Robinson Crusoe & Cuma Filminin Merakla Beklenen Teaser’ı Yayında

Çizgi roman okurlarının 17 yıldır mizah dergilerinden takip ettiği Robinson Crusoe & Cuma filminin beklenen teaser’ı nihayet yayınlandı. Teaser yarından itibaren sinema salonlarında da gösterilmeye başlayacak. Filmde Robinson Crusoe karakterini Serhat Kılıç, Cuma’yı ise John Nyambi canlandırıyor. Küba’da 6 hafta boyunca gerçekleşen çekimlerde ayrıca Robinson’un İngiltere’deki gençlik anılarının anlatıldığı sahnelerde sürpriz isimler de seyirciyle buluşacak. Mekânları, kostümleri ve hikâyesi ile çizgi romanlardaki atmosferi birebir perdeye yansıtan film 04 Eylül’de seyircisiyle buluşacak.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Soluk Soluğa Bir Berlin Gecesi

Bu hafta gösterime giren ‘Victoria’nın deli cesareti bir proje olduğunun altını çizerek söze başlayalım. Oyunculuktan gelme Sebastian Schipper imzalı film tek plandan ibaret. Hem de bu yılın Oscar kazananı ‘Birdman’ gibi bilgisayar veya kurgu hüneriyle tek plan izlenimi verilmemiş. Herhangi bir kurgucunun görev almadığı bu çalışma gerçek zamanlı iki saati aşkın süresiyle sinema dünyasına meydan okuyor.

Geçtiğimiz Berlin Film Festivali’ndeki ilk gösteriminin ardından En İyi Film, Yönetmen, Görüntü, Müzik, Kadın ve Erkek Oyuncu gibi 6 ana dalda Alman Film Ödülleri’ne layık görülen bu sıra dışı çalışma nefes nefese izlenen bir gençlik hikâyesi. Geçici olarak Berlin’e taşınmış İspanyol asıllı Victoria ile parlak ışıklar altında dans ettiği gece kulübünde tanışıyoruz. Kulüp çıkışında tanıştığı bir grup erkekle başlayan arkadaşlığını ekipten Sonne ile romantik flörtü izliyor. Gecenin koyu karanlığında Victoria’nın garson olarak çalıştığı ve birkaç saat içinde açmaya hazırlandığı küçük kafede yakınlaşıyor genç çift. Ancak bu duygulu anlar çok uzun sürmüyor. Erkekler hapisten yeni çıkmış arkadaşlarının başını dertten kurtarmak üzere zoraki bir soygun hadisesine karıştığında Victoria da gönüllü olarak peşlerinden sürükleniyor.

Alman yönetmen ‘Victoria’ya soyunurken muazzam bir ön organizasyona girişmiş. Bir Berlin gecesinde yol alan hikâye tam 22 ayrı mekân içeriyor. 12 sayfalık ana başlıklardan ibaret olan ön senaryo tamamen diyalogsuz olarak hazırlanmış. Tüm diyaloglar çekim sırasında doğaçlama ortaya çıkmış. Deneysel bir çalışma olmayan ve basbayağı geleneksel bir anlatı yapısına sahip olan film tam üç kez çekilmiş ve üçüncü çekim nihai olarak kabul görmüş. 1968 Hannover doğumlu Schipper sürecin çetin geçtiğini ancak son derece heyecan verici olduğunu ifade ediyor. Filmin başarısında genç oyuncularının sorumlu çabası ve bitmez tükenmez enerjilerinin büyük payı olduğunu ekliyor.

Uygun ekonomik şartlarıyla genç insanlara barınak olma özelliğini taşıyan Berlin fonunda izliyoruz Victoria ve arkadaşlarını. Özgür ruhlu kentte gençlik arzuları ve heyecanlarının peşinden gidişlerine, parlak bir piyanistlik geçmişini sonlandırmak zorunda kalmış genç kızın kendini ispat etmek için mücadele edeceği yeni bir alana kaymasına tanık oluyoruz. Geçen haftalarda izlediğimiz ‘Kabile / The Tribe’ filminde gözlemlediğimiz gibi bu şekilde bir gruba, bir çeteye dahil olmanın dayanılmaz çekiciliğini, gençliğe özgü aidiyet hissi tatminini yaşıyor genç kız. Ve böylece masumane flört ettiği Sonne’ye piyanoda çaldığı Mephisto Valsi’nin tınılarının haberlediği karanlık yönünü keşfediyor Victoria. Ondaki değişimi nüanslı yorumuyla aktaran genç oyuncu Laia Costa ve başta Sonne’yi yorumlayan Frederick Lau olmak üzere genç oyuncu ekibin çok iyi bir iş çıkardığını söylemeliyiz. Berlinale’den ödüllü sihirbaz görüntü yönetmeni Sturla Brandth Grovlen ve Nils Frahm’ın içinden piyano ve viyolonsel tınılarının geçtiği elektronik çalışması da her türlü övgüye değer nitelikte.

34. İstanbul Film Festivali’nin bir gece seansında ilk kez izlediğimde çok etkilendiğim son dönemin en iyi Alman yapımlarından ‘Victoria’ cesareti, enerjisi ve meydan okumasıyla hayranlık uyandırıyor.

(04 Ağustos 2015)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Delibal

Ali Bilgin’in yönettiği ve Çağatay Ulusoy, Leyla Lydia Tuğutlu, Hüseyin Avni Danyal ile Mustafa Avkıran’ın oynadığı Delibal, 25 Aralık 2015′de Warner Bros. dağıtımıyla Ay Yapım tarafından vizyona çıkarıldı.
Mimarlık öğrencisi Barış, her genç üniversite öğrencisi gibi hayatın tadını çıkarmaktadır. Füsun’u ilk gördüğü anda hayatında hiç bilmediği bir duyguya kapılmıştır. Aşk Barış’ı yakalamıştır. Kimdir bu kız? Nerede yaşar? Ne yer? Ne içer? İsmini bile bilmediği ama aşık olduğu bu kıza ulaşmalıdır. Yakışıklı, ve içten olan Barış, sonunda Füsun’u kendine aşık eder, evlenirler. Her şey masallardaki gibidir. Ta ki masal bir gün bozulana kadar…

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Delibal yazısına devam et

Akasya Park Sinema Geceleri

Anadolu yakasının çekim merkezi Akasya Park Acıbadem, kültür sanat etkinliklerine hız kesmeden devam ediyor. Akasya Park Acıbadem şimdi de 31 Temmuz’dan itibaren her Cuma, yaz akşamlarını keyifli hale getirmek isteyen sinema tutkunlarının vazgeçilmezi olacak. Akasya Park Acıbadem’de saat 21:00’de açık havada gerçekleşecek sinema gösterimlerinde yerli ve yabancı, komediden aksiyona, gişe hasılatı yapmış filmler ücretsiz olarak izlenebilecek. Akasya Park Acıbadem’de sinema keyfinin ilki, 31 Temmuz Cuma akşamı, Ata Demirer ve Demet Akbağ’ın rol aldığı eğlenceli komedi Niyazi Gül Dörtnala filmiyle gerçekleşecek.

Akasya Park Sinema Geceleri yazısına devam et

Kahraman Miçolar

Toby Genkel ile Sean McCormack’ın yönettiği ve Bora Sivri, Oya Küçümen, Füsun Kokucu ile Berrak Kuş’un seslendirdiği animasyon film Kahraman Miçolar (Ooops! Noah is Gone…), 31 Temmuz 2015’de Mars Dağıtım dağıtımıyla Medyavizyon Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Nuh, gemisini terk edince hayvanlar tek başlarına kalır. Dünyanın sonu gelmiştir. Büyük bir sel yaklaşmaktadır. Neyse ki karada yaşayan sakar bir tür olan Nestrian’lardan Dave ve oğlu Finny’yi ve bütün hayvanları kurtaracak bir gemi yapılmıştır. Fakat görünen odur ki, Nestrian’ların bu gemiye binmesi yasaktır. Başlarına binbir çeşit macera gelecektir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Facebook
  • Fragman
  • IMDb

Koku ve Tat Alma Duyularını Film İzleme Keyfine Dahil Eden Deneyim

Her hafta farklı filmlerle sinemaseverlerin uğrak noktası haline gelen, yazın tadını hem film hem de açık hava ile birleştirmek isteyenlerin keyifli bir akşam geçirmesini sağlayan Deniz Private Cinecity Trio Açık Hava Sineması, 30 Temmuz Perşembe akşamı, sinemaseverleri farklı bir deneyimde buluşturuyor. Tasty Cinema, izleyeceğiniz film için özel olarak tasarlanmış bir menü eşliğinde ilginç bir açık havada film izleme deneyimi yaşatacak.

Koku ve Tat Alma Duyularını Film İzleme Keyfine Dahil Eden Deneyim yazısına devam et

The Last Five Years

Kendimi bir sinefil (özgür ansiklopedi Vikipedi’ye göre; sinemaya ve filmlere düşkün veya bağımlı insanları betimleyen terim) olarak nitelendirmeme rağmen müzikal izlemek gibi bir alışkanlığım yoktur. Tim Burton’ın en karanlık ve aynı zamanda en keyifli yapıtlarından Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street (2007), kült klasik Mary Poppins (1964) ve müzikalden ziyade animasyon kategorisinde anılan En İyi Animasyon Filmi Oscar ödüllü Frozen (2013) gibi filmleri izlemişliğim var; fakat Les Misérables (2012), The Phantom of the Opera (2004), The Sound of Music (1965) ve Mamma Mia! (2008) gibi ünlü müzikallerin belki de fragmanlarına bile göz atmamışımdır. Müzikal izleme alışkanlığım olmadığı için bu türü sevip sevmediğimi hiçbir zaman düşünmemiştim. Bu bakımdan Son 5 Yıl, sinema filmlerinden ziyade, daha çok tiyatro sahnesinde izlemeye alışık olduğumuz müzikal türünü daha yakından tanımama ve irdelememe imkan sağladı diyebilirim; fakat filmin beni gafil avladığını da inkâr etmeyeceğim. Çok yakın bir arkadaşımla 30 Temmuz Perşembe saat 21 sularında sinemaya gitmeye karar verince –hafta içi gece seansları olmadığından– gidebileceğimiz film sayısı ve çeşidinin kısıtlı olduğunu görüp sadece ve sadece afişinden anladığımız kadarıyla romantik komedi-dram tadında bir filmle karşılaşacağımız umudu ve beklentisiyle Son 5 Yıl’a bilet aldık. Ortalama her Türk sinema seyircisinin yaşayabileceği gibi, jenerik ve ardından gelen ilk sahneyle beynimizden vurulmuşa döndük.

Bu söylediklerim sizi yanıltmasın. Bazen, bu filmde de olağanüstü doğallıkta bir örneğini gördüğümüz gibi, özellikle inişli-çıkışlı, dalgalı bir aşk ilişkisi sade bir senaryo ve kurguyla anlatılamayabiliyor. Böyle durumda yaratılışı, insanın varoluş tarihiyle kesişen müzik ve içgüdüsel bir yönelim olan şarkı söyleme güdüsünden yararlanılması çok doğal karşılanmalı. Dolayısıyla filmin bir müzikal olarak kabullenilmesinden sonra diğer tüm türlerdeki sinema filmleri gibi akıcı bir şekilde ilerlediğini ve aslında gayet keyifli ve lezzetli olduğunu da görmezden gelemeyiz.

En güçlü örneklerinden birini, bir Christopher Nolan başyapıtı olan Memento’da (2000) gördüğümüz “zaman algısıyla oynama” yöntemiyle ilerleyen film, bununla birlikte seyircide olay akışı takibini zorlaştıracak herhangi bir etkide bulunmuyor. Asıl hikâyenin şarkıların ara satırlarında gizli olduğunu kavradığınız zaman siz de bu aşk öyküsünden kendi hayatınızla ilgili çok önemli keşiflerde ve saptamalarda bulunarak ayrılabilirsiniz sinema salonundan. Herkesin kendi yaşantısına göre farklı çıkarımlarda bulunabileceği bu hikayede en göze çarpan düşüncelerden biri de “Eğer bir arkadaş, bir sevgili, bir dost, bir tanıdık, herhangi bir insan sana artık zarar veriyorsa ve ne kadar çaba sarf ettiysen de durum değişmiyorsa; o arkadaştan, sevgiliden, dosttan, tanıdıktan ayrılmayı ve uzaklaşmayı bilecek kadar güçlü ve duyarlı olmalısın.” olabilir.

Yoğun altyapısıyla psikolojik çözümlemeler açısından da yeterli olan filmde; 2012 yılında Tony ödülü adayı olduğunu öğrendiğim ve sinema dünyasında pek tanınmayan Jeremy Jordan; Oscar ve Tony ödülleri adayı, son beş yılda yıldızı parlayan Anna Kendrick’ten daha başarılı duruyor. Bunda Jamie karakterinin hikaye süresince, her oyuncu adayı gibi benim de dikkatimi çeken, geniş bir duygulanım yelpazesi tecrübe etmesinin de payı olsa gerek. Bunun yanı sıra, tamamen amatör yorumlamamla, müzikalde en önemli olan şeyin şarkıların ezgilerinin akılda kalıcı ve etkileyici olması gerektiğini düşünmüşümdür; fakat Son 5 Yıl’da ezgilerden daha çok güftelere önem verildiğini ve dolayısıyla şarkıların bir süre sonra tekrarlayan ve bayağı bir şekilde yavan kaldığı su götürmez bir gerçek. Yine de oyunculuk açısından başarılı bir ekiple çalışan yönetmen, çarpıcı şarkı sözleriyle birlikte seyircide uyandırılması gereken duyguları uyandırmakta başarısız değil. Diğer tarafta teknik açıdan, anladığım kadarıyla, ses montajının başarılı olduğunu söyleyebilirim.

Filmle ilgili şahsi fikrimce en büyük problemlerden biri de sonuydu. Karakterlerin kendi çözümlemelerine göre aynı anda iki ağızdan farklı şarkılar icra etmesi orijinal bir fikir olabilir fakat tüyleri diken diken etmediği için yetersiz.

Puanı: 7/10

(31 Temmuz 2015)

Kemal Doğukan Sağbaş

Sekans Sinema Grubu 2015 Kısa Film İçin Senaryo Yazım Teknikleri Semineri

Sekans Sinema Grubu 2015 Kısa Film İçin Senaryo Yazım Teknikleri Semineri, 05 Ağustos’ta Ankara’da başlıyor. Seminere son başvuru tarihi 30 Temmuz olarak belirlendi. Kısa film senaryosu yazım teknikleri bilgisini aktarmayı amaçlayan seminerde, risk-gerilim dengesi, karakter yaratımı, atmosfer kurulumu ve diyalog yazımı gibi bir kısa filmi unutulmaz kılan veya çöp sepetine gönderen konular işlenecek.

Git Başımdan’da Grease Rüzgarı

Yeni sezonda seyirciyi güldürmeye hazırlanan Git Başımdan’ın setinde ünlü müzikal Grease rüzgarları esiyor. Bülent Emrah Parlak’ın kot pantalonu, deri ceketi ve saçlarıyla 80’leri kasıp kavuran Grease’den John Travolta’nın canlandırdığı Danny Zuko karakterine benzerliği dikkat çekti. Başrollerini Şahin Irmak, Bülent Emrah Parlak, Aslı Tandoğan, Seda Güven ve Nevra Serezli’nin paylaştığı, Şahin Altuğ’un yönettiği film 29 Ekim’de sinemalarda gösterime girecek.

Git Başımdan’da Grease Rüzgarı yazısına devam et

Arabalı Sinemada Casablanca Nostaljisi Yaşandı

İstanbul Klâsik Otomobilciler Derneği’nin, 25 Temmuz Cumartesi gecesi Cemile Sultan Korusu’nda gerçekleştirdiği etkinlikte, klâsik severler eşsiz bir tarihi dokuda, 1950’li ve 1960’lı yıllarda üretilmiş otomobilleriyle arabalı sinema etkinliğinde geçmişe yolculuk ettiler. 1000 metrekarelik alanda, 50 klâsik araçla gerçekleşen arabalı sinema gecesinde Michael Curtiz’in yönettiği 1942 yılı yapımı aşk filmi Casablanca klâsik araçlardan izlendi.

Arabalı Sinemada Casablanca Nostaljisi Yaşandı yazısına devam et