Gillian Flynn’in çok satan gerilim romanından sinemaya aktarılan ‘Kayıp Kız / Gone Girl’ aynen kitapta olduğu gibi başlıyor. Karısının güzel başını, parlak renkli saçlarını okşamakta olan Nick bazen bir çocuğun hayal gücüyle Amy’nin kafatasını açtığını, beynini dışarı çıkardığını ve güzel kadının düşüncelerini yakalamaya çalıştığını gözünde canlandırdığını ifade eder kitabın ilk satırlarında. Kimdir Amy? Neler hissetmektedir? Bize ne oldu? Şimdi ne yapacağız? benzeri sorular kara bulut misali evliliklerinin tepesinde dolaşmaktadır.
Oysa her şey ne kadar farklı başlamıştır. Hudson’dan ötesi beni bağlamaz havasında kibirli Manhattanlı kız ile Orta Batı taşrasından Missouri’li yakışıklı adamı zıt karakterleri çekmiştir birbirlerine. Evlilik bu, önce aşık olmuşlar, daha sonra karşılıklı olarak biri diğerini değiştirmeye çalışmış, nihayetinde nefret yüklü suç ortaklarına dönüşmüşler. Bu hafta dünya sinemalarıyla birlikte bizde de gösterime giren ‘Kayıp Kız’ işte böylesine çetin bir karı koca çarpışması üzerine. 600 sayfa olmasına rağmen merakla kısa sürede okunan bir evlilik geriliminden yola çıkan filmin yine Flynn imzalı senaryosu, romanın sinematik yapısının izinde geri dönüşlerle yol alıyor ve yazarın kimin kurban kimin cellat olduğu an be an değişen, sürprizlerle dolu hikâyesinin temposu hiç düşmüyor. Evli bir kadının esrarengiz bir biçimde yok oluşu ve bunu takibeden polis soruşturmasının medyanın huzurunda bir reality show’a dönüşmesinin dayanılmaz komik hikâyesi de ‘Kayıp Kız’. Bir reklâm filmi yapaylığında başlayan aşk hikâyesi, Yukarı Manhattan’ın Woody Allen filmlerine özgü sahte ilişkilerinden manzaralar, ‘İnanılmaz Amy’ çocuk kitabı serisinin yazarları anne babanın kendi kızlarının abartılı başarı hikâyelerini pazarlayıp satmaları ve nihayetinde Amy’nin kayboluşu ve Nick’in cinayetle suçlanmasının sosyal medyada, televizyon kanallarında kamuoyuna servis edilmesi filmde romandan daha güçlü bir biçimde verilmiş. Seyir keyfini bozmamak için burada açıklayamadığımız, romanın bitimine eklenmiş final sahnesinde bu traji komik medya eleştirisi doruğa çıkıyor.
Çok okunmuş sürprizlerle dolu bu karanlık hikâyenin yönetmen David Fincher’in ellerine teslim edilmesi yerinde olmuş. ‘Se7en’ın plânlı programlı seri katili ya da ‘Zodiac’ın uzun yıllar soruşturmanın peşini bırakmayan dedektifi benzeri disiplinli tutkulu karakterlerle dolu Fincher filmografisinde bir yeni halka Amy karakteri. Romana harfiyen sadık kalmış becerikli bir senaryoyla rahatça yol alıyor ve iki buçuk saat uzunluktaki filmini merakla izlettiriyor deneyimli sinemacı. Son üç filminde birlikte çalıştığı Trent Reznor ve Atticus Ross’un oyunculardan rol çalan etkileyici elektronik soundtrack’i ve uzun yıllar birlikte çalıştığı Jeff Cronenwerth’in görüntü çalışması filmin önemli artılarından.
Oyunculara gelince. Yönetmenliğini yaptığı ‘Argo’ ile iki yıl önce büyük başarı elde eden Ben Affleck, romandaki karakterle karşılaştırıldığında biraz daha yaşlı ve ‘Batman’e hazırlandığı için fazla irileşmiş olmasına rağmen çocuksu bakışları ve gülüşüyle tatmin edici bir Nick Dunne olabilmiş. Hatta filmin ‘kadınlar tarafından çekiştirilmekten bıktım usandım’ diye yakınan erkek karaktere iltimas geçtiği söylenebilir. ‘Kayıp Kız’ bu açıdan feministleri kızdıracak belki ama Rosamund Pike için ne gam. Genç oyuncu Hollywood’da yakaladığı bu ilk büyük rolünde müthiş formunda. Yaklaşan ödül mevsiminde Pike’ın adını bol bol duyarız gibi geliyor.
(10 Ekim 2014)
Ferhan Baran