Oculus

Sinemada korku filmi izlemeyeli bir yılı aşkın bir süre geçmişti ki elime iki adet ücretsiz sinema bileti geçince bu fırsatı uzun zaman önce fragmanından etkilendiğim Oculus ile değerlendirmeye karar verdim. Başta şaşırtıcı gelebilir; fakat filmin Türkçe ismi “Göz”, 2008 yapımı “Over Her Dead Body”nin Türkçe çevirisi “Sevgilimin Kazara Bu Dünyadan Göçmüş Eski Nişanlısıyla Tanıştığım Gün” gibi basit, uydurma ve alakasız bir isim değil. Oculus, Latincede “göz” anlamına gelen ve filmin puslu ve otantik havasına yakışan, bir bakıma özenli bir tercih.

104 dakikalık süresinin çoğunda “sakin bir gerilim” olarak nitelendirebileceğimiz Oculus, çocukluklarında doğaüstü güçlere sahip bir ayna sebebiyle büyük bir travmaya maruz kalmış iki kardeşin bir nevi intikam alma süreçlerini anlatıyor: Meşru müdafaa takibinde yıllarca psikolojik tedavi gören Tim ile bu süreç sonunda doğaüstü gerçeklere sırt çevirmiş, yaşadığı travmayı bilimsel psikolojik gerçeklere dayandırmaya çalışan Tim’e ve aynı zamanda tüm inanmayanlara aynanın karanlık güçlerini kanıtlamaya kararlı ablası Kaylie. Filmin en güçlü ve çarpıcı noktalarından birisi tam burada, ilk yarıda Kaylie erkek kardeşine geçmişte olanları hatırlatmaya çalışırken doğaüstü inançlarla bilimsel gerçeklerin çarpışmasında ortaya çıkıyor. İki tarafı savunan iki güçlü karakterin dayanıklı tartışmaları seyirciyi bir korku filminin ortasında düşünmeye ve taraf seçmeye sevk ediyor. Çoğu korku filmi gibi “ani çıkış”lara yer vermekten de kaçınmayan film orijinalliğini bu gibi güçlü yanlarıyla koruyor.

Hikâye anlatımında aynanın aile bireylerini nasıl bir süreç sonucu parçaladığını geriye dönüşlerle izliyoruz. Filmin başından beri, iki ana karakter tarafından geçmişteki olaylar defalarca dile getirilse de yönetmen, hikâyenin çarpıcılığı açısından bu geri dönüşleri uygun görmüş olmalı. Bildiğimiz bir hikâyeyi tekrar anlatan bu geriye dönüşler inandırıcılık ve zaman algısıyla oynama bakımından başarılı; fakat özellikle filmin ikinci yarısında geçmiş ve şimdiki zaman arasındaki gelgitlerin sıklaşması nedeniyle kafa karıştırıcı ve sıkıcı olabiliyor.

Buna rağmen Oculus, seyirciyi rahatsız ve huzursuz etmeyi gayet iyi başarıyor. Bunda “göz” vurgusu yapılmış görsel efektlerin ve daha önce çalışmalarına rastlamadığım Newton Kardeşler’in usta fon müziklerinin de etkisi büyük. Gelgelelim Oculus, filmin aynı zamanda senaristliği ve kurgu yönetmenliğini de yapan yönetmen Mark Flanagan’ın yapıtı olarak kalıyor nihayetinde. Bir süre sonra, filmin sloganı “O neyi görmeni isterse onu görürsün”deki “O” adılı meşhur lanetli aynaya değil, yönetmenimiz Mike Flanagan’a ait oluyor. Yönetmen sadece ana karakterlerin değil aynı zamanda seyircinin de görme algısıyla oynuyor. Bu durumda adeta yönetmenin oyuncağı olan seyirci, karşısına ne gelirse gelsin, film böyle kurgulandığı için itiraz edemiyor ve “Tamam, kabul,” demek zorunda kalıyor ve umduğunu değil, bulduğunu yiyerek ayrılıyor salondan.

Karen Gillan, Brenton Thwaites, Katee Sackhoff, Rory Cochrane ve Annalise Basso’nun performansları filmi bir nebze ileriye götürmede başarılı.

Yönetmenin özgeçmişini inceleyip kayda değer bir uzun metraj film denemesi göremeyince Oculus’un buram buram “ilk film” kokan yönleri de açıklamaya kavuşuyor. Yine de Flanagan’ın cesur vizyonu, Oculus’u günümüz Amerikan korku filmlerinden ayrı bir yere taşımaya yeterli. Açık bir zihinle izlendiğinde filme getirilebilecek yorumların çeşitlenip derinleşeceğinden şüphem yok.

Puanı: 5/10.

(07 Temmuz 2014)

Kemal Doğukan Sağbaş