkaha atarak. Sonra kilisenin muhtaçlar için elbiselerin toplandığı yere gidiyorlar. İşe yarayanları ayırıyorlar. Jeanne, rahip ve rahibelerle alay da ediyor. Sonra arabayla Sophie’yi eve götürüyor Jeanne. Arka kapıdan içeri giriyorlar. Tüfekler göze çarpıyor. Sophie’nin odasında televizyonda Paul Newman’ın oynadığı filmi arıyor Jeanne.
Ertesi gün. Georges postaneye geliyor ve mektupları açması yüzünden Jeanne2la tartışıyor. Jeanne, Georges ve ailesinin geçmişi hakkında çok şey biliyormuş. Catherine’in eskiden fahişe olduğunu söylüyor. Evde Sophie, çalan telefonu açamıyor not alma korkusundan. Cesaret bulup açıyor. Georges bazı evrakları istiyormuş. Şoförü yollayacağını söylüyor. Strese giren Sophie odasına gidiyor televizyon izliyor. Dışarıda araba geliyor, klakson çalıyor. Sophie ilgilenmiyor. Çok geçmeden Georges geliyor. Öfkeli. Akşam. Catherine ve Gilles televizyon izliyorlar. Televizyonda gösterilen Fransız filmindeki öpüşmelerden rahatsız olan Catherine oğlunu uzaklaştırmak istiyor odadan. Sigara istiyor. Gilles sigara paketini alırken Jeanne’ın geldiğini görüyor. Jeanne ve Sophie, yatağın ucunda birbirlerine sarılmış televizyondaki yarışmayı izliyorlar. Sabah mutfakta Georges kahvaltı yaparken,
Sophie’ye Jeanne’ın eve gelmesinden rahatsız olduğunu söylüyor. Zaman geçiyor. Melinda arabasıyla eve geliyor. Hüzünlü. Sevgilisi Jeremie İngiltere’ye gidiyormuş. Melinda telefonla konuşurken, Sophie de Melinda’nın sırrını öğreniyor. Melinda hamileymiş. Sonra Melinda mutfakta test çözmeye başlıyor. Sophie adının “bilge” anlamına geldiğini söylüyor Melinda. Sophie’den de test çözmesini istiyor. Sophie’nin tedirginliğinden onun okuma-yazma bilmediğini de anlıyor Melinda. Aşağılanmış gibi hissediyor Sophie. Okullardan bahseden Melinda’ya şantaj yapıyor Sophie. Sonra odasına çıkıyor televizyon izliyor Sophie. Gece ailenin diğer fertleri de geliyor eve. Melinda’nın hüzünlü halini fark ediyorlar. Melinda her şeyi anlatıyor babasına. Georges, Sophie’nin odasına gidiyor. “Kızıma şantaj yapan birini barındıramam” diyor Georges. Bir hafta daha kalmasına izin veriyor yeni hizmetçi buluna kadar. Evde iş yapmasını da istemiyor. Georges odadan çıktıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi soğuk bir yüzle televizyon izlemeyi sürdürüyor Sophie. Görüntü kararıyor.
Gündüz. Sophie ve Jeanne, bir evin kapısını çalıyorlar. Kadından eski elbiseleri istiyorlar. Evin sahibi kadın poşete ayırmış. Jeanne, poşeti boşaltıp kadını aşağılıyor. Bu rahibin (Jean-François Perrier) kulağına gidiyor. Elbiselerin toplandığı mekânda onlara ilişkilerinin kesildiği söyleniyor rahip. Sonra Jeanne’ın evine gidiyorlar. Gece Lelièvre evinde herkes konsere gideceklermiş gibi giyinmişler. Televizyon odasında aile yerini alıyor. Televizyondan Mozart’ın “Don Giovanni” operasını izlemeye başlıyorlar. Jeanne ve Sophie, arabayla Lelièvre ailesinin evine doğru yol alıyorlar Sophie’nin eşyalarını almak için. Jeanne, kızının nasıl öldüğünü anlatıyor Sophie’ye. Kanıt bulamamışlar. Eve geliyorlar. Arka kapıdan içeri giriyorlar. Yüksek sesle operayı izleyen aile onları duymuyorlar. Jeanne, Georges’un kullandığı aletlere dokunuyor. Sophie mutfakta çikolata hazırlarken, Jeanne mutfağa elinde tüfekle giriyor. Sonra Sophie’nin odasına çıkıyorlar. Jeanne, Georges’la Catherine’in yatağına sıcak çikolatayı döküyor. Gardıroptan Catherine’in elbiselerini de çıkartıyor Jeanne. Odadan çıkıp malzemelerin olduğu yere gidiyorlar. Sophie tüfeklere fişek
yerleştiriyor. Catherine, bir gürültü duyar gibi oluyor. Georges bakmaya gidiyor. Sophie, öfkeyle Georges’a ateş ediyor. Georges kanlar içinde yere yığılıveriyor. İçeridekiler tüfek sesini duymuyorlar. Sophie ve Jeanne, sıcak çikolatalarını içiyorlar. Gilles, babasına bakmaya gidiyor. Odanın kapısını açıyor, karşısında tüfekli Jeanne ve Sophie’yi görüyor. Sonra hepsinin üstüne kurşun yağdırıyorlar. Kitaplara bile ateş ediyorlar. Korkunç bir katliam yaşanıyor. Sonra da öylece bakıyorlar cesetlere. “Ben iyiyim” diyor Sophie. “Doğru olanı yaptık” diyerek havayı yumuşatan Jeanne, müzik setini alıyor. Jeanne arabasına gidiyor. Evde kalan Sophie telefon etmek istiyor, vazgeçiyor. Sonra tüfekleri yerine koyarken bezle de siliyor. Jeanne arabasını çalıştırmakta zorlanıyor. Sophie, siyah mantosunu giyiyor, dışarı çıkıyor. Az uzakta ışıkları görüyor. Yaklaşıyor. Polisler ve cankurtaran da (ambulans) orada. Jeanne, rahibin arabasına çarpmış ve ölmüş. Bir polis memuru tüfek sesleri duyulan müzik setini buluyor arabada. Sophie, umutsuzca banka oturuyor ve ifadesiz bir yüzle boşluğa bakıyor.
Chabrol, bu filmiyle görünüşte insanı ikileme düşürüyor. İyi bir aileydi görünen. Sophie’ye de iyi davranmışlardı. O şiddet, o katliam vahşiydi ve hiç kimse savunamazdı. Film, düz bakışla izlendiğinde muhafazakâr bakışa yöneliyor insan. Chabrol, sistem eleştirisi yapıyor bu sınıfsal filminde. Her şeyi belli bir sınıfın üzerinden geliştiren düzen, uçurumları derinleştiriyor ve çoğunluğa gerçek anlamda gelecek vermiyor. Aslında bu sınıf saplantısı, ayrımcılık, ırkçılık ve katliamlar maymun atalarımızdan miras aldığımız sapkınlıklardı. Medya ağzı, denizlerde ölen sığınmacılara (mültecilere) kibir yüklü kelimelerle “kaçak göçmen” demiyorlar mıydı? Sanki haşerelerden söz eder gibi. Maymun atalarımızın, sosyolojilerini ve psikolojilerini günümüze kadar taşıdık. İnsanlık her şeyle başa çıktı, ama sapkınlıkları yenemedi. Irkçılık, ayrımcılık ve aşağılama her yerdeydi. Bir milyon yıl önce ağaçtan inip iki ayaküstünde yürümeye başladığımızda evrimleşmeyle maymunlardan ayrılarak “homo sapiens” olduk, yani zeki insan, modern insan. Aletler yaptık, ateşi ve tekerleği keşfettik. Tarım
yapmaya başladık. Yerleşik olduk. Teknolojik bir türdük. Şunun şurasında 200 bin yıldır konuşuyoruz. Gırtlağımız, evrim sürecinde iki santim aşağı indi ve değişik lisanlarımız oldu. Evet, mutluluk ve hayatın tüm güzellikleri, kapitalizmin üst noktasındaki bir ülke olan Fransa’da da belli bir zümreye veriliyor. Fransa, sosyal bir devletti, üstelik II. Dünya Savaşı sonrasından beri. Ahlak denilen şey de yanılsamalı, ikiyüzlüydü kapitalizmde ve muhafazakârlıkta. Toplumda, çelişkiler ve kaybetmeler oldukça Marksizm ölmeyecekti. Chabrol, “Son Marksist filmi yaptım” demişti “Seremoni” filmi için. Muhafazakâr bakışla bu filme doğru dokunuş yapmak, anlam yaratmak çok zor olacak. Çünkü muhafazakâr ve burjuva ahlakında, sadece görünen üzerinden yorumlama, önyargı ve genelleme var. Olaylara ve olgulara faydacılık üstünden bakıyorlar. Diyalektiğe, yani neden-sonuç ilişkisini öngörmüyorlar. Sol ahlak ve bakış gerekli gerçekliğe gerçek anlamı katabilmek için. İlahi adalet deyip geçmemek gerek. Chabrol, bu filmde yansıyan tüm tüketim ürünlerini sponsor olmuşlar gibi son jenerikte tek tek yazmış. Bu da bir ironiydi belki. Jean Renoir ustanın, 1932 yapımı “Boudu Sauvé des Eaux” (Sulardan Kurtarılmış Boudu) siyah-beyaz filmini de görmek gerek.
(05 Eylül 2015)
Ali Erden